6 entry daha
  • çocukluğumun nedense çok az bir kısmını hatırlayabilen ben, orada geçirdiğim on ayın neredeyse her gününü bugün gibi hatırlamaktayım. sanırım hayatımın en enterasan dönemini yaşattığı için...
    1984 yılıydı, ben yedi yaşındaydım. istanbul'dan başka bir ülkeye göç etmiş bir aile gibiydik o zamanlar tabir-i caizse. ne okulda çocukların konuştuğu dili* anlayabiliyorduk ablamla, ne kız çocuklarının sokakta görülmeyişlerini bırakın; okulda olmayışlarını anlamlandırabiliyorduk, ne de okulda tuvalet olmayışını...

    (bu arada, ablamın ilk dönemlerde "anne bu çocukların hepsi çok kötü kokuyor" diye zırıl zırıl günlerce ağlamasının yerini -kendisinin de artık farkında olmayarak kokuyor olmasından kelli- "anne artık hepsi yıkanıyor, hiçbiri kokmuyor"un alması, bugün bile aile muhabbetlerinde gülümsemeyle hatırlanır.)

    ben ise ortama kısa zamanda alışmıştım. birçok erkek arkadaş edinerek dağ tepe bayır demeden büyük bir hazla dolaşarak ne kadar kurbağa, çekirge, böcek, kertenkele, karınca varsa ceplerime doldurup öyle gelirdim eve. anlaşamadığım çocuklarla da kafa göz demeden boklu dere denen ringde dövüşür, bir araba dayak yer ama yine de gık demezdim. müthiş mutluydum. kürtçem de türkçemden bin kat daha iyiydi artık :) ve istanbul'dan getirdiğimiz süslü kalem kutular, renkli kalemler, afilli spor ayakkabılar, cicili bicili kıyafetler yoksul arkadaşlarım görmesin diye çoktan dolaplara kalkmıştı. istanbul'dan gelen anneanemin ve dayımın getirdiği oyuncaklar gibi...

    gecenin bir yarısı kapıyı kıracakmış gibi çalıp bizi korkutan hastalar, babamın hasta muayenesinden dönüşünü annemin büyük bir kaygıyla beklemesi, boyum kadar olan kar yağışı, soğuktan çişimizin donması... hiçbiri, geçirdiğim geceler kadar kötü olamazdı.
    geceleri, günün tüm mutluluğunun aksine kabus gibiydi. odamızın manzarası olan dağın arkasından, iran ırak savaşı'nın tüm dehşeti büyük patlama sesleri ve ışık kıyametiyle neredeyse aynen evimizdeydi. çocuklar arasında dolaşan efsaneye göre; 1 milyon lira verip o dağı aşarak kaçan ıraklı aileler, evimizin yakınındaki motele sığınırdı. o ailelerin çocuklarıyla yaptığımız arkadaşlıklar ise onların sınır dışı edilmeleriyle acı bir şekilde son bulurdu. ülkelerine geri gönderildiklerinde de - yine yüksekovalı çocukların anlattığına göre- kafaları uçurulurdu. sabah uyandığımızda artık motelde olmayan dominigovandigar isimli en iyi arkadaşımın hayali nezdinde, tüm sınır dışı edilen arkadaşlarımın o savaştan çektiklerini, bugün bile o çocuk aklımdaki haliyle hatırlarım, gözlerim dolar. "humeyni gelecek, bize de arkadaşlarıma yaptıklarını yapacak" diye geçirdiğim işkenceli geceler ise yüksekova'ya dair hatırladığım tek kötü anımdır.
    her şeyi öylece bırakıp istanbul'a dönüşümüz bir de...

    orada geçirdiğim son güne dair hatırladığım ise...
    nedim'in babası çobanmış, yine bir gün dağa gitmiş ve bir daha eve dönmemiş. babamın öldüğü gün arkadaşlarım yanıma gelip şöyle demişti :
    - nedim'in babası da dönmedi ama bak biz ne güzel oynuyoruz yine. bir şey olmuyor ki...

    akabinde gülümseyerek vurmuştuk topa ve o günkü oyunumuz her zamankinden bin kat daha zevkliydi.

    halen bir yüksekova var elbette. fakat o zamanki yüksekova sadece benimdi, çocukluğumun da en güzeliydi...
110 entry daha
hesabın var mı? giriş yap