• not: içten gelen yazma isteği ile yazılmıştır, ciddiye alınmamalıdır.

    makro ekonomik görüşlerin ayrılmasındaki en temel yol ayrımı devlet müdahalesi denilen kavramdır. adam smith zamanında bakıyor ki pozitif bilim dünyasında newton denilen bir adam var evrenin işleyişini kanunlaştıran, hatta evrenin bir yaratıcıya ihtiyacı olmadan kendini sürdürdüğünü gösteriyor ve çatır çatır batı dünyasını sarsıyor.
    smith bunu görüp newton'dan ilham alarak piyasaların da doğa gibi işlediğini devletin müdahalesine gerek olmadığını vurgulayan nation's wealth isimli kitabı yayınlıyor ve 1776 da klasik denilen akım ortaya çıkıyor. klasiklere verilen en genel isimler adam smith, jean-baptiste say, david ricardo ve john stuart mill'dir.

    klasik görüşte tam rekabet piyasasından bahsediliyor çok alıcı çok satıcının bulunduğu (atomize özelliği) , malların homojen falan olduğu , piyasanın her hangi bir müdahalede başarısızlığa uğrayacağını müdahale dışında başarısızlığa uğrarsa otomatik olarak "otomatik stabilizatorler" sayesinde kendi kendine dengeye geleceğini söylüyor,görünmez el ki çoğu kişi bunu devlet zanneder değildir.

    peki klasiklerin dediği gibi mi oluyor olmuyor 1929 yılında hepimizin bildiği büyük buhran var. büyük buhran sırasında piyasda bir talep yetersizliği olduğunu gören keynes "lan aslında devletin müdahalesine gerek var" diyor. jean-baptiste say reyisin bir yasası var her arz kendi talebini yaratır diyor. keynes say yasasına ithafen her talep arz yaratır diyerek çat "the general theory of employment interest and money" kitabını yayınlıyor ve krizde talep yetersizliğine çözüm olarak genişletici maliye politikası öneriyor. ortalık yine yıkılıyor klasik görüş çökme noktasına geliyor ve keynezden devrim başlıyor.

    peki keynes'in dediği gibi mi oluyor olmuyor 1973 yılında dünya petrol krizi patlak veriyor kısa vadeli maliye politikaları işe yaramıyor. 73 yılına kadar devletler ya enflasyonla yada işsizlikle mücadele ederken. stagflasyon denilen bir olgu çıkıyor basitçe durgunluk içinde enflasyon yani işsizlik+enflasyon demek. bir babayiğit olan milton friedman çıkıp kendisi monetaristtir yanlış uygulanan politikaları ve hükümetlerin kafalarına göre politika yapmaması gerektiğini savunuyor. herkes friedmanı yanlış anlıyor ve dünyada tekrar bir klasik görüşe dönüş oluyor neo-klasikler. klasik görüş deregüle edilmiş mortgage piyasasının çat diye patlaması ki bu 2008'e denk gelmektedir yine çuvallıyor.

    peki piyasaya gerçekten müdahale edilmeli piyasayı doğaya benzeten adam smith mi haklıydı piyasayı devlete emanet eden keynez mi haklı yoksa büyük baba friedman mı ?

    hiç birisi tabi ki. adam smith en büyük hatayı piyasayı doğaya benzeterek yapmıştır ki insanın kendisi doğal değildir ki piyasası doğal olsun. doğaya baktığımız zaman gördüğümüz ilk şey doğa kanunlarının doğadaki hayvanların dolaylı bir şekilde nüfusunu kontrol altına tutması hiç bir türün overpopulated olmaması ki insan dışında insan overpopulated olarak doğanın bulunduğumuz lokal kesimindeki düzenini bozuyor. şimdi piyasa başarısızlıklarına baktığımız zaman 3 tane ana olgudan bahsedilir bazı malların aşırı üretimi bazı malların eksik üretimi veya hiç üretilmemesi. insanın doğada aşırı nüfusa ulaşması lokal de olsa doğa için bir başarısızlıktır. zaten başarısızlık üzerine inşa edilmiş bir türün uydurduğu piyasa kavramının başarısız olmaması beklenemez. klasik görüş yani adam smith'in hesaba katmadığı veya esinlenmediği bir newton yasası var, evrende enerji vardan yok yoktan var edilemez.

    bunu piyasa için uyarlarsak, evrende enerjinin vardan yok yoktan var edilememesi gibi, her piyasa için kar denilen olgu enerjiyi vardan yok yoktan var etmektir. aslında bütün piyasa başarısızlığının sebebi kar denilen olgudur. hatta gelir dağılımının adaletsiz olmasını, kaynakların düzgün bir biçimde dağılmamasının sebep kaynağı da kardır. ekonomik(üretici,tüketici,devlet) birimlerin elde ettiği karları ellerinde bulundurmanın hem enflasyon maliyeti(satın alım gücünün azalmasından kaynaklı aşınma maliyeti) hemde alternatif maliyet(elde tutulduğu durumda kaçırılan fırsatlardan dolayı bulundurma maliyeti) söz konusu olduğu için tutulan karlar fon ihtiyacı olan birimlere(ki genellikle bunlar kar amaçlıdır) finansman kaynağı olarak dağılır finansman ihtiyacını karşılayan birim bu finansman maliyetinin üzerinde bir getiriyle değerlendirecek ve buradan elde ettiği karları da yatırım veya başka bir birime finansman sağlayacak. bir yerden sonra sistem o kadar birbirine bağıntılı hale geliyor nerede bir delik açılsa orası başka birinin finansmanıyla kapatılıyor ki o finansmanın maliyeti başka bir delik açıyor. mikro bazda düşündüğümüzde de durum böyle y mahallesinin toptancısı hakan boromir üreticilerden aldığı ürünleri perakendecilere satarak elde ettiği karların bir kısmını tüketimine kullandıktan sonra kalan parayı tasarruf edelim hanım deyip ev alalım diyor bankadan kredi çekip 10 yıllık ödeme ile ev alıyor tabi banka akıllı ben diyor bu 10 yıllık kredinin likiditesi düşük ben gideyim en iyisi bunu yatırım bankasına satayım, yatırım bankası aldığı bu kredileri biriktirip sonra ev sahiplerinin yaptığı aylık kredileri menkulleştirme adında
    yatırımcılara satıyor ve eline likit yüklü para geçiyor sertifika sahiplerine de aylık kredilerden gelen paraların bir kısmını pay olarak ödüyor derken hem mevduat hem yatırım bankası hemde yatırımcılar kazanıyor aynı şekilde bu kazançlarında bir şekilde sisteme tekrar dahil olması lazım bulundurma maliyetine hiç bir birim katlanmak istemez.

    sonuç olarak devlet ister piyasaya müdahale etsin isterse tamamen elini çeksin veya tamamen ele geçirsin. tacir ticaret ve piyasanın olduğu her sistemde bir şekilde yoktan para üretimi yani kar ortaya çıkacak ve sistemin döngüsel olarak krize girmesini sağlayacaktır.
    sorunun insanın aslında doğanın başarısızlığı olmasıdır.

    edit : son cümleyi eklemeyi unutmuşum.
hesabın var mı? giriş yap