131 entry daha
  • esasında dinleyecek kimsen kalmadıysa burada yaptığın şey bildiğin kendini dinlemektir.

    öyle saatlerimde neyi merak ediyorum biliyor musunuz? insanların filmini, hangi etkiler altında oluştuğunu... çok gülenlerin niye çok güldüğünü, devamlı ağlayanların niye ağladığını… bazen arkadaşlarımızla tartışırız, konuşuruz, bir fikri savunuruz. acımasızca üstüne gideriz karşımızdaki insanın. sonra bir ara tartışırken durup düşünürüm. konuşurken, tartışırken, bir fikri savunurken ya da bir fikre hücum ederken gördüğümüz insanın hemen arkasında onun hayatını anlatan bir film gösterilse.. insanlar konuşurlarken vücutlarında bir uzuv onların çevrelerini, korkularını, arkadaşlarını, çocukluklarını, hastalıklarını vb. birikimlerini, bütün bir geçmişlerini gösteren bir perde görevinde olsaydı... herhalde bugün birbirini anlamayan anlamlandıramayan dolayısıyla anlaşamayan insanların sayısı çok azalırdı. düşünsenize.. siz birisini dinlerken aynı anda birkaç dakika içinde onun hayatını seyrediyorsunuz.. o insanın hangi etkiler altında oluştuğunu görüyorsunuz. o da aynı şekilde sizi teşhis ediyor. birbirinize ne kadar anlayışlı davranırdınız değil mi? yani sevdiğin adam ve kendiniz ya da akşam evde buluşan çiftler o günü nasıl geçirdiklerini birer video kaset aracılığıyla birbirlerine anlatabilselerdi, yıpratıcı tartışmalar yerini karşılıklı ve gittikçe artan hayranlıklara bırakırdı herhalde.. değil mi? haksız mıyım?.. düşünürüm bütün bunları hep öyle saatlerde. vardığım sonuç da şu olur: böyle bir şey mümkün değil... bu hayalim bilim kurgunun konusu olsun şimdilik.. ama teknik olarak bunu gerçekleştiremiyor olsak bile soyut olarak hep bunu başarmaya çalışmıyor muyuz? kendi filmimizi göstermeye gayret sarf etmiyor muyuz? ya da bunun başarılması gerektiğini söylemiyor muyuz? bunu yapmaya çalışırken unuttuğumuz bir şey var ki o da her iletişim sürecini engellerle dolduruyor. neyi unutuyoruz? karşı tarafın da bir filmi olduğunu.. işimiz büsbütün zor değil ama. hayatların seyredilebileceği perde uzuvlarımız ya da bunu sağlayabilecek bir makine yok ama muhteşem bir düşünme gücümüz var... içinde ne olduğunu bilmesek de şunu unutmayalım ki onun da bir hayatı var, senin de bir hayatın var...

    esasında arkadaşlar dinlemek oldukça zor bir eylemdir.

    sizi gerçekte tek dinleyen kendinizsinizdir. çünkü çoğu zaman "seni dinliyorum" derken yaptığımız şey aslında "seni duyuyorum" ya da "yazdıklarını okuyorum"dur. oysa anlam sesten ibaret olamaz.
    harikulade bir ormanın önünden otobüsle geçip gittiğinizi hayal edin. bu takdirde orman size pek bir şey söylemeyecektir. ne zaman ki o otobüsten inecek ve ormanın derinliklerine gireceksiniz işte o zaman size hiçbir şey söylemeyen orman kendini açacak, anlatmaya başlayacaktır. türlü türlü kuşları, hiç bilinmedik bitkileri, ağaçlarıyla orman size kendini açacaktır. ve türlü nebatıyla size hiçbir şey söylemeyen orman kuşlarıyla şarkılarını söyleyecek ve siz hiç bilmediğiniz bir şarkının notalarıyla dansa başlayacaksınızdır.

    insanları otobüsle kıyılarından şöyle bir geçip giderken dinlerler. durup nefis ağaçlarıyla ve cıvıltılarıyla şarkılarını "acele etmeden" kendi içerisinde dinleyecek pek az insan bulunur. bir çift göz size bütün içtenliğiyle bakıyorsa dinlemenin anlamından haberdarsınız demektir.

    işte bunu yapacak oldukça az insan bulunduğuna göre kendi ormanınızda yalnız piknik yapmak zorundasınız. buna mecbursunuz. dolayısıyla yağmur sesini açıp kendinizi dinlersiniz. şahsen benim yaptığım budur.

    "bütün ağaçlarıyla ve kuşlarıyla çekip gitti bir gün bir orman.
    kayıtsız gözlerle seyretti bunu insanlar."
37 entry daha
hesabın var mı? giriş yap