7 entry daha
  • sinemada high-concept ve low-concept kavramlarından haberdar olanlar için tanımlamak gerekirse, her unsuruyla low-concept bir film. bu yüzden nefret edeni muhtemelen bol olacak.

    film, romans, gerilim, fantezi, dram, noir gibi birçok farklı janrı iskandinav pastoralliği ve minimalizmi içinde harmanlamaya çalışıyor, büyük ölçüde başarıyor da. fikir olarak daha çok kimlik arayışı, ayrımcılık, estetiklik (hayır, estetizm değil) gibi konuları irdeliyor ama bunu son yıllarda artık ezbere kalıplarla yapılan o irrite edici sjw* tavrıyla değil, daha sinemaya yakışan bir objektiflikle ortaya koyuyor.

    yukarıda birinin daha yazdığı gibi insan-hayvan, erkek-kadın gibi ayrımları sorguladığı ve hikayeyi bu ayrımların adeta içinden geçip yok eden protagonistlerin etrafında ördüğü için faydalı, vizyon açan bir film olduğunu düşünüyorum. on tane yobaz yanlışlıkla izlese, beşinin aklının bir köşesinde kalsa o bile kardır. ama elbette böyle bir çıkış noktasından daha güçlü ve etkileyici bir hikaye çıkartılabilirmiş. film bittiğinde fikirsel açıdan tatmin oluyorsunuz ama sanatsal açıdan izleyene çok da bir şey geçmiyor. fragmanı (müziğin de bunda çok etkisi var) açıkçası daha etkileyiciydi. bu açıdan çok da bayıldığım bir film olduğu söylenemez. yine de avrupa sineması, isveçlilik, açık kafalar, gerçekçi kurgu, vs. görmek, zehirlenen gözlerini arındırmak isteyenler hiç düşünmeden izleyebilir.
57 entry daha
hesabın var mı? giriş yap