3 entry daha
  • takribi 20 senedir içinde bulunduğum durumu özetleyen bir başlık konusu.

    melankolik yapımı keşfettiğim dönemler erken çocukluk dönemi dediğimiz zamana dayanıyor.

    çoğu çocuğun mutlu son ile biten çizgi filmler, animasyon seçimleri ben de hiç merak uyandırmıyor aksine sıkıyordu.
    oysa ben aslan kral'da simbanın babası musafanın ölmesine, bambinin annesi vurulup öldüğündeki üzüntüsüne, sevimli canavarlarda sulley'nin boo ya veda sahnesine garip bir haz duyuyordum.

    hüzne olan hayranlığım ergenlik döneminde platonik aşk, kavuşamama, uzun mesafe ilişkisi gibi bir çok drama ve üzüntüye ev sahibi olan ikili ilişkiler ile pekişti.

    mutlu olmanın aslında mutsuz olmak olduğunu öyle bir içselleştirmiştim ki,
    en güzel anlarda, en komik diyologlarda bile içten içe mutsuzluğu arıyordum.

    gözünüzde sakın salt olarak ağlayan perişan bir tip belirmesin.
    aksine sempatik, espritüel bir tipin nasıl olurda mutsuzluk ile mutlu olabildiğini düşünün.
    gülme eyleminin içten olmadığı, adet yerini bulsun diye yapılan bir olgudan bahsediyorum size.

    yeşilçamın o severek ayrılanlar konsepti ile başlayan bu duygu durumu , schindler'in listesi ile adeta pik yapıyordu.
    akranlarım 2000 lerin başında "kopmak" fiilini yeni yeni icat olduğu pop kültüründen beslenirken, ben zeki müren, cem karaca, sezen aksunun pesimist şarkılarından zevk alıyordum.

    daha sonra hayatın 3 kişilik olduğu dönemler, ülke gündemi, geçim kaygısı, bir şeyleri başaramama halleri, erken hayata atılma stresi ile tam olarak bulmuştum kendimi, ben mutsuzluğu seven bir mutluydum!

    araştırdım.. niye herkesin sevdiği, mutlu olduğu standart şeyler ile yetinemiyorum bu farklı olma olgusu yaratıcıdan gelen bir lanet mi yoksa bahşedilmiş bir lütuf muydu?

    nietzsche nin "sürülere özgü zevkler herkes için değildir" sözü ile başlayarak,
    ilk melankolik duyguların tarih sahnesine çıktığı homeros destanları'nda buldum kendimi.
    agamemnon un melankolik hallerinin tasvirleri ile ufak çaplı aydınlanma yaşasamda, tatmin olamamıştım.

    aristoteles in üstün nitelikli adamların genellikle melankolik duygulara meyil ettiği görüşü inceden götümü kaldırsa da,
    hipokratın bu duygu durumunu bir hastalık olarak nitelendirmesi, üzüyordu.

    çok zaman geçti, sorularıma hala cevap bulamadım.

    binaenaleyh;

    hala olmayan aşkın ızdırabını çekmek hoşuma gidiyor,
    insanların ben bunu dinleyince çok kötü oluyorum dediği şarkıları spotify listemin hala en tepesine yerleştiriyor,
    zweig in yazdığı o karamsar kitapları baş ucu kitabı ilan ediyorum.

    ben buyum. nuri bilge ceylan, bir zeki demirkubuz filmi gibiyim.
    kitap kahve ikilisini hayatının odak noktasına koymuş bir insanım.

    tek bildiğim şey mutsuzluk ile mutlu olduğum. o kadar.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap