2 entry daha
  • alexandro jodorowsky üzerinden bir sinemasever dünyası analizi yapabiliriz. durmadan daha yeni bir isim arayan bir dünya sinemasever dünyası, başkalarının bilmediği yeni bir isim. başkalarının bilmediği ismi öne çıkarmak için kimi eksikliklerini de gözardı etmeliyiz, kuul hip bir havaya büründürmeliyiz mesela. misal daha ozu, mizoguchi, kurosawa bitirmeden seijun suzuki'yi bulmalıyız. veya 60lar japon erotik sinemasını tüketmeliyiz. ozu, mizoguchi ve kurosawa'yı tüketmemiş olmakta hususi bir sorun göremiyorum yanlış anlaşılmasın. ayrıyetten suzuki'yi bu işgüzar modacı zihniyetli sinemaseverler sayesinde keşfetmiş olmaktan da memnunum. ama hep aynı şey oluyor: bu daha evvel duymadığımız, keşfedilmemiş cevher rejisörler, birden japon sinemasının, kore sinemasının falan filan, olmazsa olmazı, medarı iftarı, büyük ustası ilan ediliyor. tamam suzuki'nin saykodelik sineması çok eğlenceli de, vasat bir kurosawa filmine yaklaşması mümkün değil. iyi filmi yok suzuki'nin, ilginç filmleri var.

    aynı şekilde 1960 ve 70lerde uyuşturucudan beyni sünger olmuş bir jodorowsky çıkıyor karşımıza isim olarak, "vay be nasıl bilmezsin? dünyanın en önemli yönetmenlerinden biri" diye tanıtılıyor. haydaa... hay amına koyyim ya... vallaha bilemedik... şimdi the holy mountain'ı bana tanıtan kişiye saygım sonsuz ve filmi izlediğime çok memnunum, çok şey aldım. ve fakat herşeyi yerli yerine bir oturtalım.

    evvela ilginç bir film, iyi bir film değil the holy mountain. ha çok ilginç bir film o ayrı. görsel açıdan, jodorowsky aldığı lsd'nin hakkını tepe tepe veriyor. kimi sahnelerin atlayan kurgusu heyecan verici derecede müthiş. yer yer kahkahalar atıyoruz, yer yer sanat yönetimine, kamera yönetimine, mizansene hayranlıkla bakakalıyoruz. sonuçta bir jodorowsky filmine ulaşmak için verdiğimiz onca çabaya değiyor. hiç pişman olmuyoruz.

    ama iyi bir film mi the holy mountain? eğer katolik değilseniz, jodorowsky'nin katolik kilisesini "yerle bir eden" ucuz metaforları insanda "şunlar geçsin de yine ilginç bişeyler görelim"den öte bir his uyandırmıyor. ilginç şeyler, misal silah fabrikası, şudur budur, yine aynı ucuz sansasyonun, hesapta provoke edici olması gereken, ama kendi provoke ediciliğine, "fuck you"culuğuna, zıpırlığına (gereksiz yere, zira son derece konvansiyonel olduğunu belirtmek lazım) hayran zihniyetin eseri; ama en azından görsel açıdan bombastik. misal kurgusunun, her görüntüyü tablo gibi işleyişinin greenaway'i, ve özellikle wes anderson'ı etkilediğini görmemek mümkün değil. ama greenaway ve anderson komple sanatçılarken, filmleri bütünüylen "sanat eseri"yken, jodorowsky o filmleri etkilediği özellikleriyle kalıyor. gerisi hippi saçması bir dünya görüşü, doğayla bir olalım, üstün insana dönüşelim. sorun söylenende de değil, söyleyişteki insanı bunaltan naiflikte, o naifliğin tüm dünyayı hakir gören ucuzluğunda, çok bilmişliğinde ... veya filmin dvdsindeki röportaj yapılan amcanın "sansasyonel, görülmemiş!" şeklinde lanse ettiği o müthiş sürpriz son. ilüzyonu yok ediyoruz yani. lan ne ilüzyonu yarattın yok ediyosun? lsd almadık, biz farkındayız, kötü bir film, ilüzyon içinde değiliz. görülmemiş de değil, godard izledik çok şükür.

    nihayetinde bu derece katolik etkili filmlere dayanmak pek mümkün değil, uyuşturucu almadıysanız. iyi yanlarını, ki süper ilginç iyi yanlar bunlar tekrar edeyim, bir yana koyarsak mesajım şudur: gerçekten iyi olup da yeniden keşfedilen çok az kişi var. terrence malick belki, the thin red line'dan sonra. veya hali hazırda iyi bir yönetmenin değeri bilinmemiş bir filmi keşfedilir; after hours gibi misal. lütfen jodorowsky'i keşfetmenin heyecanıyla dünyanız değişmesin. kadrini kıymetini bilin, ama bir yönetmenle tüm sinema tarihini değiştirilebileciğini düşünmeyin. emrediyorum.
86 entry daha
hesabın var mı? giriş yap