102 entry daha
  • ilkel toplumun azaları, geçimleri gereği olan tüm servetleri ortaklaşa ürettikleri sürece “özel mülkiyet” dediğimiz toplumsal olgu ortaya çıkmamıştı. ancak üretici güçlerin ilerlemesine bağlı olarak, işbölümü sebebiyle topluluğun birliği parçalandı. topluluk azaları değişime konulmuş nesneleri ayrı ayrı üretmeye başladıkları anda yeni bir müessesesi, özel mülkiyet olgusunu ortaya çıkardılar.

    emek üretkenliğinin artması, insan üzerindeki mülkiyeti başka bir deyişle malların direk üreticisi olanların mülkiyetini de yarattı. kişinin ancak açlıktan can vermemek için en ihtiyaç duyulan olanı üretebildiği vakitlerde, insanın insan tarafından sömürülmesi mevzubahis değildi. bu yüzden, savaşta esir alınanlar hemen her vakit öldürülürdü. ancak topluluk, nüfusun artmasında bilhassa fayda görüyorsa, o zaman tutsaklar da topluluğa “kabul edilir”, onlara öteki azalarla eşit haklar tanınırdı.

    emek üretkenliğindeki ilerleyiş, bu vaziyete bitirdi; zira esir, şimdi kendi tükettiğinden daha fazla değer üretiyordu. toplumun bir bölümü, toplumsal artı ürün hisseninden faydalanma hakkını onun elinden alıp, esiri çalışmaya zorlayarak, esir tarafından yaratılan ürünleri kendine mal edebiliyordu. bir başka söylemle, tutsağın emeğini sömürebiliyordu.

    onun için, artık savaş tutsakları öldürülmez oldu. köle haline dönüştürüldüler yani haklardan yoksun kılındılar. artı ürün sağladıkları müddet ve ölçüde, özgür topluluğun kendilerine müsamaha gösterdiği emekçiler sınıfı haline getirildiler.

    köle, efendisinin pek işine faydaydı fakat çalışması artık fayda sağlamaz hale geldiği anda efendisi onu öldürmekte serbestti.

    emeğin artı ürün sağladığı, ancak bunun direk üreticinin bedensel ve tinsel çöküntüsü pahasına ele geçirildiği o çağda kölelik, alelade bir olguydu.

    demek ki, böylelikle ilkel topluluğun diğer temel ilkelerinden biri başka bir deyişle topluluğun bütün azalarının ortaklaşa ve kardeşçesine çalışmaları, geçersiz hale geliyordu.

    özgür üreticilerin yanında, kendi gereksinmelerini karşılamak için değil, başkasının yararına bir artı ürün yaratmak için çalışan kölelerin emeği, bir zenginlik kaynağı oluşturuyordu.

    insan, bir sefer bu imkanı keşfetmiş ve ele geçirmişken artık onu ayrılmaya kolay kolay razı olmazdı. nitekim olmadı da!...

    başlangıçta köleler, topluluğun veyahut ataerkil nitelikli ailenin malıydı. ancak giderek, topluluğun ileri gelenleri hem ortak malları hem de köleleri ele geçirdi. köleler, reislerin ve klan aristokrasisinin temsilcilerinin özel mülkü haline geldi. köle emeğinin sömürülmesi, bu grubu zenginleştirdi ve iktidarlarını daha da güçlendirdi.

    köleliğin müesseseleşmesi, insanın insan tarafından sömürüldüğü yeni bir tarih çağını başlattı. bu, üretici güçlerin ilerlemesi için zaruri, tümüyle natürel ve sıradan bir olgu tarzında gelişti.

    kölelik müessesesinin toplumbilim açısından ortaya çıkışının ilk kez hangi toplumlarda başladığını kolayca tespit edemiyoruz.

    bilinen o ki antik mısır, hint, maya, inka ve aztek muasırlıklarında kölelik müesseseleri vardı.

    sözgelimi hint egemenleri köleye “iki ayaklı mülk” mananına gelen dvipada, evcil hayvanlara ise “dört ayaklı mülk” mananına gelen çatuşpada ismini verirdi.

    kölelik müessesesiyle alakalı en geniş bilgileri, yazıları ve yasaları öğrenebildiğimiz helen ve roma toplumlarındaki uygulamaları incelemek, hoşgörü düşüncesinin kölelik müessesesiyle ilişkisine ışık tutmak itibariyle faydalı olacaktır.

    daha önceki helenlerin doulos, romalıların ise servus dediği köleler, tüm antik çağ süresince özgür insan gücünün yanında cayılamaz bir toplumsal sınıf olarak bulundu. kölelerin antik muasırlığa katkısını günümüzdeki makinelerin hayatımıza yaptıkları katkı ile mukayese etmek imkanlıdır.

    antik çağ ve ilk çağ boyunca köleler, alınıp satılabilen, işe yaramaz hale gelince bir yana atılabilen rastgele bir mal gibi düşünülürdü.

    antik çağın tüm ulusları, kendisi dışındaki tüm insanların köle olarak yaratıldıklarına inanır ve bunu müdafaa ederdi. o çağın düşünürlerinin köleliğin ne olduğu sualine akademik düzeyde cevap aradıklarını ama kölelerin içinde bulundukları güç şartları hiç tartışmadıklarını görmek şaşırtıcıdır. bir hayli tanınmış düşünür, köleliğe akılcı ve geçerli bir gerekçe bulmak için özel gayret harcamıştır. bunlardan aristoteles “siyaset” isimli eserinde köle-efendi ilişkisine değinmiş ve köleliği zorunlu bir müessese olarak gördüğü gibi, kölelerin sadece birer “alet” olduğunu ileri sürmüştü.

    düşünürler bir yana, antik çağdaki çoğu köle dahi vaziyetini uysallıkla kabullendiği için, tüm antik çağ süresince sicilya ve anadolu’daki birkaç büyük ayaklanma dışında köleci toplumları tehdit eden ciddi bir köle başkaldırısı görülmedi. bunda, olası köle başkaldırılarına karşı egemenlerin aldıkları legal ve fiziksel tedbirler kadar, kölelerin kendi vaziyetlerini kabullenmiş olması da etken olmuştur.

    sözgelişi romalı oyun yazarı plautus’un “rudens” isimli oyununda gripus isimli bir köle, özlemlerini şu sözlerle ifade eder:

    «özgürlüğüme kavuşsaydım önce biraz arazi hane vb. alır hemen peşinden köleler edinirdim. sonra ticarete atılır limandan limana zevk için dolaşırdım. yeteri kadar ün kazanınca da, büyük bir şehir kurar kendi adımı kente verirdim: grippopolis!»

    hem helenler hem romalılar, kölelik kurumunu ayakta tutabilmek emeliyle gerekli tüm yasal tertip etmeyi büyük bir özenle yapmışlardır.

    özellikle roma hukuku’nda kölelikle alakalı bir hayli madde vardır. onlara göre; kölelik kurumu, insanlığın ortak bir uygulaması olan, “kavimler hukuku” mananına gelen “jus gentium” ile belirlenmiş bir tür toplumsal olgudur. hukuk talebeleri için kılavuz niteliği taşıyan “ınstitutiones” isimli kitapta, toplumların insanlığın ortak yasaları yanında kendi yaptığı yasaları uygulayarak ayakta kaldığına değinildikten sonra, şunlar yazılıdır:

    “yasaların kişiler arasında yaptığı temel ayırım şudur: bir insan ya özgür (libertinus) veyahut köledir (servus). özgür insanların bir bölümü doğuştan (ingenui), bir bölümü de sonradan özgür (libertini)olmuştur.”

    benzer bir roma yasasında ise, kölelerin neden birer “mal” sayıldığı şöyle izah edir:

    “özgürlük, insanın silah veyahut yasalarla engellenmeksizin istediğini yapabilme yetisidir. kölelik ise kişinin diğer bir kişiye sahip olmasını sağlayan bir kurumdur. kölelerin mülk olduğunu belirten sözcük, onların güç kullanarak ele geçmiş olmalarından kaynaklanır.”

    doulos helen dilinde, servus da roma dilinde köle mananına gelirse de, aktüel dilde köleyi anlatmak için helenler daha çok “pais” sözcüğünü, romalılar ise “puer” sözcüğünü kullanırdı. bu sözcükler, her iki dilde de “çocuk” mananına gelirdi. böylece bir bakıma aşağılayıcı bir manası vurgulamak üzere kullanılırdı.

    helencede “despotes”, latincede “dominus” olarak hatıralan efendilerin, köleleri üzerinde net bir yetkileri vardı.

    elbette!... insan sahip olduğu malı ne isterse yapar.

