roma cumhuriyeti'nin
roma imparatorluğu'na dönüşmesinde kilit rollerden birini oynamış, zenginliği dillere destan olmuş romalı politikacı, general ve hatip.
m.ö. 97 senesinde roma cumhuriyeti konsüllüğü görevini üstlenmiş olan
publius crassus'un oğlu olarak m.ö. 115'te dünyaya gelen marcus, babasının askeri seferlerinde daha 16 yaşındayken aktif olarak komuta kademesinde yer almaya başlamış ve m.ö. 93 yılındaki
lusitania * seferinin başarıya ulaşmasında önemli rol oynamıştır.
cinna ve
gaius marius tarafından mağlup edildikten sonra, publius crassus intihar etmiştir ve bunun üzerine de genç marcus, m.ö. 86 yılında önce
lusitania sonra da
hispanya * eyaletine sığınarak ünlü general
lucius cornelius sulla'nın himayesine girmiştir.
marius'un en önemli müttefiği ve aynı zamanda
jül sezar'ın da kayınpederi olan
cinna'nın ölmesinden sonra, sulla'nın marius'u mağlup ederek italya ve hispanya'nın kontrolünü tamamen sağladığı iç savaş sırasında sulla'nın en direşken ve başarılı komutanı olarak sivrilen crassus, bu süreçteki en önemli muharebe olan m.ö. 82 yılındaki porta collina savaşı'nda sulla'nın ordusunun sağ tarafını kontrol etmiş ve sulla solda ve merkezde geri çekilmek durumunda kalmışken, rakibin sol kanadını çökertip bir anda ortaya saldırarak marius'un lejyonerlerini sıkıştırarak savaşın kazanılmasında stratejik dehasıyla da çok mühim bir rol üstlenmiştir. savaşın ardından, özellikle marius'un destekçilerinin çoğunun
devlet düşmanı ilan edilmesini takiben bu yüzlerce zenginin mallarına, kölelerine, altınlarına ve taşınmazlarına el koyan crassus, daha otuzlu yaşlarında olağanüstü bir zenginliğe sahip olmuştur.
vesta bakireleri'nden bir kadın olan licinia ile m.ö. 70'lerde yakın bir ilişki kurmasından ötürü ciddi bir soruşturma ve mahkeme süreci atlatan crassus, kendisini licinia'nın sahip olduğu bir villayı düşük fiyata satın almaya çalıştığını iddia ederek aklamış ve gerçekten de söz konusu villayı aklandıktan hemen sonra satın almıştır. dönemin hatiplerinden
çiçero ise gerçeğin bu olmadığı ve evli bir asil olan crassus'un licinia ile bir gönül ilişkisi olduğu iddiasında bulunmayı sürdürdüyse de
crassus'un serveti ve güçlü kişiliğinden çekindiğinden davayı daha ileri götürmemiştir.
politik gücünün zirvesine m.ö 73-70 dönemindeki
spartakus isyanı'nı devasa bir orduyla ve kanla bastırarak çıkmış olan crassus, aynı zamanda çok eski bir askeri gelenek olan
decimation'ı da uygulamasıyla bilinmektedir. m.ö. 71 yılının nisan ayında pandosia
* * yakınlarında
spartaküs ve ordusunu kuşatma hazırlıkları yapan crassus, emrindeki generallerden mummius'un kendi emirlerine karşı gelerek bir sabahın ilk ışıklarıyla açık alanda isyancı ordusuna saldırmasına engel olamamış ve saldırıyı gerçekleştiren iki lejyondan sağ kalarak kampa dönen yaklaşık 500 askere
decimation cezasını uygulatmıştır. emirlere alenen karşı gelen askerlere uygulanan ve ilk kez
etrüskler tarafından yapıldığı bilinen bu cezaya göre, askerlerl 10'ar kişilik gruplara ayrılırken içlerinden bir tanesi, diğer dokuz asker tarafından tüm ordunun gözü önünde öldürülüyordu. hezimete neden olan mummius da bu kadere boyun eğen ve
decimation ile katledilen askerlerden birisi olmuştu.
yaklaşık 1 yıl sonra,
apenin dağları'nın eteklerinde isyancıları sıkıştıran crassus, yedi lejyonuyla
spartaküs ve ordusunu mağlup etmiş, ancak ironik bir şekilde, iki lejyonuyla savaşa neredeyse son anda dahil olan
magnus pompey kadar takdir görmemiştir.
plutarkhos'a göre bunun nedeni, yaklaşık üç yıl boyunca bu isyanı küçümseyen ve maddi gücünü hunharca ve büyük bir savurganlıkla kullanmasına rağmen
spartaküs ve ordusunu mağlup etmeye bile yaklaşamayan crassus'un, pompey'in desteği olmadan yine müspet bir sonuç almasına imkan olmamasıdır. açıkçası, çoğu tarihçi bu fikre katılmasa da muhtemelen
vesta bakireleri münasebeti gerekçesiyle soylular arasındaki itibarı zedelenmiş olan crassus'un biraz da bu sebeple ikinci plana atılmış olması son derece olası.
yine de
magnus pompey ile çok da zıtlaşmayan ve
roma'daki zafer kutlamalarında da ikinci planda kalmayı sorun etmeyen crassus, m.ö. 70 ve m.ö. 69 yıllarında bir yandan plebleri yanına çekmek için ücretsiz tahıl dağıtımı ve aylık festivallere önemli paralar harcarken, öte yandan da
spqr'daki etkinliğini artırabilmek gayesiyle
magnus pompey ile beraber hareket etmeye başlamıştır. birinin diğerinin şöhretine, öbürünün de diğerinin parasına ihtiyacı olan ikili, m.ö. 70 yılında konsüllüğe atanmışlardır.
bir yıllık süre içerisinde
senato'daki muhalifleri ciddi manada politik isnatlar ve manevralarla temizlemiş olan ikilinin konsüllüklerindeki en mühim adımları ise
jül sezar ile gelecekte devlet yönetimini paylaşacakları
triumviratın ilk adımlarını atmış olmaları ve sezar'ın
pontifex maximus olması için yolunu açmalarıydı.
pompey ve crassus'un konsüllükleri döneminde, sayıları tam anlamıyla net olmasa da, 56 ila 64 arası politikacının
senato'dan uzaklaştırıldığı ve mal varlıklarına el konulduğu bilinmektedir.
m.ö. 65 yılında
censor olarak atanan crassus, zenginliği ve popülaritesini kullanarak
censor'a verilen yetkilerin dışına çıkmak ve
galya ve
hispanya başta olmak üzere pek çok eyaletten soylu ya da soylu adayına da vatandaşlık vermek isteyince birkaç ay içerisinde görevden uzaklaştırıldı. bunu bir fırsat olarak görüp
ptolemy ailesinin kontrolündeki
mısır'a saldırmak ve m.ö. 64 yılındaki konsüllük seçimlerinde de
lucius sergius catilina'ya açıkça destek vermek gibi planlarını eyleme dökmek istedi. ancak, senato'nun mısır konusundaki net tavrı ve catilina'nın da adının karıştığı komplolar sebebiyle iki çabasından da sonuç alamadı. m.ö. 62 yılındaki konsüllük seçiminde önce catilina'ya destek verse de sonradan
murena'yı desteklemiş ve daha sonra görülen "murena davası"nda da pek hazzetmediği
çiçero ile birlikte murena'yı savunarak konsüllüğünün düşmesini engellemiş ve catilina'nın roma'dan kaçması ve nihayetinde öldürülmesine ön ayak olmuştur.
pleblerin gözünde tam bir lider olan catilina'nın yaşadıklarına dolaylı yoldan da olsa sebep olmuş gibi görünen ve popülaritesinin düştüğünü anlayan crassus, yine eşsiz zenginliğini ve bağlantılarını kullanarak m.ö. 62 itibariyle
jül sezar'ın tüm borçlarını kapattı ve arasının uzun zamandır açık olduğu
magnus pompey ile yeniden bir araya gelerek sezar'ın m.ö. 59 yılındaki konsüllük seçimlerini kazanmasını sağladı. özellikle tam anlamıyla "sahne arkasındaki karanlık adam" şeklinde geçirdiği kariyerinin son on yılı (m.ö. 62-53) gerçek anlamda
roma'nın yakın geleceğinin şekillenmesine yol açtı.
bu ortamda, ilk
triumvirlik de bu üçlünün
* * * bir araya gelerek eyaletlerin yönetimini, konsüllüğü ve devletin sınırlarını genişletme planlarını kendi aralarında paylaşmasıyla işlerlik kazanmış oldu.
çiçero,
kato ve
pulcher gibi ilerleyen yıllarda yaşanacak iç savaşta kritik roller üstlenecek olan bazı politikacıların aralarını bozma çabalarına rağmen,
ravenna'da crassus'un villalarının birinde bir araya gelen üçlü;
suriye eyaleti ve ilk konsüllüğün crassus'a,
hispanya'nın pompey'e ve
galya eyaletiyle
gallia belgica'nın da sezar'a bırakılması konularında anlaştılar. bu anlaşma aynı zamanda şu anlamı da taşıyordu: crassus, cumhuriyetin doğu sınırlarını güvende tutacak ve
part imparatorluğu'na karşı savaşacak, pompey senato'yu kontrol edecek ve italya ile yakın eyaletlerin kontrolünü sağlayacak, sezar da cumhuriyeti alabildiğine kuzeye doğru genişletecekti.
m.ö. 54 itibariyle aslında her şey de planladığı gibi seyrediyordu. senato, son yarım yüzyıla göre en sakin denebilecek dönemini yaşıyor, sezar ara sıra zor duruma düşse de sürekli olarak galyalılar'ı kuzeye doğru itiyor ve crassus da doğuda önemli savaşlar kazanarak sınırları iyice güvence altına alıyordu.
lakin, sezar'ın askeri seferinin sonuçlarının sezar'ı inanılmaz şöhretli hale getirmesinden mi, pompey'in roma'da politik itibarını zirveye çıkarmasından mı yoksa sadece ve sadece sabırsızlık ve açgözlülükten mi bilinmez; crassus m.ö. 53 yılında fırat nehrini geçerek henüz takviye edilmemiş ve yaklaşık iki yıldır bölgede çarpışan 35000 yorgun lejyonuyla partlar'ın üzerine yürümeye karar verdi. işte bu karar da
marcus crassus'un, ilk
triumviratın ve hatta belki de
roma cumhuriyeti'nin sonunu getirdi.
sayıları tahminen 11000-12000 arasında değişen
surena ve
orodes yönetimindeki part ordusu, 35000'i lejyoner yaklaşık 39000 kişilik roma ordusuyla
carrhae savaşı * adı verilen savaşta karşılaşmış, daha doğrusu yorgun lejyonlar neredeyse tamamı okçu süvarilerden oluşan part ordusuna karşı ne yapacağını bilememiş, daha akşam olmadan teslim olmuş ve üzerine lejyon sancağı kartal kafasını da kaptırmışlardır. savaşın öncesinde oğlunu da kaybeden crassus, psikolojik olarak tamamen paramparça olmuş, 20000 askeri öldürülürken ve 10000'den fazlası esir alınırken düştüğü kararsızlık ve stratejik hataları felakete yol açmıştır.
bir gün sonra,
surena ateşkes ve barış görüşmeleri için crassus'u çadırına çağırmıştır. tam olarak nasıl olduğu tartışmalı olsa da, bu görüşmeler esnasında crassus'u öldürmüştür. boğazından aşağı eritilmiş altın dökerek öldürdüğü iddiası, günümüze gelen en güçlü iddia olsa da net değildir. zenginliğiyle dillere destan olmuş
marcus crassus'un bu şekilde katledilmiş olması da inanılmaz ironik bir hikaye olagelmiştir.
işin ilginci; surena'nın başarısının tahtına mal olabileceğini düşünen orodes, savaştan birkaç hafta sonra
surena'yı da öldürtmüştür.
crassus'un katli sonrası
triumvirlik dağılmış, birkaç yıl içerisinde pompey ve sezar'ın arası bozulmuş ve m.ö. 31'deki
aktium savaşı'na kadar tam anlamıyla hiç bitmeyecek bir iç savaş başlamıştır. öyle bir iç savaş ki
jül sezar,
magnus pompey,
kato,
marcus antonius,
çiçero,
marcus junius brutus,
lepidus,
gaius cassius longinus ve tabii ki
gaius julius caesar octavianus augustus gibi adeta bir "roman all-stars" diyebileceğimiz dönemin tüm soylu ve ünlü politikacı ve generalleri bu savaşa bir şekilde dahil olmuş ve en nihayetinde de cumhuriyetin sonu gelmiş ve
augustus'un iç savaşı bitirmesiyle birlikte tam anlamıyla bir imparatorluk haline gelmiştir
roma.
kısacası
marcus crassus, çok ama çok zengin ve çok önemli soylu bir romalı'dır ve yaptıkları, yapmadıkları ve yakın gelecekteki etkileriyle bir devletin beki de yüz yıllarını şekillendirmede baş rol oynamıştır.
aslında, uzun vadede de ciddi bir etkisi olmuştur ve
latince'den türeyen dillere ismiyle "görgüsüz, sonradan görme, zengin, itici" gibi anlamları olan
crass sözcüğünün girmesini sağlamıştır. velhasılı, önemli bir adamdır.