138 entry daha
  • tarihin garip bir cilvesidir, hayvanlarla ilgili her konuda “sığ” bir bakış açısı geliştirmek. genellikle toplumsal sorunlardan bihaber, zengin, sorumsuz ve açıkçası biraz da ruhsal sorunları olan kadınların kucağındaki küçük kıvırcık tüylü köpekler; zengin ailelerin süslü giysilerle üstünde gezdikleri atlar; yoksul kesimin ise ölesiye çalıştırdığı yük hayvanları; hem satıp hem gıda olarak kullandığı hayvanlar vb. sonra “ekmek parası” mottosu üzerinden gösterilerde, yarışlarda, sirklerde akla gelebilecek her alanda sömürülen hayvanlar…

    yine gariptir ki sosyoloji, psikoloji, felsefe alanındaki pek çok önemli isim de “hayvan” ı hisseden bir canlı, korunması gereken bir yaşam formu olarak tanımlama konusunda hem çok geç kaldı, hem de günümüzde bile eksik kalıyor.

    bu nedenlerle hayvanların yaşama ve vücut bütünlüğü haklarını “kendi hislerinden yola çıkıp empatik bir saygıyla” gerçek bir adalet duygusuyla korumaya çalışan tüm insanlar yeryüzü tarihinin en saygı duyulası insanlarıdır. çünkü bir başka canlının da kendisi gibi hissedebileceğini sezmek; yani empati duygusu herkeste aynı oranda gelişmemiştir. oysa bu çok gereklidir. başka yaşamlarla hemhal olmayı, anlamayı, kavramayı ve yardımlaşmayı gerektirir.

    doğal afetlere, hastalıklara ve beklenmedik kötü vakalara karşı yardımlaşmak bir araya gelmek gerekirken, insanların başka insanlara, insanların hayvanlar için yine insana karşı mücadelesi oldu bu durum.

    hayvan haklarını savunmak aslında toplumun ve tüm geleneklerin, inançların, zevklerin ve ekonominin karşısında yalın kılıç durmak demektir. işte bu yüzden de bir hobi değil; gerçek bir meydan muharebesidir.

    muharebe diyorum çünkü; sokakta, eğlencede, evde, yemek masasında, tıp çalışmalarında, kozmetikte, giyim ve modada, medya sektöründe yani hayatın akla gelebilecek her alanında bir hayvanın yaşama ve doğal sürecini tamamlama hakkına taarruz söz konusudur. hal böyle olunca da total hayvan hakkı mücadelesi edenler “her şeye karşı” olan sevimsiz muhalifler gibi algılanıveriyor kolayca. ama bu işin doğası bu, başka türlü olması mümkün değil.
    bizim yaşam dediğimiz; acısını neşesini tüm benliğimizle hissedip “adalet” duygularımızla korumaya çalıştığımız hayvan; başkaları için “yemek, binek, ceket, ilaç deneyi için malzeme, sirkte gösteri materyali, zevk için avda öldürülecek canlı nihayetinde hiçbir şekilde maddi dönüşüme katamıyorsa yok edilmesi gereken çöp” olarak görülüyor.

    hayvan hakları savunusunun karşısında aslında bütün bir toplum duruyor. bu hemen hemen bütün ülkelerde aynı şekilde. bunca ağırlığına, eziciliğine, yalnızlaştırıcı ve umutsuz kılıcı olmasına karşın, toplum gözünde hayvan hakları savunucuları hala “sığ işlerle uğraşan kişiler” olarak algılanmakta ya da öyle algılanması istenilmektedir.
    çünkü olan bitenle yüzleşmek son derece zor bir karardır ve ciddi cesaret gerektirir. yüzleşmektense kolayı seçip “doğrudan ben öldürmüyorum, işkence etmiyorum” diyerek vicdan temizliği ile sıyrılmak tercih ediliyor. bunu değiştirmek, bu zahmetli mücadelede hayvanların yanında yani adaletin doğru noktasında durmak gerekiyor. en önemlisi kötü niyetli olmadığı halde bilgisizlik ve farkındalığın düşüklüğü nedeniyle vahşete ortak olan bir kitlenin doğru noktaya çekilmesi gerekiyor.

    mücadelenin en önemli noktalarından birisi de budur. yani hayvan hakları savunusu bir hobi değildir, hayat memat meselesidir.
43 entry daha
hesabın var mı? giriş yap