7 entry daha
  • film hakkında hiçbir şey yazmayacaktım, ancak 30 kasım 2018 günü galasına gitme imkanı buldum. bu galada da yapımcısı monsieur "sosyal medyada lütfen bizi ve filmimizi olumlu-olumsuz eleştirin" dedi. bu çok hoşuma gitti.

    spoiler değil bence, ama güvenmiyorsanız kendinize devamını okumayınız

    spesifik bir şu karakter de şunu dedi, amma da saçmaydı şu sahne diye bir not düşmeyeceğim. bu sayfalar alır ve bu film artık hayatımdan çıksın istiyorum. filmi gerçekten bir sinema izleyeni gibi izleyenler film üzerinden aslında türk sinemasının bugününe değindiğimi anlar, umarım.

    film önümüzdeki hafta cuma galiba vizyona girecek. sonra söyleyeceğimi başta söylüyorum: türk sinema izleyicisi diye bir şeyden söz etmek mümkün değildir; çünkü galadaki insanlar 2 saatlik bir "reklamsız" dizi bölümü izlediler. üstelik çok da sevdiler ve haftaya tekrar tim'de devamını izleyebilmek için birbirlerini öldürebilirler.

    sinema güncel estetik değerleri göz önünde bulundurarak ama klasiğe de sırt çevirmeden öykünüzü anlattığınız bir araçtır. dolayısıyla eğer ki sinemada bir filmi izliyorsam, hiç olmazsa bir yönetmen seçkisi resimler bütünü görmek isterim. nankördür sinema izleyicisi, oyunculuk da görmek ister, bitmedi mekanlar da iyi olsun ister. eğer biraz göz sahibiyse ışık devamlılığına kadar bakar. eli kalem tutan ve biraz mürekkep yaladıysa senaryodaki bütünlüğe, yan olayların ana olaya katkısına, figüranların hipodromdaki el-kol hareketlerinin gerçekliğine kadar bakar. üstelik türkiye'nin iki büyük yapımcı firmasını bir araya getiren bu yapımda acımasız olmak da görevidir.

    bana güzel sanatlarda öğretilen ilk şey: "karakter senarist istedi diye değil, olay-öykü öyle gerektirdiği için bir şey yapar/söyler" filmin tamamında karakterler keyfi hareket ediyor. "bu niye şimdi böyle oldu ki?" demekten yoruluyor sinema izleyicisi. bu ise artık sizin filmi izlemekten çok "dramatik kırılma anları yaratamama hataları" aramanıza sebep oluyor. filmde kötü duruma düşen biriyle ilgili dalga geçerken buluyorsunuz kendinizi, çünkü ortam çok karanlık ve öyküyle alakalı hiç umut yok.

    çok çok özgün ve türkiye'de sinemada öyle yerli yapım olarak pek sık rastlanmayacak kadar özgün bir öykü var ortada. ben dahil birçoğumuz halis karataş'ın arka planında ne olduğunu bilmiyorduk. ancak bunu türk dizi izleyicisinin anlayacağı seviyeye çekerseniz o film olmuyor, olamıyor. o bir slayt gösterisi oluyor. senaryonun kendi içerisinde çok amatör, ama salonun çok güldüğü/duygulandığı anları var. "e be kardeşim, işte reaksiyon almış" diyecekler olabilir. alabilir film. ancak bu şekilde amatör hatalar silsileleriyle dolu filmler çekersek, türk sineması olduğu yerde bile sayamıyor gördüğümüz gibi, birbirinin eşi romantik komediler ve osuruk komiği komedilerle vakit öldürüyor.

    yazık ki övünülecek bir film yok ortada. evet emek var ama bu emek muhabbeti boş bir muhabbet artık. dünya ile amerika ile yarışmak mümkün değil, ancak 1940lardan beri çok çok yenilikçi bir avrupa sineması var ve hiç de uzak değiliz oraya. altyapı olarak iyiyiz, yetişmiş elemansa niceliksel bakarsak gerçekten var. evet bu elemanları donatamıyoruz, niteliksizler çünkü.. hepsinin değil ama birçoğunun derdi "cigara" içebilmek, bira içebilmek, roma'ya tatile gidip, hollanda'da köprüye kilit takıp bisikletle şehir turlamak ama hiçbir zaman özenmekten vazgeçmemek.. çünkü reklamda-klipte-dizide heba olan; yetmiyor gibi üstüne paraları verilmeyen bir avuç acayip insan bunlar. sektör olarak ortada bir sektör de yok aslında. dolayısıyla bu monsieur/mademoiselle ve madamların yönetmen de olsalar, gaffer de olsalar, çaycı da olsalar, "sessiizliiiiik!" diyen yardımcı yönetmen de olsalar yapabilecekleri şeyler kısıtlı. bu film de bunun en güzel kanıtı.
520 entry daha
hesabın var mı? giriş yap