300 entry daha
  • bir felaketle dağılmış bireylerin, bir masalla yeniden aile olma hikayesi.

    birisi bana yalnızla tek başına arasındaki farktan bahsetmişti:" yalnız, terk edilmiştir; tek başına olmaksa bir seçimdir." bu filmdeki kardeşlerin her biri, yalnız kalmaya mecbur bırakılmış. arkalarında kapı gibi sağlam durmasını bekledikleri tarafından terk edilince sendelemişler; düşmemek için dal diye tutunduklarının da kıymıkları batmış ama cesaret edemediklerinden bırakamamışlar. oysa babalarından gelecek tek bir çağrı bile yetermiş, tüm dünyaya posta koymaya.

    daha açılışta gösteriyor film, üç karakterin, kimsesizken ne kadar güçsüz olduğunu. çocuklara bile sözünü geçiremeyen bir anaokulu öğretmeni; yazdığı metnin arkasında duramayan bir sanatçı; uzaya çıkamamış bir astronotun, “kaybedecek hiçbir şeyimiz yok” derkenki cılız blöfü. öyle bir eksik kalmışlar ki haklarını aramaya mecal bırakmayacak orantısızlığa neden olmuş hayat. ama o telefon çaldı ya bir kere, hiçbir şey eskisi gibi olamaz.

    --- spoiler ---

    cemal, annesinin intiharından sonra almanya’da halalarının yanında yetişmiş. küçük bir köyden ya da kasabadan çıkan alamancı dediğimiz gurbetçilerden aslında o. oranın görgüsünü, eğitimini, hayata bakışını benimseyip türkiye'ye geldiklerinde o kültür farkından uzaylı muamelesi görenlerden. en bilindik lafları, "almanya'da böyle bir şey yok" olur herhalde. işte bize en az bir uzaylı kadar yabancı bu astronot!

    kafasında dönüp duran "neden?" sorusuna cevap aramış hep. bazen çok üzülmekten yorulan insanların, vazgeçip ölmek isteyebileceği gerçeğiyle yüzleşmiş. intihar üzerine okudukları ve kendisine ayrıldığını düşündüğü o ilmek yüzünden kapıldığı ölüm korkusu, kişisel gelişime yönlendirmiş; o da kendini onarmaya çalışmış. ama çağrıldığında gidip gitmemek konusunda 1 hafta kararsız kalacak kadar yerinde saymış. birçokları gibi evrenin sırrının sosyal medyadaki 140 karaktere sığdırılmış cümlelerde olmadığının farkına varamamış.

    kenan, oedipus kompleksinden muzdarip. öyle ki annesini bulduğunda, yanındaki ilmeği boynuna geçirmeye çalışacak kadar bağlıymış ona. hatta aslında sevmediği ve kıskançlığı patolojik seviyede bir kadınla bile muhtemelen sırf kolunda annesinin anlattığı masaldaki gibi kelebek dövmesi var diye yıllarını geçirmiş. ne kadar inkar etse de ailesiyle bir araya gelme ihtimali, onda bu anlamsız ilişkiden kurtulabilme gücü yarattı. mola yerindeki “dönerim ha!” çıkışları falan palavra, erkenden uyanıp kardeşlerine sürprizler yapmaya can atıyor. çünkü en çok onun aile olmaya ihtiyacı var. ama terk edildiğine inandığı için çok incinmiş, haliyle en yaralısı o. hissettikleri o kadar yoğun ki geri kalan her türlü şok, solda sıfır kalıyor.

    suzan’ın zihninde annesi yalnızca bir siluet; saçlarının rengini bile hatırlamadığı bir kadın onun için. babasına daha da yabancı. ebeveyn eksikliği, bir çocukla bile baş edemeyeceği kadar edilgen kılmış onu. ki kendisini aldatan kocasına ayrılmak istediğini söylediğinde de ciddiye alınmıyor. ama ağabeyinden gelen tek bir telefon, ondaki güçlü kadın potansiyelini bir anda açığa çıkarabiliyor. çünkü güven, güç; güç de özgüven kazandırır. üstelik sırtını ailesine yaslayabilme ihtimaliydi sadece bu. hani sonrasında kamyoncu diye alay ettiler ya, başta çocuk üzerinde bile otorite kuramamıştı bu kadın. yoksa nerede kaldı ki enine boyuna onu üçe katlayan birine lambır lumbur dalacak!

    hiç görmediğimiz baba... intihar eden kadının kocası yani. kenan, kelebek masalından bahsederken kafamda bir resim çizmiştim: minik kızını uyutmak için masal anlatan bir anne; annelerini, onun dizleri dibinde dinleyen iki erkek çocuğu ve kapının eşiğinden keyifle izleyerek bu masala ortak olan bir adam... masalın en çok etkisindeki kişi aslında. eşinin kendini astığı bu ev, yıllar sonra bile çocuklarının zihninde o travmatik görüntüyü canlı tutacağına emin olduğu halde, bir anıt olmuş onun için. gidememiş. büyümelerini uzaktan izlemek pahasına çocuklarını koruyarak, belki her baktığında gördüğü şeyin bekçisi olmuş. sona geldiğini anladığında da onlarla vedalaşıp masaldaki gibi göçmek istemiş.

    şu kare çok çarpıcıydı bana göre. kapı gibi sağlam olarak kalıplaşan babanın ölümü, kenara ayrılmış bir kapıyla ne güzel anlatılmış.

    --- spoiler ---

    bir aile hikayesi olmanın dışında türkiye'den insan manzaraları da barındırıyor bu film. sanki ülkenin fotoğrafları çekilmiş ve saniyede 24 kareye sığdırılmış. bir muhtar ki o, dini sorgulamanın önüne geçmeye ve onu tahakküm altına almaya çalışan bir anlayışın(!) temsilcisi. imam, kutsalın içindeki ezoterik kısmı anlamaya ve anlatmaya çalıştıkça, yüzeysel olanla konuyu kapatmayı vazife edinmişti. küresel ısınma, doğanın dengesi gibi masraflı konuları gözden kaçırıp çare diye sözcüklerde sihir aramaya yönlendiriyordu halkı. yapılmadığı takdirde büyüklerine şikayet ediyordu. bu aynı zamanda da 1 haftadır patlayan tavuklara rağmen uğramayan yetkilileri korumak için, kaderine terk edilmiş köy ahalisine uygulanan kuşa bak taktiğiydi...

    ayrıca oyunculukta yüzüne kapılar kapanan kenan’ın evinde, muhtemelen gezi günlerinden kalma bir gaz maskesi de vardı filmde; emekçinin hakkını vermekten kaçındığı için anlaştığı taşeron şirketle sorun yaşayan patron da. ve yine göze çarpan, almanya’da türlü fiziksel ve zihinsel elemelerden geçip senelerce eğitim almasına rağmen üvey evlat olduğu hatırlandığından değerlendirilmeyen ikinci sınıf bir vatandaş vardı. üstelik suç bastırmak istercesine tek ilgilendikleri, tutuşmayan yalıtılmış giysinin devletin olup olmadığıydı.

    ve kim bilir daha görmediğimiz neler...

    gidelim buralardan şarkısı, hikayesi ne olursa olsun, benim için artık bu filmin; “iyi değilim uzaklaşmak istiyorum” diyen suzan’ın şarkısıdır. hani o çılgınlar gibi dans edip bağıra çağıra şarkıyı söyledikleri kısım var ya, yanaklarım sayelerinde gözyaşlarımla ıslandı. ayrıca, 90'lar ne güzeldi be!

    ne güzel yazmış tolga karaçelik *. seneler sürmüş ama değmiş. başka filmlerini izlememiştim ama bu gazla onları da izlerim. umarım en kısa zamanda dvd’sini çıkarırlar. hikaye muazzam, şarkılar özel, o karakterlerin her biri nasıl da ince ince işlenmiş ve ne kadar derindi... ödülünü sonuna kadar hak ediyor.

    aile, gücünü aldığın yermiş; onlardan gelecek bir telefon bile dünyaya meydan okumana yetermiş. hatırlattığı için teşekkür ederim.
675 entry daha
hesabın var mı? giriş yap