4 entry daha
  • 14. yy’ın ortalarından beri ingilizce’de “ethnic” olarak kullanılan sözcük klasik yunanca’da dinsiz kişi anlamına gelen “ethnikos” sözcüğünden türemiştir. 19. yy’dan itibaren ise sözcüğün “ırksal karakteristikler” anlamı, “dinsiz”, “putperest”, ve “hristiyanlığa inanmayan” şeklindeki anlamların yerini almıştır. bundan sonra etnik sözü ilkel kültürleri tanımlamış, hatta 1960’larda amerika’da “yahudiler, italyanlar ve diğer az sayıdaki soylar için nazik bir terim” olarak tanımlanıp kullanılmaya başlanmıştır (phadnis 13).
    bugün bu kavram kabaca “kendisininkinden farklı bir kültürü olan daha büyük bir toplumda yaşayan farklı bir nüfus kategorisi” olarak tanımlanmaktadır (gencel 39). etniklik üzerine yapılan çalışmalarda çoğunlukla ırk faktörü etnikliğin ölçütlerinden biri olarak ele alınır. hatta kimi zaman bu iki kavram birbirinin yerine kullanılır. oysa aralarındaki yakın ilişkiye rağmen bu ikisi farklı şeylere işaret ederler. irk daha çok fiziksel ve biyolojik karakteristiklere, etniklik sosyo-kültürel karakteristiklere dayanır (rex 22, bulmer 54). bu ayrım biyolojik farklılık ve benzerlik gen yapısı... gibi fiziksel özelliklere işaret eden ırkın dil, tarih gibi kültürel nitelikleri barındıran etnikliğin yerine değil, ancak onun oluşturucu bir öğesi olarak kullanılması gerektiğine dikkat çeker.
    etniklik antropolojinin temel kavramlarından olan ilkselcilik çerçevesinde ele alınırsa toplumsal varlığın verili olduğu, kişinin belli bir dili konuşan, belli bir dinin mensubu ve bunu izleyen belli toplumsal pratikleri gerçekleştiren bir ailede doğduğundan hareketle bu verili etnik grup bağlılığı ve etnik kimlik ilksel, çok eski zamanlara ait olarak nitelendirilir (stavenhagen 56). bu görüşü eleştiren faller’a göre ise toplumsal ilişkiler ve kültürel üniteler olarak etniklik kadim dönemlere ait bir olgu değil, tam tersine yeni bir olgudur (reminick 48, stein ve hill 42).
    gerçekten de günümüz dünyasında yaşanan politik çatışmalara bakıldığında, çoğunun etnik grupların kimliğini koruma istemlerinden kaynaklanan çatışmalar olduğu görülecektir. dolayısıyla etniklik sadece çok eski zamanlara ait bir konu olarak ilkel kabileleri inceleme bazında antropoloji çalışmalarında ele alınmamakta, güncel bir konu olarak da karşımızda durmaktadır.
    etnikliğin -azınlık kavramı ile birlikte ele alındığında azınlık kavramının genel kabul gören tanımından hareketle- etnik grupları da içerdiği söylenebilir. sosyolojide genel kabul gören tanımlamaya göre azınlık, çağrıştırdığı gibi sayıca azınlık değil, yaşadıkları toplumda kültürel ve fiziksel karakteristiklerinden dolayı farklı ve eşitsiz muamelelerle karşılaşan ve kendilerini kollektif bir ayrımcılığın öznesi olarak gören gruptur (simpson ve yinger 347). bu anlamda azınlık etnik grupları içermekle birlikte feministler, eşcinseller vb. gibi toplumun marjinal kesimlerini de içine aldığından etnik gruptan daha geniş bir kavramdır.
    azınlık, birleşmiş millletler (bm) raporundaki “başat olmayan bir durumda olup, bir devletin geri kalan nüfusundan sayısal olarak daha az olan, bu devletin uyruğu olan üyeleri etnik, dinsel ve dilsel nitelikler bakımından nüfusun geri kalan bölümünden farklılık gösteren ve açık olarak olmasa bile kendi kültürünü, geleneklerini ve dilini korumaya yönelik bir dayanışma duygusu taşıyan bir grup” şeklinde tanımda etnik grubun çoğu özelliğini çağrıştırıyorsa da, aslında hukuken etnik gruptan farklıdır. bm insan hakları komisyonu’nun kurduğu “ayrımların önlenmesi ve azınlıkların korunması alt komitesi”ne göre, azınlık olan vatandaşların kendi devletlerine sadakatle bağlı olmaları ve ayrılarak başka devlet kurma gibi eylemlerden kaçınmaları gerekmektedir (oran 42-43). bu maddeden de anlaşılacağı üzere kendi bağımsız devletine sahip olan ve vatandaşı olduğu ülkede de tüm hakları güvence altına alınan azınlık statüsündeki grupla vatandaşı olduğu ülkede etnik özelliklerini korumaya çalışan etnik grup eşit bir azınlık statüsüne sahip değildir. bu bağlamda türkiye’deki bir çok etnik grubun azınlık statüsünde görülmediğini belirtmekte fayda vardır. çünkü daha önce de belirtildiği gibi lozan anlaşması’na göre türkiye’de sadece gayri-müslimler azınlık statüsüne sahiptir (soysal 92-99).
    etniklik bir çok farklı ölçütle tanımlanabilen esnek bir kavram olduğundan bu konuda ileri sürülen görüşlere kısaca değinmekte fayda vardır. genel olarak, benimsedikleri dil, din ve sahip oldukları kültür itibariyle diğer gruplardan farklı olan gruplar etnik olarak nitelenir. bugünkü iletişim çağında “kültür” etnik kimliği belirleyen etkin bir ortak değerdir. dil ve dini inanç etnikliğin dışa dönük en önemli göstergeleridir. ancak etnik kimliği belirlemede dil ve din birlikte önem taşıyabileceği gibi, ayrı ayrı da önem taşıyabilirler (önder 11).

    etnikliğin oluşturucu öğeleri

    robin m. williams’a göre etnik grup ve ilişkiler, ulusal kökenleri, kültürel farklılıkları, ırksal kategorileri ve dinsel ilişkileri tarafından tanımlanmış kişiler, gruplar ya da ilişkilerdir (williams 47-48). etnik kimliğin ulusal köken, din, ırk, milliyet katmanlarından biri ya da bunların kombinasyonu tarafından oluştuğunu belirten milton gordon, etnik grubu alt toplum, etnik grubun kültürel mirasını alt kültür şeklinde tanımlayarak kültürün önemine işaret eder (gordon 26-38).
    martin marger ise etnik grupların belli davranışsal karakteristikleri sürdüren alt kültürler olarak tanımlanmasını eleştirerek, benzersiz kültürel özelliklere sahip olmanın etnik grubu oluşturan öğeler olmadığını, aksi takdirde bu tanıma göre kolej öğrencilerinin ya da tarihçilerin de etnik grup sayılabileceğini söyleyerek konunun subjektif boyutunu vurgular (marger 12).
    etnik grup bir objektif topluluk olarak tanımlandığında, çoğunlukla kan bağı şeklinde ifade edilen ırk göze çarpar. bu tanımlamaya genellikle tarih, dil, din gibi kavramlar da eklenir. bunun karşısındaki görüşler, objektif özelliklerin etnik grup tanımlamasında gerekli olmayıp, aslında subjektif özelliklerin önemli olduğunu savunanlar ile objektif özelliklerin etnik tanımlamada yeterli olmayıp subjektiflerin de ele alınması gerektiğini savunanlar olmak üzere iki ana grupta toplanabilir.
    etnik grubu subjektif topluluk olarak tanımlayan görüş, doğumdan itibaren başlayan toplumsallaşma süreciyle etnik grup üyesinin üyeliğinin ve kendisi ile diğer üyeler arasındaki farklılığın bilincine vardığında ve en önemlisi üyeler arasındaki “topluluk duygusu” bilincine dikkati çekerek subjektif unsurların önemini vurgular: “bu topluluk ya da birlik duygusu, ortak tarihi mirasın ve soyun paylaşıldığının bilinmesinden ileri gelir. ortak soyun gerçek olması gerekmez, hakiki de olabilir, kurmaca da... (marger 13-18).
    etnik grubu subjektif topluluk olarak tanımlamada subjektif özelliklere verilen ağırlık zaman zaman daha da arttırılmıştır. örneğin max weber, etnik grubu, fiziksel özelliklerde ve örf ve adetlerde benzerliklerin varolduğu, ya da her ikisinin benzerliğine dair subjektif inancın yaşatıldığı gruplar olarak tanımlarken, objektif olarak bir kan bağının gerekmediğini vurgular (driedger 8). bunun gibi, diğer yazarlar, etnik grupların diğer gruplardan gözlemlenebilecek ya da ölçülecek farkı olmadığını, grup içinde ve dışında insanlar onun tek olduğunu bildikleri, ayrı bir grup olarak davranıp hissettikleri için varolduğunu savunurlar (marger 13).
    etnik kimliğin psikoanalitik açıklamasını yapan richard d.alba’ya göre ise kişilik ve kimlik, bilinç düzeyinde değil, daha derin düzeylerde olduğundan, bireyler bilinçli olarak kendi etnik geçmişlerini reddetseler de kimlikleri etnik olabilir (alba 21-22).
    etnikliği objektif/subjektif karşıtlığında almayan üçüncü gruptakiler ise karmacılar ya da sentezciler olarak adlandırılabilir. bunlara göre etnikliğin öğeleri şunlardır: gerçek ya da varsayılan bir tarihsel geçmişe duyulan subjektif inanç, gerçek ya da sembolik bir coğrafi merkez, ırk, dil, din gibi paylaşılan kültürel işaretler, bir gruba ait olma bilinci, grup dışındakiler tarafından grup farklılığının tanınması (phadnis14, bulmer 54).
    etnik grupların benzersiz kültürler tarafından tanımlanan insanların oluşturdukları objektif sosyal birimler ve grubun kendine çizdiği subjektif sınırlar olarak birlikte kavranabileceğine ilişkin en net görüşü pierre van den berghe’in sunduğu söylenebilir. van den berghe, etnik grubu, bir kültürel geleneği paylaşan ve diğer gruplardan farklı olma bilincine sahip olan grup şeklinde tanımlarken, etnikliğin bilinç olmadan varolamayacağını, ama subjektif algılamaların da tesadüfi gelişmeyip objektif karakteristikler demeti çerçevesinde kristalleştiğini söyleyerek (marger 14) konuyla ilgili tartışmalara bir derinlik katmıştır.
    dil, din, tarih, örf, adet, ve gelenekler gibi öğeleri içine alan objektif özellikler, aslında tüm bunları içeren daha kapsamlı bir başka kavrama, kültüre gönderme yapmaktadır.
    frederik barth kültürü etnikliğin oluşması ve yaşamasında hayati bir faktör olmaktan öteye götürerek etnik grubu, “....grup içindekilerin geçmişten gelen (bu geçmiş tarihsel olarak doğruluğu kanıtlanabilir olsun ya da olmasın) belli kültürel özelikleri temsil ettiği toplumsal organizasyon biçimi” olarak tanımlarken kavramı aslında kültür yerine kullanır (roosens 12).
    kültür, semboller sistemi olarak tanımlandığında ve bunların iletişimlerinin bir toplumsal bağlamda oluşup, örf, adet ve gelenekler olarak kurulup, davranış, düşünce ve duygu için düzenleyici bir çatı olarak işlev gördüğü kabul edildiğinde ise (reminick 14-18) tüm bunların “dil” aracılığıyla gerçekleştiği kendiliğinden ortaya çıkar. özellikle kimliğin toplumsallaşma süreciyle ilk önce birincil grup olan ailede oluşmaya başladığı düşünüldüğünde dilin bu süreçteki rolünün büyüklüğü daha anlaşılır bir hal almaktadır.
    ernest gellner, kültürü, fikirler, işaretler, ilişkiler sistemi ve davranışta ve iletişimde bulunmanın yolları olarak tanımlayıp dildeki farklılığın kültürde farklılığa yol açacağını söylerken, (gellner 213) gifreu da, dilin kültürel kimliğin esas karakteristiklerinden biri olduğunu vurgulamıştır (aktaran arnason 125). bourhis sachdeu ise dilin etnikliği ölçmek için en önemli karakteristiklerden biri olduğunu ve dilin etnik kimliğin en belirgin boyutu olarak hem çoğunluk hem de azınlık grubu üyelerinin toplumsal tanımlamaları için merkezi bir konumda yer aldığını söyler (aktaran arnason 210).
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap