7 entry daha
  • insanların, kitlelerin veya toplumların aptal veya akıllı olarak değil, analitik olarak ayrılmasından yanayım. bu çerçeveden bakarsanız "anlamak" eyleminin de edilgen değil etkin bir eylem olduğunu görebiliriz. yani anlamak istiyorsanız samanlıkta iğne aramanız gerekir. öyle armut piş, ağzıma düş olmaz.

    evet, dış dünyayı iki şekilde algılarız. ya ona inanırız ya da biliriz. gel gör ki "bu ülke"de bu işler biraz karışık. mesela çantanızdan çıkardığınız kaleme elinize alıp bakarsanız ona "sana inanıyorum" demeniz trajik olur. kalemi bilirsiniz. sevgiyeyse inanırsınız. ha tecrübe edebilirsiniz; ama hiçbir zaman tamamını bilemezsiniz. geleceğe umut ve süprizlerle dolu adımlar atmak istiyorsanız sevgiye en baştan inanmanız gerekir.

    bu açıklamanın ardından okuyunca herkesin anlayacağı bir kitabın olduğuna inanıyor musunuz, yoksa bunu biliyor musunuz? ben böyle bir kitap olduğuna inanıyorum; ama öyle bir kitabın varlığından bihaberim. çünkü her kitap çocuktan beter bir ilgi ister. ha, burada varılmak istenen yer de önemli... bilgili olmak için mi okunuyor yoksa bilge olmak için mi? bilgili olmak için okunuyorsa ne kadar okusan boş... teneke gibi bir kafan olur. bilge olmak için okuyorsan zaten okumak öyle pek de önemli bir şey olmaz. bilgelikle okumanın doğrudan bir korelasyonu yok. evet, upanişadlarda "bir bilgenin en fazla dört kitabı olmalı" diyordu. bunların hangi kitaplar olduğu da önemli değil... ister cin ali olsun, ister dini kitap... bilgeyse zaten her gördüğünde varılacak yerin neresi olduğunu görecektir. bir başka tabirle maksadı anlayacaktır. bilgili olansa tonla okusun, tonla konuşsun, ancak boş teneke gibi ses getirir.

    haliyle... ister hak kitaplar, ister aşk kitapları, ister ulysses gibi bulmacalarla dolu bir kitap olsun, fark etmez, okunanın anlaşılması arzu ediliyorsa insanın öncelikle kendisini anlaması, ardından yaşadığı toplumu ve en sonda da evreni anlaması gerekir. sonrasında vitesi boşa da alsan sorun yok...
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap