5 entry daha
  • imdb trivia bilgilerine göre hikaye 1917-1922 yılları arasında güney fransa'da küçük bir kasabada yaşanan gerçek olaylardan esinleniyor. bu olaylarda 110 mektup gönderiliyor ve bu mektupları gönderen bir kadın. mektupları gönderdiği kişiler arasında aşık olduğu bir erkek de var. yakalandıktan sonra bir ay hapiste kalıyor ve belli miktar para cezasının ardından ömrünün kalanını yalnız geçirmek zorunda kalıyor. geç yaşlarında da ölüyor.

    le corbeau, henri-georges clouzot'un les diaboliques öncülü olarak nitelendirilebilir. hitchcockian denilen tarzın da güzel örneklerinden. bu arada herhangi bir yönetmene hitchcockian demeyi hakaret olarak algılamıyorum ya da o yönetmenin ismini alfred hitchcock'un zikri altında değersizleştirmek olarak görmüyorum. bu ifadeyi belirli bir tarzı anlatabilmek için rahatlıkla kullanıyorum. peki nedir bu tarz, karakteristikleri nelerdir?

    öncelikle masum bir adamın suçlanması ve kendini tehlike içerisinde bulması, gerilimi artıran mekan sınırlaması ki bu filmde karakterler kasabanın içine sıkışmıştı diyebiliriz. senaryonun sürpriz dönüşler yapması ki genelde son iki üç dakika içerisinde mutlaka olur, bu filmde de öyle oldu. psikolojik travmaya sahip şüpheli karakterler, şüphe (suspect) ve gizem (mystery) ögelerinin son ana kadar filme yayılması, bir çeşit suç (crime) faktörünün devreye girmesi ile gerilimin (tension) giderek artırılması. mektuplar gibi öne çıkan olay çözücü nesneler. 1943 tarihi ile le corbeau'nun gerek bu tarzın, gerekse şüphe-gerilim içeren filmlerin formatını belirleyen önemli bir esin kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.

    le corbeau'nun senaryosu için müthiş zekice hazırlanmış diyemeyiz belki. fakat şüpheyi bütün filme yayarak, sakin bir tarzda olay işleyişi ve değindiği temalar ortalamanın üstüne çıkması için yeterli. ufak bir toplulukta var olan ince ve hassas dengelerin, dışarıdan bir müdahale ile nasıl kolaylıkla bozulabileceğini; yine toplumun ahlak değerlerinin, nasıl toplumu dağıtmaya yönelik kullanılabileceği gösteren önemli bir çalışma. özellikle, filmde bir şüphelinin linçten neredeyse kıl payı kurtularak toplumun dışına atıldığı anlar, filmin benim açımdan en dikkat çeken kısımları oldu. akıllara jagten'i de getirmedi değil.

    aynı zamanda profesörün manipülasyonları sırasında kullandığı bazı psikolojik tahliller oldukça keyif vericiydi. denise'in kaza sonucu topal kaldığını ve güzelliğini kaybettiğini düşündüğü için erkekleri ayarttığını biliyoruz. profesör de meslek hayatında karşılaştığı sapıkların hemen hepsinin cinsel kaynaklı sorunlara sahip olduğunu, mesela çirkin ya da hastalıklı olduklarını düşünerek bir çeşit sapıklığa yöneldiklerini ima ediyordu. denise'in "topallamamı gördün ama ayakkabılarımla herhangi biri gibi yürüyorum." sözleri de kendisinde var olan sorunu ifşa eden güzel bir ipucuydu:

    (bkz: aşağılık kompleksi)

    son olarak filmden birkaç aforizma:

    > hastanın ateşi düşmeden ameliyat yapmazsın.

    > kabus görmektense uyanık kalmak iyidir.

    > ünvanlar ve madalyalar için tutkum olmadığına göre neden bir fikrim olsun.

    > geleceği bugüne feda edemeyiz.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap