• "varoluş özden önce gelir.."

    varoluş konusunda antik zamanlardan gelen yaklaşım, insan olmanın manasını ve insanı diğer canlılardan ayıranın ne olduğu bulmak üzerine kurulmakla birlikte, cevabı, "insanın özü" kavramından yola çıkarak aramıştır. bu özün özelliği olarak da, zaman ve mekâna karşı sabit olması; yani evrensel olduğu, gelmiş-gelecek tüm insanlarda bulunduğu varsayılmaktadır. fakat bu arayış ve kabullerden yola çıkarak varmış oldukları, "tüm insanlar aynı niteliklere sahiptir ve aynı temel değerler tarafından yönlendirilir." kanısı, son derece anlamsızdır. çünkü başa dönüp "insan olmak ne demek? bizi diğer varlıklardan ayıran nedir?" gibi sorular sorduğumuzda alacağımız cevap, bilince ve buna bağlı olarak iradeye sahip olmaktır. insanın özü olarak bilinci ve iradeyi ele aldığımızda, bu kavramların en genel manaları ile evrenselliğinden ve her insanda bulunmasından söz etmemiz mümkündür. yalnız, bu kabulü yaparken bilincin ve iradenin işleyişi ve akabinde meydana gelen değerler bütünün oluşturduğu nitelikten bahsedilemez. varlıkları itibariyle bilinç ve irade, tüm insanlarda bulunmalarıyla ve evrensellik özelliğine sahip olmalarıyla birlikte, varlıklarının muhtevaları bakımından, zamana ve mekâna karşı sabit olmaları ihtimal dahilinde değildir. başka bir deyişle, tüm insanlık için özellikleri bakımından ortak bir bilinç ve irade tanımlanamaz. bireyler olarak, bilincimizi ve irademizi kullanım şeklimiz birbirinden ayrıdır ve onları nasıl kullanacağımıza bizlerin karar verdiğini düşünebilir.

    bilince sahip olmamızdan mütevellit, bir iradeye sahibiz. istencin ortaya çıkması için, biyolojik zorunluluklardan doğan farkındalığın ötesinde bir farkında olma vasfına sahip olmak gereklidir. nasıl bir iradeden bahsedersek bahsedelim, temelinde bir tür özgür neden olacaktır. burada vurgulanan bağımsızlık değil, özgürlüktür. özgürlük, yapısı itibariyle sınırlar tarafından kısıtlanır ve her zaman koşullara bağlıdır. insanlar olarak sahip olduklarımız açısından mutlak ve bağımsız bir iradeden bahsedemesek de, özgürlüğümüz ölçüsünde bir iradeye sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. bunların ardından bilincin varlığını değerlendirip ötesine geçmek söz konusu olursa, özün tanımı tekrar yapılabilir. bunu yapmadan önce, kendimce yaptığım çıkarımlara ara verip jean paul sartre'ın konu hakkındaki görüşlerine değinmek yerinde olacaktır.

    sartre, antik filozofların görüşlerine karşı çıkarken, yaratılış fikrinin karşısında, bu fikirle insanların özgürlüğünün göz ardı edildiğini düşünür ve varoluşu bir amaç ile ilişkilendirir. herhangi bir şeyin yapılış amacı, onun ne ve nasıl olacağını belirler. bunun için sartre'ın verdiği örneği kısaca özetlersek, zarf açmak için kullanılan türden bir kâğıt bıçağını hayal etmemizi ister. bu bıçak, böyle bir gereç yaratma düşüncesinde olan ve bu bıçak için gerekenler hakkında net bir kavrama sahip bir zanaatkâr tarafından yapılmıştır. işlevini yerine getirmesi için belirli özelliklere sahip olması ve bunları barındırması için belirli maddelerden belirli şekillerde yapılması gerekmektedir. bu bıçağı yapan, bunun ne için kullanacağını bilmemesi hâlinde, bıçağın var olamayacağını söyler sartre. bu yüzden, bıçağın, onu kendisi yapan her şey olan özü, varlığından önce gelir. sartre'a göre biz insanları olduğumuz türden varlıklar yapan; önceden yapılmış bir tasarı yoktur, başka bir deyişle, yaratılış gayesinden söz edilemez. varızdır, fakat bu, ne bir amacımız olduğundan ne de kâğıt bıçağı gibi bir özümüz olduğundandır; bu sadece varlığımızın özümüzden önce gelmesindendir.

    sartre'ın metafizik anlayışında insan önce var olur ve ardından kendisini tanımlar. insan vardır ve kendisini nasıl yaparsa öyle olur. insanın, önceden belirlenmiş bir özü olmasa da insan taş gibi basit ve bilinçsiz varlık değildir. sartre, öz kavramında bir ayrım yapmak için taş gibi, değişme imkanı olmayan varlıkları, "kendinden varlık" olarak tanımlarken, insanı "kendinden varlık" olmanın ötesinde, "kendi için varlık" olarak tanımlar. insan bilinçli öznedir ve var olduğunun bilincindedir. bu yüzden insana önceden verilmiş ve değişmeyen bir öz yüklemek söz konusu değildir. insan, bilinciyle birlikte, sonsuz değişme kapasitesine sahip bir varlıktır; "ne değilse odur, ne ise o değildir." onu şimdiki zamanda olduğu şeyle tanımlayamazsınız. bilinci, insanı her daim geleceğe ve özgürlüğe yöneltir. bir bakıma, herhangi bir şey yalın şekilde var olurken, insan, onun dışındaki varlıkların dünyası ve diğer insanlarla farklı ilişkiler içinde var olur. sartre, edmund husserl'ın, "bilinç her zaman başka bir şeyin bilincidir." savına bir ölçüde katılmakla birlikte, bilincin, kendisini aşan bir nesnenin varoluşunu tasdik etmek suretiyle var olduğunu savunur. bilinçte sadece aşkınlık vardır; içkinlik yoktur. bilinç, dünyayı yaratmaz; dünya zaten bilinçten bağımsız olarak var olan, aşkın bir varlık zemininde belirir. bu beliriş bilinçten bağımsız değildir.

    bilinçte, bilincin kendisi olmayan bir varlık ifşa olur.

    varlığın özü söz konusu olunca, kanaatimce sorulması gereken ilk soru, "varlığın manası nedir?" sorusudur ki, bu da bizi varoluşun arkasındaki nedene iter. sartre'ın kâğıt bıçağını ele alalım. bıçağın var oluşu, zanaatkârın onu yaratma amacına mı yoksa düşüncesine mi bağlıydı? zanaatkâr, bıçağın ne için kullanılacağını bilmediğinde, yaratma düşüncesi oluşmazdı. sadece bir şeyler yapma düşüncesinden kaynaklı; tamamen gelişigüzel bir uygulama süreci sonunda ortaya çıkan bir şeyin, sonradan bir kullanım amacına sahip olması pek de olası görünmemektedir. bu, var olan bir şeyi kullanım amacı dışında, başka bir şekilde kullanmakla karıştırılmamalıdır. bilinçli bir varlık olan insan, bir gayenin ardından bir şeyler yaratma yetisine haiz. günümüzde yapay zekâ üzerine yapılan çalışmaları düşünürsek, insanın kendi dışında bilinçli bir varlık yaratma isteğinden bahsedebiliriz. bunun birçok gayesi olabilir. bunlardan biri de, insanın kendi yarattığı bilinç tarafından bilinme, anlaşılma, tanınma isteği olamaz mı? böyle bir amacın olabileceğini kabul edersek, bir bilincin başka bir bilinç tarafından yaratılması söz konusu olabilir.

    bilinçli bir varlığın, yaratılan, bilinçsiz ve basit bir varlık gibi önceden belirlenmiş bir öze sahip olması olasılık dâhilindedir. yani biz insanlar olarak, henüz gerçekleştirememiş olsak da, kendimiz dışında bilinçli bir varlığı yaratma isteğimiz ve bu isteğimizin neden olduğu amaçlarımız mevcutken, insanlar tarafından bilinmek, keşfedilmek isteyen bilinçli bir varlığın insanları yaratmış olması da olasılık dâhilindedir. bir fraktalda olduğu gibi, parçanın bütünü tefekkür ettiği; bütünün parçada tezahür ettiği hâlin bir benzeri söz konusu olabilir. insani bir felsefe, insani iradenin kısıtlılığına tahammül edebilmek adına, hayatı projeleştiren bir varoluş kavramı kurgular; tanrısal bir felsefeyse, kısıtlı iradenin nasıl bir bütünün parçası olduğunun idrakiyle, meseleyi bir tahammül meselesi olmaktan çıkarır. sartre'ın (genel olarak antoine roquentin'in) umutsuzluğu, kısıtlı bir iradeyle, sonsuz bir hüküm denizinde bir tek damla olmak üzerineydi. esasında bu da, sakat doğan bir felsefenin yolunu açmış oldu. başka bir deyişle, insanı var olmaktan alıkoyan bir kibre ya da onu nefessiz bırakacak olan o arzu hubrisine dayalı; kadim anlatıda adem'e secde etmeyi reddeden şeytan'ın reddini ve kendi-yolunu-çizişini anıştıran bir yaklaşımın yolunu açmış oldu. nasıralı isa'nın sırtında taşıdığı çarmıhı, sisyphos'un büyük kayası, atlas'ın omuzlarındaki dünya ve sayısız kapıda sonsuza dek nöbet tutmak zorunda olan çok başlı köpekler... hepsi, esasında, o habis arzu ile yüklenmiş insanın, bu kısıtlı bilince ve iradeye yönelik, kadim mahkûmiyet hissinin birer alegorisidir. onurlu bir mutsuzluk, felsefi umutsuzluklar ve görkemli kaybedenler... kısıtlı bilinci ve iradesiyle, aslında neden vazgeçtiğini; neyi reddettiğini bilmeden dünyaya düşen insan.
hesabın var mı? giriş yap