5 entry daha
  • kendisiyle müslüman olmak alman kalmak kitabı ile tanıştığım yazardır.

    kitabı okuduktan sonra kendime ve dostlara tuttuğum notlar şunlardır;

    hepsinden önce kitapta ilk dikkatimi çeken şey kesinlikle başlıklar ve içerik düzeni. ve bu düzen, bölümlerin birbiriyle bağlanarak ve konuyu dallandırıp geliştirerek gitmesiyle ve bunu yaparken tekrara düşmeyip, zaman zaman geçmiş bölümü kendi içinde özetlemesi ve sonuç bölümleriyle; kesinlikle okuyucuya, çok akıcı zevkli bir okuma sunuyor.

    kitap, islamı seçen almanların, kendilerini toplumun geneliyle özdeşleştirmeyip bunun yerine azınlık konumunda yeni bir kimlik yaratmaları ve bu kimliğin inşasındaki taşların menşei ve bu inşanın olası sonuçları üzerine kapsamlı, çok yönlü bir inceleme-araştırma kitabı.

    giriş kısmında, islam ve almanya’nın tarihsel ilişkisi ve ikinci dünya savaşı, nazi almanya’sı ve göç üzerine siyasi ve toplumsal olaylar çerçevesinde islam ve almanya’nın tarihsel sürecinde muhtedi(islamı seçen almanlar kastediliyor) alman neslini tanıyoruz. muhtedi almanların kendi aileleri ve arkadaşları tarafından dışlandıkları ile başlayan ve aynı zamanda doğuştan müslüman olan kişilerden de oluşan toplumda, rahat hissedememeleri üzerinden oluşturdukları cemiyetler, genel olarak, konuyu üreten ve destekleyen inceleme grubunu oluşturuyor.
    ve birçok grup ve cemiyet tanıyoruz kitap boyunca ve bu grupların müslüman olduktan sonra, göçmen müslümanlarla ilişkilerini kısıtlı tutan tavır çok şey açıklıyor bize.

    kitabı okumaya başladığımdan beri tarık ramadan dolaşıyor zihnimde ve bir yerde de değiniyor yazar şu sözlerine ramadan’ın “göçman müslümanların hakiki avrupa vatandaşları olmaları karşısındaki engel islam değil, beraberinde avrupa’ya taşıdıkları kültürel gelenekleriydi.” haliyle avrupa islamı, avrupalı müslüman kavramı katılımcımlardan alıntılarla karşımıza çıkıyor. gene katılımcılardan birine ait şu ifade kitap boyunca göçmen müslümanlara bakış açılarına ve yaklaşımlarına bir ipucu benim için. “bana göre din bir yoldur, kültür değil.”

    mühtediler, alman toplumunun en fakir, en düşük eğitimli kesimini oluşturan türk-arap toplumuna uyum sağlayamayıp, hoş karşılaşmadıkları gibi kendi milletleri tarafından da dışlanıyorlar ve dramatik bir statü kaybı yaşıyorlar. ve islamın almanlıkla uyumlu olduğunu savunuyor ve alman aydınlanmasıyla, alman tarihinin değerli düşünürleriyle, ortak noktalarda birleştiriyorlar.

    fakat yazarın da değindiği ve çevirdiği bir madalyonun diğer yüzü var. dışlayıcılık, islamın avrupa akılcılığına uygunluğu, baskıcı bir kültür ve geleneğin bulandırdığı şarklı akla ise uygun olmayışı fikri ve yazarın belirttiği üzere bunun avrupacılık ve avrupa merkezciliği ile sonuçlanması.

    yazar gözler önüne seriyor ki muhtediler, göçmen müslümanlarla mesafeli yaşıyor, onlarla komşu olmayı tercih etmiyor, gayrimüslümlerin ağırlıkta olduğu saf alman mahallelerini tercih ediyor, türk kadınları gibi örtünmemeye onlar gibi gözükmemeye özen gösteriyor, müslüman göçmenler gibi konuşmuyor,türkleri suçluyor, kendi dışlanmışlıkları ile ilgili göçmenleri sorumlu tutuyor, saf islama ulaşmaya ve islamı olumsuz çağrışımlardan arındırmaya çalışırken yazarın ifadesiyle göçmenlere karşı zaten mevcut olan ırkçı önyargıları teyit ediyor ve bu ön yargıları ileri bir noktaya taşıyorlar.

    kitapta doğu almanyalı muhtedilere ise başlı başına münferit bir bölüm vermiş yazar ve ayrı tutup incelemiş. bu bölümde kırılma noktası berlin duvarının yıkılmasıyla müslümanlıkla tanışma iken özne ise kısa süren zafer hissi sonrası gelen bunalım, ikinci sınıfa düşme, işlevsiz hale gelme ve bir çok bunalımla başbaşa kalan doğu almanyalı. öyle ki bu bölümde yer verilen zehra’nın hikayesi beni en çok düşündüren ve etkileyen kısım oldu. uzun süre zihnimde kalacağına o kadar eminim ki.

    bir diğer bölümde ise genç alman müslüman örgütlenmesinden bahşediyor yazar. ve son olarak da saf islam, kültürden arınmış islam fikriyle uyuşan selefilik, selefiliğin geleceği ve işlemesi, selefiliğin islamı seçen avrupalı için cazibesi ve psikolojik olarak tatmin etme halini anlatmış yazar. o kadar mantıklı, anlaşılır, kaçınılmaz geliyor ki bu seçim, okudukça oldukça doğal, kaçınılmaz gelmeye başladı bu yönelim bana da. sonradan müslüman olan avrupa-amerika kökenli kişilerin selefilik tercihini yalnız bir noktadan dar yönüyle anlayan biriydim, biraz bakış açımı zengilleştirdi, kitabın bana en çok katkısı bu noktadan sanırım.

    kitabın kaynakçası da çok zengin, dili güzel, kapsamı geniş, anlatımı sistematik, akıcı. katılımcıların hikayeleri ve ifadeleriyle katkıları ise çok samimi, gerçek, dokunaklı, açıklayıcı ve tam nokta atışı. bayadır, bir okuyuşta kitap bitirmemiştim. esra özyürek’in kalemiyle tanıştığım için çok mutlu ve heyecanlıyım. kesinlikle de öneririm.
hesabın var mı? giriş yap