139 entry daha
  • bir film süresi içinde bana birbirinden farklı bir çok şey hissettirebilen, düşündürebilen bir film. ancak sonunda en ön planda kalan özeti:

    geciken gözyaşlari

    geciken gözyaşları konusuna gelicez, ancak önce filmden konuşalım uzun uzun... ancak genel olarak şimdiye kadar yazılmış entry'lerde geçen bazı şeylerden çok fazla bahsetmeyelim, zira filmin samimiyeti, insanların sofada oturuken inanılmaz gerçekçi duruşları vs çok etkileyici gerçekten ama, tekrarlamaya gerek yok. önünde saygı ile eğilmek lazım. yazının gerisinde de, şimdiye kadar daha az yazılmış noktalara eğilmek amacındayım, bakalım, hayırlısı... ha bu arada yazı ister istemez spoilerlarla dolu, filmi izlemeyenler okumasın bence, elimden geldiğince bu bölümlerde uyarmaya çalıştım ama atladıysam affola.
    her şeyden önce, bu kadar farklı insana bu kadar derin etki edebilen bir filmin iyi veya kötü olduğunu tartışmak çok gereksiz. çağan ırmak gayet başarılı bir senaryo yazmış, fena olmayan bir şekilde de yönetmiş. oyunculukların çoğu çok iyi. bazıları ise normal.
    aslına bakarsanız, filmi çok kısa özetlediğimizde şöyle bir sinopsis çıkıyor ortaya:

    --- spoiler ---
    karısı doğum yaparken, kendi kollarında ölen bir baba, küçük oğluyla birlikte yaşamaya çalışırken kavgalı olduğu babasının yanına taşınmak zorunda kalır, zira hastadır ve filmin sonunda ölür.
    --- spoiler ---

    çok basit ve duygu sömürüsü gibi görünüyor değil mi? öyle zaten, temelde bu basitliği ve yüzyıllardır insanları etkileyen hikayelerin temel özelliklerini almış çağan ırmak. hikayenin en genel hatlarında yeni bir şey yok, bir devrim yok. olmamalı da zaten. ancak filmde başka bir devrim var. film, türk sinemasını geçiyorum, politikasının, sanatının, tüm toplumunun yıllardır ya entellektüellikten yıkıla yıkıla baktığı, ya da görmezden geldiği 12 eylül yıllarına öyle bir derinden parmak basıyor, öyle bir halkın anlayabileceği, bu kez gözlerini kaçıramayacağı şekilde hikayeye bağlıyor ki, ben film sırasında şahsen 12 eylül'e en azından bir bir şeref golü atılmış, onu görmüşüm gibi hissettim kendimi.
    genel kurguda devrim ise şöyle:

    --- spoiler ---
    hepimizin üzüldüğü çocuk, doğarken annesini darbe yüzünden kaybetmiş, büyürken babasını darbe yüzünden kaybetmiş! işkenceler var filmde, polis korkusu var, 12 eylül mahşerinin 5 atlısı yok ortalıkta ama, o zamanları bilenler onları hissediyor yakında.
    --- spoiler ---

    ancak filmi bu kadar sevdiren bunlar mı sadece? bu kadar etkili olmasını sağlamaya yeter miydi bunlar? hayır, yetmezdi elbette. bundan sonrasında başta yönetmen, ardında oyuncuların başarısı geliyor.
    bir kere film, bütün karakterlerin yerli yerine oturduğu, ne sarktığı ne kısa kaldığı film. inanılmaz iyi bir gözlem gücü ile zamanında yönetmen/senarist'in dağarcığında yer etmiş kişiler ve olaylar, yaşandığı yılların gerçekliğiyle filme yansımış. inanılmaz bir başarı bu. bir filmi izlerken izleyici filmdeki karakterlerin söylediği her şeyi, yaptığı en ufak bir mimiği bile, bilinçaltında anında sorgular, kabul eder ya da etmez. seyirci bir repliği bile samimi bumazsa, biter o film. işte bu filmde, tüm karakterler, tüm karakterlerin vücut dilleri, konuşmaları, her şey ama her şey tam yerinde. o yılları yaşamış görmüş bir insan olarak söyleyebilirim ki, baba oğul arasındaki politik anlaşmazlıkları, polis korkularını, işkenceleri, işkencelerden geçenlerin sonraki yaşamlarını, yıkılmayarını, yalnızlıklarını, umutsuzluklarını gördüm, aynen filmdeki gibiydi.
    zaten bu gerçeklik filmi bu kadar inandırıcı, bu kadar insanları içine alan bir hale getiriyor. yoksa taplumsal belleği gaaaayet kısa olan türk halkına bu filmi başka türlü sevdiremezdi, tüm seyirci filme teğet geçer giderdi.
    çağan ırmak bu nedenle büyük bir iş başarmış diyeceğim tekrar. zira filmden sonra çok net olarak kendisiyle karşı karşıya geçip, zamanında içine attığı olayları, etrafında gördüklerini, bunları filme nasıl yansıttığını, nerelerden parçalar topladığını, ne kadarını kendisi veya yakın çevresinin yaşadığını sormak istedim.
    film, izlenirken gerçekten çok yoğun duygular içinde izleniyor. ancak sonrasında daha bir film gibi değerlendirilebiliyor. bunlarla devam edelim.

    senaryo: yukarıda da geçtiği gibi, türk sinemasının 12 eylül ile ilk samimi ve en etkili yüzleşmesi. bir gün birileri 12 eylül de mahfolmuş bir ailenin dramına bütün türkiye ağlıyacak deseleydi bana, asla inanmazdım. çağan ırmak en ufak ayrıntıya kadar o dönemi çok iyi anlamış ve aktarmış. çocuğun ismi neden deniz, farkında değil misiniz yoksa?
    fakat, çağan ırmak'ın senaryosunda bir eksik var. bilinçli yapılmış gibi geliyor bana. o da şu ki, bütün hayatı darbe yüzünden mahfolmuş ailenin, onların yakınlarının, bu darbeye, darbeyi temsil edenlere karşı tek bir olumsuz tavrının dahi olmaması. kendinizi o ailenin yerine koyun, annesi ve babası darbe yüzünden ölmüş olan çocuk olun, ya da onun bir yakını, hiç bir tepki göbtermez misiniz? insan ve toplum psikolojisine aykırı bir durum var ortada. çağan çok iyi anlamış ve anlatmış bir yere kadar darbenin hayatlara etkisini. ancak eksik kaldığı nokta, böyle nedenler ve sonuçlar üzerine insanların doğal tepkisi. o kadar suya sabuna dokunmadan bitiyor ki film, sanarsınız ki anneye kamyon çarptı da öldü, baba kanser oldu göçtü. hem o dönemin gerçeği hem de filmdeki karakterlere bakıldığında bahsettiğim tepki babaanne ve dedenin karakol basması değil elbette. ama en azından babaannenin ağzından dökülen bir "boyları devrilsin" lafıdır. çok eksik kalmış, bir dereyi doğduğu noktadan başlayıp geçtiği her yerde izleyip, tam denize döküldüğü yeri göstermemek gibi bişi bu. tüm bunları geçtim, filmin sonunda o dönemin paşalarını bir iki açıklamasını gerçek kayıtlardan kullanmak bile yetecektir belki, hem çok örneği de vardır sinemada, çok da etkilidir (bkz: dogville) (bkz: manderley).
    bunun dışında, temel örgü her zaman işlemiş olaylar zincirine dayanıyor. bunun yanında karakter yaratımı, karakterler arasındaki dialoglar çok başarılı yazılmış. ancak film seyirciyi ele geçirden sonra, çok fazla hırpalıyor. yani boks hakemi olsa çoktan filmi bitiminden 20 dakika önce durdururdu. şaka bir yana, senaryo olması gerektiğinden biraz uzun sanki.

    yönetmen: çağan ırmak, 'bir çağan ırmak tarzı vardır, bu film de onun bir göstersiidir' iddasında olmamış hiç. senaryoda göze aldığı riskleri yönetmenlikte göze almamış. ancak yaşadıklarını, bir dönem filmi yaratırken, inanılmaz gerçekçi ve olduğu gibi yansıtmayı başarmış. oyunculu yönetimi de gayet iyi. yalnız filmin çok başı ve çok sonu düşük. insan bu kadar yoğun bir filmde biraz daha etkili bir açılış ve kapanış bekliyor sinemasal anlamda. filmde ister istemez bir tv dizi filmi havası da var.

    --- spoiler ---
    filmin sonlarına doğru çocuğu yağmur altında şemsiye ile arayan babaanne ve dede görüntüsü, bana ağustosta rapsodi filminin son sahnesini anımsattı bana. bilerek mi çekti çağan ırmak bunu bilmiyorum ama önemli olan güzel görünmüş olmasıydı.
    --- spoiler ---

    oyunculuk:
    fikret kuşkan (sadık): inanılmaz başarılıydı. yemin ederim ki tanıyordum ben sadık abiyi. bizimkilerle olaylı bir mayıs'a gitmişti. dayım bize geldiğinde aşağıdan zile basar dayımı çağırırdı o zamanlar.
    çetin tekindor (hüseyin ağa): çok başarılıydı. baya filmden sonra ablamı aradım, 'filmde rahmetli dedemin birebir aynı karakteri var' dedim. dedemle dayım da az kavga etmemişlerdi o zamanlar, 'yok avukat olacaksın, yok devrimci olacağım' diye.
    ege teçman (deniz): iyi. ama daha iyisi olabilirdi. çocuk oyuncu bulmak ve performans almak her zaman zordur. deniz filmde sırıtmıyordu, ancak daha etkili bir çocuk oyuncuya rastlama şansları olabilirmiş ekibin. tabi o zaman seyircinin hali ne olurdu bilinmez.
    hümeyra (babaanne): genel olarak özellikle duyguları iki kutba sürükleme konusunda çok başarılı, ancak bir kaç sahnede düşüyor oyunculuğu.
    şerif sezer (teyze): genel olarak iyi, ancak kendi rolünün ön planda olduğu sahnelerde biraz zayıf kalmış.
    yetkin dikinciler (amca): abartılı bir karakteri oynadığı için zorlanmamış. ancak karatere kendisinden kattığı bir vücut dili var ki, bir yürüme tarzı mesela, gerçekten çok başarılı.
    binnur kaya (amcanın karısı hanife): filmin en başarılı oyuncularından biri kanımca.

    teknik: filmin teknik olarak zorlandığı yerler, deniz'in hayalinde kurguladığı olaylar.

    --- spoiler ---
    canavarlar, kurtuluş savaşı vesaire. buralarda türk sinemasının yapamadığı sahneler ortaya çıkıyor ister istemez. teknik olarak makyaj ve kostümler sırıtıyor. yönetmenlik de biraz fazla normal. zira bu hayal ürünü sahneleri biraz daha gerçeküstü ve fantastik göstermek mümkündü bence. ha, olmamış mı? olmuş, ama mükemmel olmamış. böyle bir film biraz daha mükemmel olsa daha iyi olmaz mıydı?
    senaryo olarak da tıkladığı bir yer var filmin: küçük çocuk kurtuluş savaşının bir sahnesini hayal ediyor, ancak o yaşkta bir çocuk nene hatun'un bilmez, zira daha okula başlamamış. bu arada okula başlamamış çocuğun çizgi roman okumasını kabul edebiliyor insan, okula gitmeden önce okuma yazma öğrenmek gayet mümkün zira.
    --- spoiler ---

    filmin bundan sonraki türk sinemasına bazı etkileri olacağını da düşünüyorum.
    örneğin türkiye'de gözü sadece para gören bazı patron yapımcıların, sinemadan para kazanmanın ancak filmlerde gördükleri amerikan film yapımcıları gibi hareket etmekten geçtiğini sananların son yıllarda türk sineması içine sokmaya çalıştıkları ve bir yere kadar da başardıkları içi boş sikindirik filmlerin karşısında baba gibi bir alternatif olarak duruyor olması çok önemli.
    türkiye'de gişe başarısı için ünlü ya da içi boş eğlence ve baldır bacaktan başka yollar olduğunu göstermesi açısından çok iyi.
    türkiye'de politik olaylardan bahsedip hala halka yakın durulabileceğini göstermesi açısından da çok önemli bir film.

    gelelim yazının başındaki 'geciken gözyaşları' bölümüne.
    efendim, bu seyrettiğiniz, bu hüngür hüngür ağladığınız film, aslında bir film değil. basbayağı yaşanmış gerçekler bunlar. hatta bir açıdan belgesel değeri olduğunu düşünüyorum.
    80 sonrasında yaşananlar hatırlandığında, sadık da, oğlu da şanslıydı. çağan ırmak biraz yumuşak davranmış senaryoyu yazarken. 12 eylül sonrasında, insanlar bu yansıtılandan fazla acılar da çektiler.

    --- spoiler ---
    filmin başında darbe yüzünden hastaneye yetişemeyip çocuğunu doğurduktan sonra ölen bir kadın görüyorsunuz. 12 eylül işkencelerinde, bir çuvalın içine kedilerle birlikte sokulan hamile bir kadından bahsetsem size, yeterince inandırıcı olur mu acaba bu iddialarım?
    sadık, bir zamana kadar oğlunu görebildi. o işkencelerden canlı çıkamayan insanlar da vardı biliyorsunuz değil mi? 17 yaşındayken asılabilmesi için yaşı büyütülen insanlar da vardı, onlar baba olmanın ne demek olduğunu bile bilemediler.
    anne filmin başında ölüyor, evet, çok acı. ama biliyor musunuz ki 12 eylül döneminde nice analara tecavüz edildi, çıplak bedenleri üzerinde sigara söndürüldü, filistin askılarında gerildi, karakollarda, askeri kışlalarda? 12 eylül mahşerini 5 atlısı generalden birine bir gazeteci sormuştu: "gözaltında işkence yapılıyor mu? kadınlara, erkeklere şişe sokulduğundan bahsediliyor, ne dersiniz?" ne demişti general: "şişeye ne gerek var? bizim koç gibi delikanlılarımız var!"
    sadık karısının, deniz de annesinin afedersiniz bir yerlerine işkencelerde şişe sokulacağını ya da yağız türk polis ve askerlerince tecavüze uğrayacağını bilseler, karısının, annesinin ölmüş olmasını tercih etmezler miydi acaba? ya da kadın bunları yaşamaktansa doğum sırasında öldüğü için mutlu olmaz mıydı sizce?
    sadık ve oğlunun gidebileceği bir evi, onlara sıcaklık gösterebilecek bir aileleri vardı hala. o dönemde binlerce insan, ailesi tarafından reddedildi, arkadaşları tarafından dışlandı, sokakta insanlar onlara selam bile vermedi, yollarını değiştirdiler onları görünce. hatta hatta kendi elleriyle onları şikayet ettiler sıkıyönetime, hayatlarını karattılar.
    --- spoiler ---

    diyeceğim şu ki, şimdi bu filmi izleyen yüzbinlerce kişi hüzünleniyor filmde, ağlıyorlar. ancak işte bu yüzbinler, belki kendileri değil ama anneleri babaları, işte o sadık ve oğluyla aynı sokaklarda karşılaştılar, yollarını değiştirdiler, sadık'a, 'komunist bu' diye baktılar, deniz'in annesine, 'komunistin karısı bu, orospu bunlar. komünistler karılarını birbirlerine peşkeş çekerler zaten diye düşündüler.

    --- spoiler ---
    bu yüzbinler sadık'ı hapse yolladılar, onun saklandığı evi polise haber eden o yüzbinlerin arasından birileriydi elbette. bu nedenle sadık işkence gördü, bu nedenle sadık öldü, bu yüzbinler yüzünden, o herkesin içini titreten çocuk, deniz, babasız kaldı.
    --- spoiler ---

    gene bu yüzbinler gidip o 5 generalin hazırlattığı o anayasaya %92 oranında evet oyu verdiler, aralarından birini cumhurbaşkanları olarak seçtiler değil mi? o anayasa ki hala o dönemde bu yaşananlara neden olan generallerin hakim karşısına çıkmasını engelliyor hala. bu yüzbinler sayesinde o generaller şimdi zamanında vurdukları paralarla tüm sülaleleri ile birlikte keyif çatıyor, bazısı marmaris koyuna bakan villalarında nü resimler boyuyorlar.
    tamam, belki bir çoklarının bu olanlardan haberi bile yoktu, ama bu ülkenin değerleri, bütün hayatlarını, gençliklerini bu ülkenin geleceği için ortaya koyduklarında, bu yüzbinler uyuyordu. uyumak istiyordu. tüm bu işkencelere, cinayetlere sessiz kalmayı tercih ediyordu. bir ülkeden yüzbinlerce insan hapse atılıyor, işkence görayor, bazıları işkencelerde, bazıları idam sehpalarında ölüyor ve yüzbinlerce kişinin haberi olmuyorsa bu biraz da yüzbinlerce kulağın gözün kapalı olduğu anlamına gemiyor mu?

    --- spoiler ---
    bu yüzden sadık sahilde arkadaşlarıyla içerken, 'biz bu ülke için hayatımızı verdik, kimsenin umurunda değilmiş meğer' demiyor mu filmde.
    --- spoiler ---

    kimse kusura bakmasın ama bu yüzden tüm o gözyaşları, biraz gecikmiş gözyaşları. zamanında aksa o gözyaşları, bu kadar acı çekilmezdi belki de. bir kurgu film için ağlayan bu insanlar, yanı başlarında eriyen insanları, mahfolan hayatları, bu kurgudan daha beterlerini gördüklerinde birkaç tane olsun gözyaşı dökse belki bu kadar ileri gidemezdi o generaller.
    ya da başka bir açıdan bakıldığında bu gözyaşları, geciken gözyaşları değil de, biraz günah çıkarma gözyaşları. zamanında ortaya çıkarılmamış insanlıkları için ağlıyor belki de bu kadar insan.
    daha da başka bir bakış açısıyla, insanlar aslında sadece su üstündeki acıya ağlıyor. sanırım filmde bir çok insan kendisiyle ilgili de paralellikler kurdu, daha özel sebeplerle ağladı. büyük ihtimalle de, 12 eylül, o zamanyaşananlar pek de bir iz bırakmadı seyircinin büyük bölümünde. kim bilir.

    sinema çıkışında bir anket yapılsa, sorulsa insanlara, '12 eylül generalleri mahkeme karşısına çıkarılmalı mı' diye, sonuç ne çıkardı acaba, çok merak ediyorum.

    neyse. sonuç olarak, ben filmi çok beğendim. eline sağlık çağan ırmak'ın. sinema yapmanın gerçekten büyük paralar gerektirdiği bu dönemlerde, böyle filmlerin başarılı olması çok önemli. senaryo ve yönetmenin öneminin bu şekilde ortaya çıkması türk sineması için çok iyi. umarım çağan ırmak ve bu gibi filmler yapan herkes çok çok çok paralar kazanır ve hayatında hiç bir duyarlılığı olmayan para babalarını elinde maymun olmazlar.

    ha bir de film sırasında yaşadığım ilginç bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. film tam başlayacakken, oturduğum sıranın hemen yanında 5 kişilik boş yer vardı. film başlamak üzereyken 4 yaşlı adam geldi, karanlıkta bu 5 kişilik yere oturdu. film sırasında arada onlardan yana dönüp baktım, gözleri yaşarmıştı onların da. neyse film bitti, çıkışa doğru ilerlerken yanyanaydık birisiyle. döndüm sordum:
    "siz de mi ağladınız kenan paşam?"
    "ağladım tabi, almamaz mı insan? o küçük çocuk için ağladım. kendi babam geldi aklıma, ağladım."
    "e, sadık için ağlamadınız mı paşam, baksanıza işkence yüzünden öldü?" diye sordum.
    yanındaki ihtiyarlaran biri atıldı,
    "ne yani, işkence yapmayacaklardı da, besleyecekler miydi?"
1034 entry daha
hesabın var mı? giriş yap