9 entry daha
  • graham greene'nin yazdığı, tanrıyla pazarlığa oturup en çok sevdiğini geri alabilmek karşılığında tanrıya en çok sevdiğini vermeyi öneren bir sevgilinin kararı anlatılır;

    * *...bir aşkın orta yerindeki sevişmeden sonra sevgili odadan çıktığında başlayan bir hava bombardımanında ev isabet alıyor ve sevgilinin biraz önce geçtiği bölüm çöküyor. daha iki dakika önce koynunuzda olan birinin yok olduğunu görüyorsunuz.

    o korkunç anda diğer sevgili, yaşadığı çaresizlik karşısında, aslında pek de inanmadığı tanrıya sığınıyor. dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor.

    "inandır beni" diyor, "o yaşarsa inanacağım. ona bir fırsat tanı. bırak mutluluğuna sahip olsun. bunu yap, inanacağım sana." eğer biraz önce kapıdan çıkan sevgili yeniden o kapıdan sağ olarak dönerse, onu bir daha hiç görmeyeceğine söz veriyor tanrıya.

    "insan birini görmeden de sevebilir, değil mi" diyor, "seni hayatlarında bir kere bile görmeden seviyorlar." kapı açılıyor, öldü sanılan sevgili içeri giriyor.

    bundan sonra bir insanı görmeden de sevmenin mümkün olup olmadığını öğrenecekti.

    bir dokunuşa, bir bakışa, bir sese, bir işarete muhtaç olmadan, onu besleyecek bir bedene, bir vaade, bir ümide ihtiyaç olmadan, tek başına da sürebilecek kadar güçlü bir sevgi mi aşk.. "tanrıyı sevdiğim kadar severim seni" diyebilmek, böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi aşk.. birisi tarafından öyle sevilmek istersiniz. ve birisini öyle sevmek.

    büyük bir ödülün ve büyük bir cezanın sahibisinizdir. bir insanı tanrıyı sever gibi sevebilecek bir güçle ödüllendirilmiş. bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek kadar güçlü olduğunuz için cezalandırılmışsınızdır.*

    hayat tuhaf ve sancılı tesadüflerle doludur. ve hayat acılar, ayrılıklarla, doludur. ümidin bittiği yerde kabullenme başlar. kabullenme ise yolun sonudur ve genelde en acısız patikaya çağırır insanı, karanlık ama ileride başka başka patikalara bağlanan bir yol. patikayı işaret eden tabelada keskin harflerle "unutuş" yazar. bu en çok girilen yoldur, mantığın yoludur.

    çatallı yol ayrımının diğer patikası uçurumla biter. karanlık bir vadi ağzı aç gözlerle bakar "gel asıl unutuş bende, acıları dindirenim ben..." diye. ama yalancıdır vadi, patikanın girişinde silik harflerle "ölüm" yazar. bu en girilmeyesi yoldur, deliliğin yoludur.

    ama insan yol ayrımında, iki boyutlu bir dünyada manasız ve imkansız bir şey yapar ve yukarıya bakarsa çok daha farklı bir şey görür bazen. bu onu ağaçların tepesinde gezinen bir patikaya çeker. bu yol, insanı yol ayrımından önce sevdiğiyle beraber izlediği patikaya geri döndüren mucizevi bir yoldur! ağaçların tepesinde birbirine bağlanmış gümüş iplerden ibaret ayışığıyla yıkanan bir yol!

    ama her mucizenin bir bedeli vardır, her mutluluğun olması gerektiği gibi. bu yol asla, o aşağıdaki patikaya inemez. ayın ışığını içer ve yıldızları çekersin içine ancak.

    ağaçlardaki patika bir bakıma aynıdır hayatın diğer patikalarıyla. hayatın zorlukları, iniş ve çıkışları, gayretleri; herşeyi bulunur ağaçlardaki patikada. ama bir fark vardır; yaşayıp unutmamaktır bu patika, başkayı istememek. sadece onu istemek.. görmeyip sevmek.. işitemeyip görmek.. dokunamayıp işitmek.. ve izler insan. ve sever.

    yolda ilerleyen "o" yukarı bakıp iplerde yürüyeni görmeyecektir dahi. beraber yürünmeyecek ağaçlık patika. ama aykırı yolu seçen, onu görüp yüzündeki her ifadeyi, yürüyüşünü seyre dalacak. bir yandan kendi yolunda giderken bir yandan "o"nu görmese de, duymasa da, bir bakışa, bir dokunuşa hasret olsa da hep en güzeli, en iyiyi isteyecek öteki için. ve onun her tebessümüne çılgınlar gibi sevinecek.

    ve görmese de duymasa da. ve bilmese de, dokunmasa da..
    ve... sevilmese de... sonsuza dek..

    o insanı tanrı gibi sevecektir.
20 entry daha
hesabın var mı? giriş yap