16 entry daha
  • beslenme ile ilgili araştırmaların neredeyse tamamı bu tür araştırmalar sınıfına girer.

    bu da beslenme ve sağlık arasındaki ilişkiyi anlamamızı zorlaştıran hatta imkansızlaştıran bir probleme yol açıyor gibi görünüyor.

    konuyla ilgisi olmayan arkadaşlar için kısaca yöntemi aktarayım :

    araştırmacılar, incelenecek insan grubundan belli bir süre boyunca (mesela 2 sene) yediklerini ve miktarını not etmelerini ve bu bilgiyi anket ve benzeri formlarla araştırmacılar ile paylaşmalarını isterler. anketlerdeki sorular sadece yenen yemeklere dair olmak zorunda değildir, sürüyle başka göstergeyi de içerebilir (haftada kaç kez seks yapıyorsunuz sorusu gibi)

    araştırmacılar bu toplanan ham datayı inceler, sınıflar, sonra bu beyanı yapan insan grubunun çeşitli sağlık göstergelerini inceleyerek kimlerin (daha doğrusu hangi grubun) ne kadar sağlıklı olduğunu anlamaya çalışırlar.

    hayvansal yağ yiyenler kalp sağlığı açısından nasıl sorusundan tutun vegan beslenmenin cinsel hayata etkisi gibi soruları bu veri kümesine yöneltirler ve istatistiksel olarak önemli gördükleri çıkarımlar yaparlar.

    örneğin hayvansal protein ve yağ yiyenlere kıyasla veganlar 3 kat fazla seks yapıyor ve diğer değişkenler açısından bu veri kontrol edilmişse (diğer değişkenlerin etkisi eşitlenecek şekilde veri düzeltilmiş ise) o zaman "vegan beslenme azdırıyor gibi görünüyor, bu alanda detaylı araştırmalar yapılması lazımdır" gibi kıytırık 3. sayfa haberi çıkarımlar yaptıklar gibi "şekerli yiyecekler yemek kalp hastalığı riskinden ölümü artırıyor, bu konuda klinik araştırmalar yapılması lazım" gibi faydalı çıkarımlar yaparlar.

    klinik araştırmalar - yani kontrollü deneyler bu işin en yüksek çıtasıdır. klinik bir çalışmayı tarif edersek, tüm değişkenlerin kontrol altında olduğu ve etkisi araştırılacak şeyin izole edildiği randomize, çift kör araştırmalar. mesela x ilacın etkisi araştırılacaksa plasebo etkisine kadar tüm değişkenler eşitlenir (diyet, uyunan süre, egzersiz vs) ve ilacın etkisi ilacı içen ve içmeyen iki grup arasındaki fark olarak gözlemlenir. araştırmayı yapanlar bile hangi hastaların ilacı içtiğini, hangilerinin aynı görünen şeker hapı içtiğini (plasebo) bilmeden bu araştırmanın verilerini toplar ve sonrasında veri değerlendirilir, böylece (en azından teoride) ne araştırılan, ne araştıranların kişisel varsayım, beklenti ve etkileri araştırma sonucunu etkilemez.

    piyasaya çıkan ilaçlar önce hayvanlarda (genelde fare) sonra insanlarda denenerek onay alır ve piyasaya sürülür. buna rağmen bazı ilaçların bir süre sonra klinik araştırmalarda ortaya çıkmayan yan etkileri bulunur ve piyasadan kaldırılır. yani bu yöntem bile esasen %100 garantili bir yöntem değil maalesef.

    beslenmeye geri dönelim;

    beslenme klinik çalışmasını yapmak ise çok zordur zira insan vücudu değişik beslenme şekillerine süper hızlı adapte olabildiği ve birbiriyle kel alaka yiyecek kaynaklarıyla (yağ, karbohidrat, protein) uzun süre beslenebildiği için yiyeceklerin sağlığa etkisini ölçmek için bir çok değişkeni epey uzun süre kontrol altında tutmak gereklidir.

    bu işin ideali, atıyorum 1000 tane ikiz bebeği doğumda ayırıp, birini atıyorum sadece hayvansal protein ve yağ, diğerini sadece vejetaryan bir diyetle besleyip 40-50 yaşında kimin ne kadar sağlıklı olduğunu ölçmek, bunu ölçerken yenen yiyeceklerin makro besin miktarını ve dışkılardaki bileşenleri, kan değerleri ve gibi şeyleri ölçerek verileri kontrol altında tutmaktır.

    ancak böyle bir araştırma neticesinde "bitkisel beslenme sağlıklıdır, xyz hastalıklarda risk faktörünü azaltır" gibi şeyler söylemek mümkün olacaktır.

    bu tür bir araştırmayı da yapmak takdir edersiniz ki imkansıza yakındır.

    peki beslenme uzmanları bunu yapamadıkları zaman ne yapıyorlar? benzeri testleri, daha kısa sürede fareler üzerinde yapıyorlar. farelere verdikleri gıdalar ve etkilerini ölçerek insanlarla paralellik çizmeye çalışıyorlar. çünkü neden olmasın di mi?

    gel gelelim bu klinik araştırmalarda türlü türlü problemler var.
    birincisi fare ve insan farklı canlılar (oha!)
    ikincisi araştırmaların finansman kaynağı her zaman olmasa da çıkacak sonucu aşırı etkileyen bir olgu.
    üçüncüsü araştırmaların dizaynında problemler olabiliyor. ilk aklıma gelen örnek aspartam (tatlandırıcı) ve farelerde kanser oluşumu ile ilgili olan araştırma.

    bu problemler klinik arşatırmalar için geçerli, ancak epidemiyolojik araştırmalarda çok daha büyük problemler var.

    1-beslenme alışkanlıkları ile ilgili araştırmalar beyana dayalı anketler üzerinden yürüyor. yani ben araştırmaya katılıyorsam ne yediğimi oturup her gün yazıyorum.
    peki ben ne kadar doğru yazıyorum? benim satın aldığım ve yediğim elmanın şeker içeriği ile araştırmacıların baz aldığı elmanın şeker içeriği aynı değil, o halde benim "1 orta boy elma" yemem ile araştırmacıların "bu adam 90 gramlık bir elma yiyerek 23 gram şeker yemiştir" demesi arasında ne kadar tutarlılık var? 1 hamburger diye girilen bir veri, nasıl bir hamburger? ekmeğin içeriği ne, domatesin şeker içeriği ne, peynirin yağ oranı ne, köftede ne kadar yağ var, ne kadar galeta unu var, mayonez ketçap vs ne kadar konmuş? bu ufak farkları toplayıp binlerce kişiye uyarladığınızda netice epey fark ediyor.

    2-beyanlar çoğunlukla eksik ve hatalı.

    3-katılımcılar anketlerde yalan söylüyor. bu sadece beslenme ile alakalı değil, insanlar anketlerde büyük oranda yalan söylüyorlar. bunun çeşitli sebepleri var, merak eden şuradan bakabilir.

    4-seçilen örneklem (araştırmanın yapıldığı grup) ile ilgili diğer değişkenlerin kontrolü zayıf. atıyorum bitkisel beslenmenin etkisi araştırılırken (ancel keys - 7 nations study gibi) araştırılan halkların diğer yaşam pratiklerinin etkisinin sonuçlara etkisi neredeyse hiç dikkate alınmamış.

    bakınız bu niye önemli - günümüzde hala geçerli görünen "az yağlı, az etli bol tahıl meye sebzeli beslenme modeli - gıda piramidi" bu araştırma neticesinde devlet politikalarına girdi. yüz milyonlarca insanın sofrasından tereyağı, hayvansal yağlar ve proteinler azalırken yerine bitkisel hidrojenize yağlar, margarinler, yağ oranı azaltılmış ama karbohidrat oranı artırılmış "light" ürünler girdi.

    işin ilginci kalp hastalığını durdurmak için ortaya atılan bu model devlet politikası haline geldikten sonra obezite artmaya başladı.

    ancel keys'in araştırmasında öyle problemler var ki - adamın amerikan tahıl ve şeker üreticileri tarafından fonlandığını düşündürüyor - en bariz örnek , keys'in kendisinin bayraklarla tanıttığı girit adasında yaşayan köylülerin beslenme alışkanlıkları ve uzun yaşamları arasındaki bağlantı.

    keys'e göre bol sebze, az yağlı ve proteinli yiyecekler yiyen giritliler bu sebepten dolayı uzun yaşıyorlar.
    ancak araştırmaya yakından bakıldığı zaman keys'in araştırmayı yaptığı dönem ortodoks hrıstiyan olan giritli köylülerin et ve süt ürünü yemediği 40 günlük lent orucuna denk gelmiştir. yani giritlilerin 1 ay boyunca hayvansal ürün yemedikleri dönemin büyük bölümünü kapsadığı bir aralıkta "bu giritliler ne yiyorlar" diye araştırma yapılıyor, bu veriler ışığında uzun yaşayan giritlilerin uzun yaşamının bu beslenme modeliyle ilişkisi olduğu iddia ediliyor. lent orucu tutan ve tutmayanlar arasında bir ayrım yapılmıyor.

    düşün bak - mesela bizim ramazan ayında gelip 1 ay bu türkler ne yiyolar diye veri toplayıp geri dönüp "türkler esmer, kıllı ve tıknaz çünkü tüm gün su içmiyor ,yemek yemiyorlar, akşama hayvani bir yemek yiyorlar" gibi bir çıkarım yapmaya benziyor bu.

    peki bitti mi? hayır. ancel keys 655 giritli ve korfu'lu erkeği inceliyor. ama anketlere verilen cevaplar tutarsız oldugu için gıda örneği aldığı total 33 erkeğin datası üzerine kuruyor tüm araştırmayı. giritte o dönem 400.000 civarı insan yaşıyor.

    düşün bak, yüz milyonlarca insan, 33 tane adamın kısa bir süre yediği şeyler üzerinden beslenmesini değiştirdi. daha girit ve korfu adasında yaşayan bu köylülerin 1960ların başlarında karşı karşıya oldukları fakirlik, benzin kıtlığı vs gibi sebeplerle daha çok hareket ettikleri (fiziksel işçilik, araba kullanmama vs) gibi detaylara giremiyoruz.

    "bitkisel beslenme" olarak sınıflandırılan ve "sağlıklı" olduğu iddia edilen araştırmalarda benzeri problemlerden muzdarip. hele meta-analiz araştırmaları yok mu aman yarappi.

    https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/20820038 örneğini ele alalım - düşük karbohidratlı diyetlerin all cause mortality adı verilen tüm sebeplerle ölüm riskini artırdığı neticesine varılmış.

    burada dikkat edilmesi gereken şeylerden bir kaçını sıralayalım -
    düşük karbohidrattan kasıt ne kadar düşük? örneğin ketojenik mi (günde 20-25 gram net karbohidrat) yoksa önerilen günlük 300 gram karbohidrat yerine atıyorum 150 gram karbohidrat yiyenler mi?

    150 gram karbohidratı daha yüksek yağ ve proteinle yemek gayet mümkün. mesela her gün işlenmiş et (bacon, sucuk, sosis vs) , ekmek, pide, hamburger, şekerli yiyecekler vs yiyerek bu makro-besin oranını tutturmak mümkün.

    öte yandan bir de şu nokta var - vejetaryan olmaya karar veren insanlar ve fastfood yiyen insanlar kıyaslandığında vejetaryan olmaya karar veren insanların beslenme konusunda önemli değişiklikler yapacak kadar konuya ehemmiyet verdiği, buradan hareketle mesela çok içmediği, sigara kullanmadığı, belki düzenli spor yaptığı, işlenmiş hazır gıdalardan da uzak durduğu tahmin edilebilir. vejetaryan beslenmenin genel sağlıksız seçenekleri harici (patates, unlu gıdalar, bitkisel yağlar) öyle kötü beslenen, obez, sigara tiryakisi ve alkolik vejetaryan tanımıyorum. buradaki sağlıklı yaşam seçimlerinin toplam etkisinin izole edilmeden "et yemek sağlıksızdır, ot yemek sağlıklıdır" çıkarımı yapmak hatalı.

    var olan araştırmaları inceleyen bir grup bilim adamının toplu açıklaması : https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24769880 ve et yemekle daha önce paylaştığım kanser riski arasındaki ilişkinin var olmadığını beyan ediyor.

    who geçen sene "et karşıtı" bir bildiri yayınladı.

    bu bildiri 20 kadar araştırmayı kaynak gösterdi. fakat clickbait gazeteciliğin bir adım ötesine geçip araştırmalara yakından baktığımız zaman gördüğümüz şeyler çok ilginç.

    who bildirgesi, et yemekle sağlık riskleri arasında bağlantı bulamayan araştırmaları tamamen görmezden gelmiş;
    araştırmaların büyük çoğunluğu bu entry'de anlattığım türde "epidemiyolojik araştırmalar"
    6 klinik araştırmanın 4ü aynı grup tarafından gerçekleştirilmiş,
    klinik araştırmaların 3ü fareler üzerinde yapılmış ve farelere kanserojen oldugu bilinen maddeler enjekte edildikten sonra diyetin etkisi araştırılmış.

    şurada araştırmalara yakından bakan bir doktorun ilgili makalesini inceleyebilirsiniz (grafikler güzel)

    son olarak bu araştırmalardaki "sponsor meyli" ya da sponsorship bias adı verilen hadise var.

    evet tahmin edebileceğiniz gibi, bir araştırmaya sponsor olan kurum-çıkar grubu-lobi grubu vs her kimse, o araştırmadan ilgili grubu iyi gösteren netice çıkma olasılığı fazla.
    bir başka problem de "publishing bias" adı verilen problem. buradaki problem, yayınlanma - yani prestijli bilimsel jurnallerde yayınlanma ihtimali olan çıkarımlarda bulunma eğilimi. x bir yiyeceğin kansere sebep olabileceği ile ilgili bir araştırma sonucunun yayınlanma ihtimali aynı yiyeceğin kanser yaptığı ile ilgili bir bilgiye ulaşılamadığı bir araştırmaya kıyasla yayınlanma olasılığı daha fazla. bu sebeple araştırmacılar - yayınlanabilmek için - bu bağlantıları ispat etmeye meyledebiliyorlar. clickbait'in akademya'daki karşılığı gibi.

    çok fazla detaya girmeden meraklısına zeytinyağı üreticilerinin kurduğu non-profit (kar amacı gütmeyen kuruluş) oldways isimli bir vakfın nasıl gazeteciler ve beslenme uzmanı sağlık otoritelerini yunanistan'da gezilere götürüp zeytinyağı kullanımı ile ilgili övgü dolu yazılar yazmalarını sağladığı ile ilgili link:

    https://www.foodpolitics.com/…-what-it-is-benefits/
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap