73 entry daha
  • jale parla'nın orhan pamuk'ta yazıyla kefaret adlı kitabını okuyordum, 16. sayfada sibel ırzık'ın kara kitap eleştirisinden bir parça koyulmuş. orada dedektif romanlarıyla ilgili şöyle ilginç bir tespit var: "dedektif romanlarının hem tarihsel hem de yapısal olarak kent yaşamının ürünü bir tür olmasının rastlantısal olmadığı açık. bu romanların kahramanı kentin karanlığına nüfuz eden insan bilincinin aydınlığıdır. dedektif yalnızca kalabalıkların içinde kendilerine en kusursuz sığınağı bulmuş olan suçluları yakalamaz. aynı zamanda görünüşteki bir kaosun içinde bir düzenliliği açığa çıkarır, rastlantıyla bir araya gelmiş gibi gözüken tek tek olayları, nesneleri birer ipucu olarak yeniden anlamlandırır..."

    yani sıradan insan şehir ile yüzleştiğinde ezilir, çünkü şehir bir keşmekeştir. köyünde yahut kasabasında yaşayan insan, şehre geldiğinde tahayyül dahi edemeyeceği çeşitlilikte insanla, fikirle, davranış alışkanlıklarıyla karşılaşır. şehir büyüdükçe, aynısı şehrin yerlisi için de geçerli olur, şehir büyür ve keşmekeş artar, artık kimse bir şehrin sahibi yahut hakimi olamaz ve öyle de hissedemez. (bkz: kafamda bir tuhaflık)

    bu noktada şehrin keşmekeşiyle baş edebilmek için uç derecede rasyonel, neden sonuç ilişkilerini görebilen müthiş zeki dedektifler ortaya çıkar ve çok sevilir. (bkz: sherlock holmes)

    biraz düşününce, bu "ihtiyacın" doğuşuna etki eden koşulların bugün de var olduğunu ve hatta daha da etkili olduğunu görebiliriz. 1950'lerin ortasındaki bir gezginin bir yılda gördüğü çeşitlilikteki insanı, sıradan bir internet kullanıcısı bir gün içerisinde görebiliyor. bu yüzden dedektif romanlarında olduğu gibi, bu keşmekeşi düzenleme ihtiyacı doğuyor bireylerde: ne iyi, ne kötü, ne ahlaklı, ne normal, ne doğal, ne anlaşılabilir, ne kabul edilebilir, pazar yerinde ebeveynini kaybetmiş çocuk gibi panikle anlaşılmaya çalışılıyor. insanlık tarihinin başından beri düştüğümüz en büyük ahlaki çıkmazların ortasındayız belki de, çünkü insanlık tarihinden beri ilk kez mahremiyet ortadan kalkıyor. benimsenen, iki yüzlülüğüyle ve çelişkileriyle yüzleşmek zorunda kalınmayan mahrem ev içi ahlakı, sokaklara dökülen iç çamaşırları gibi, ortaya dökülüyor ve şu şok edici gerçekle yüzleşiliyor: sahip olunan ahlak anlayışı kapsayıcı değil, genel geçer değil, evrensel değil, yeterli değil.

    işte tam bu noktada, entelektüel kapasitesi yüksek olanlar kendini sorgulama ve ahlak anlayışını gözden geçirme, yeniden yaratma yoluna gidiyor, ötekini anlamaya çalışıyor. ötekinin varlığının neden sonuçlarını irdelemeye, bir anlamda dedektif gibi onu "çözmeye" çalışıyor. sıradan insan ise, karşısında beliren bütün tuhaflıkları, kafasında oluşan bütün sorgulamaları irdelemeyi ve anlamayı reddediyor, onları tahammülsüzlüğü ile terbiye etme yoluna gidiyor. ırkçılık ve milliyetçilik yükseliyor, yobazlık kuvvetleniyor, çeşitliliği öldürmeye programlı mahalle baskısı artıyor. farklılığa tahammülsüz, farklıların neden öyle olduğuna ilgisiz yaşlı insanlar her zaman nasıl bir sonraki neslin ahlaken biraz daha bozuk olduğunu, kendi neslinin daha ahlaklı olduğunu ileri sürüyorsa, bu insanlar da kendi ahlak anlayışlarının en doğru ahlak anlayışı olduğunu tartışmaya açık bir şey değilmişcesine dile getiriyor. (bkz: ortalamanın üstü etkisi)
210 entry daha
hesabın var mı? giriş yap