    efendinin evinde doğan köle çocuklara helenlerde kendi dilleri uyarınca “oikogenes”, latincede ise “verna”, yeni satın alınmış olan toy bir köleye “novicus”, tecrübeli olanlarına ise “veterator” denirdi. şimdi hepsine “köle” deyip geçiliyor ama o zamanlarda bu bağlamda bir ayırım, belirlemeler vardı.

    kölenin ele geçirilmesinden bahsedelim.

    antik çağda köleler çeşitli kaynaklardan ele geçirilirdi.

    tüm barbar kavimlerin köle olmak üzere yaratıldığına inanan helenler ile romalıların en ehemmiyetli ve ucuz köle kaynağı savaştı.

    savaşta yakalanan kişiler captivitas (savaş esiri) sayılırdı. öldürülebilir veyahut hizmetinden istifade etmek için köle olarak kullanılabilirdi.

    m.ö. 3. ve 2. asırlarda roma’nın askerî alandaki üstünlüğü, kentlerde büyük bir köle nüfusu patlaması yaratmıştı. m.ö. 58-49 seneleri arasında galyayı ele geçiren julius caesar’ın bir milyon savaş esiri aldığı, onlara çok gaddar davrandığı, kaleme aldığı “de bello gallico” isimli kendi eserinde yazılıdır.

    1. asırda yaşamış, musevi dönmesi josephus isimli bir tarih yazarı, “musevi tarihi” isimli kitabında, imparator vespasianus vaktinde yapılan musevi savaşları sonrasında (66-70) 97 bin yahudinin köle olarak satıldığını yazmıştır. sonraları, imparator hadrianus vaktinde (117-138) zorlukla bastırılan bir musevi ayaklanmasının hemen peşinden, çok sayıda yahudinin, gazze şehrinde köle olarak satıldığı belirtilmiştir.

    ? ? ?

    antik çağdaki bir başka köle edinme kaynağı da korsanlık ve haydutluk idi. doğu akdeniz’de ara ara roma donanmasının güçten düşmesine paralel olarak korsanlık artmıştı. mısır, rodos ve kartaca’nın güçten düşmesiyle denizlerde egemenliğini duyuru eden korsanlar, roma’nın bu konuda yaptığı yasaklamalara rağmen delos adasını bir tür köle pazarı konumuna getirmişlerdi korsanların köle ticaretine soyunmalarının baş nedeni, roma’nın büyük bir zenginliğe erişmesi ve romalı yurttaşların köleler için harcayacak çok paralarının olmasıydı.

    korsanlarca tutsak edilerek köle pazarlarında satılan kişiler arasında ehemmiyetli isimlere da rastlanır. bunlardan biri de, m.ö. 4. asırda yaşamış, kynik felsefenin ehemmiyetli isimlerinden sinoplu dyogenes’tir. dyogenes’in, köle pazarında satışa çıkarıldığı sırada alıcılar arasından bir korintosluyu işaret ederek, satıcı korsana «beni bu adama sat, çünkü onun bir efendiye ihtiyacı var.» dediği söylenir.

    felsefe tarihçisi dyogenes laertius’un bu öyküsünü 2. asır yazarlarından aulus gellius başka türlü anlatır. onun anlatımına göre; dyogenes’i köle pazarında satın almak isteyen korintoslu kseniades, kendisine hangi konuda uzman olduğunu sormuş ve şu yanıtı almıştı: «ben özgür insanlara hükmetmesini bilirim,» bu yanıtı çok beğenen kseniades, onu satın alıp ardından azat etmiş ve «çocuklarımı al ve onlara hükmet.» diyerek çocukla-rının eğitimini ona vermişti.

    haydutlarca kaçırılıp köle pazarında satılanlar en çok klikia, phyrigia ve benzeri anadolu kentleri ile suriye orijinli kişiler arasından seçilirdi. haydutlar tarafında iyonia ve aiolia’nın çeşitli kentlerinden kaçırılarak ephesos ve side köle pazarlarında satışa çıkarılan eğitimli kişiler, romalı zenginlerin en büyük paraları ödediği kölelerdi.

    ? ? ?

    imparatorluk döneminde roma mahkemelerince hırsızlık, soygunculuk, muhbirlik, mukaddes değerlere saygısızlık, kundakçılık ve sahtekârlık gibi suçlardan mahkûm edilen kişiler de belli bir süre ya da ömür boyu köle olarak çalıştırılabiliyordu. bunlara servus poenae (ceza kölesi) tecrübe ediyordu. bu tür kölelerin diğerlerinden en ehemmiyetli farkı şuydu: çocukları da köle sayılmaz, özgürlüklerini savunurdu.

    önceden de değinmiş olduğumuz üzere; roma yasaları, şu veyahut bu yüzden istenmeyen çocukların ailelerince satılmalarına veyahut ayrılınmalarına müsaade ediyordu. romalıların exposito ismini verdiği bu çocuklar, özgür orijinli olduklarını ispat edebilirlerse yine özgürlüklerine kavuşabilirdi.

    yahudiler ve hıristiyanlar, paganlarca uygulanan bu çocuk ayrılma olaylarına her zaman reaksiyon göstermişlerdir. bir takım helen şehirlerinde, -sözgelişi thebai’de- de bu ayrılma eylemleri büyük oranda hor görülür, yeri geldiğinde çocuklarını ayrılanlar ceza alırdı. romalıların büyük vergi saldıkları anadolu ve germania gibi eyaletlerde vergisini ödeyemeyen aileler, çocuklarını köle olmak üzere satışa çıkarırdı. romalıların eyaletlere koydukları vergiler öyle ağırdı ki, insanlar için köle olarak yaşamak, vergi ödeyen bir tebaa olarak yaşamaktan daha kolaydı.

    ? ? ?

    bir başka köle kaynağı da kişinin borcuna karşılık olarak bedenini rehin göstererek, borcunu ödeyemezse köle olmayı gönül rızası ile kabul etmesiydi.

    m.ö. 8-7. yüzyıllarda atina’da ekonominin oldukça kötüye gitmesiyle beraber, borç yüzünden köleleşme uygulamaları hayli artmıştı. ancak m.ö. 4. yüzyılda solon yasaları ile birlikte helen sitelerinde borç yüzünden köle olma uygulaması bitti. m.ö. 326 seneninde borçluların bir tür ayaklanma gerçekleştirerek senato binası önünde toplanmasının ardından, senato, roma’da borç yüzünden kölelik uygulamasını kaldırdı. buna karşın, köle olarak alınıp satılanlar dışında, borcundan dolayı efendisinin buyruğunda karın tokluğuna çalışmaya devam edenler de olurdu.

    efendilerin evinde köle bir ana babadan doğan çocuklar da köle olarak kullanılırdı. ancak köle kadınların efendilerinden peydahladıkları çocuklar, gene köle olmakla birlikte diğerlerine oranla daha iyi koşullar altında büyütülmüş ve bunlara ötekiler ile aynı olmadıklarını belirtmek üzere “vernae” denmiştir.

    köle pazarları, şehrin merkezi sayılan agorada kurulurdu. satılmak üzere yüksekçe bir platformun üstüne çıkarılan kölenin boynuna özelliklerini bildiren bir levha asılırdı. bazı alıcılar, kölenin rastgele bir sıhhat meselesi olup olmadığını anlamak için satış yerine bir doktor getirip, kontrolden geçirtme hakkına sahipti. bilgi, eğitim ve kültür düzeyini ölçmek emeliyle alıcının köleye kimi sualler yöneltmesine de müsaade edilir, hem de kölenin belli bir yeteneği olduğu ileri sürülüyorsa bunu orada uygulayarak göstermesi sağlanırdı.

    satış sonrasında, satan ile satın alan arasında şahitlerin da katıldığı bir tutanak tertip edip, imza adırdı. satış ücreti kesinlikle resmî tutanaklara geçerdi ki, devlet bu işlemden dolayı ihtiyaç duyulan vergiyi tahsil edebilsin. alıcı, kölede sonradan rastgele bir hastalık çıkması vaziyetinde sözleşmeyi tek yandaş olarak geçersiz sayıp, parasını geri isteyebilirdi.

    köle alımında çok dikkatli davranılması gerektiği için, “köle satınalmanın incelikleri” isimiyle rehber emelli el kitapları dahi yayınlanmıştı. mal olarak değerlendirildiğinden, kölenin ücreti, yaşı, geldiği ülke, bilgi düzeyi, sıhhat vaziyeti, cinsiyeti, fiziksel görünümü ve gücü kuvveti göz önünde tutularak tespit edirdi.

    bir takım dönemlerde özel kabiliyetleri olan kölelere büyük paralar ödendiği olurdu. ethopialı köleler ile garip görünümlü, yarım akıllı, kel kafalı ve uzun kulaklı olanlar, eğlence olması için satın alınır, bunlara çoğu zaman birtakım mitolojik kahramanların isimleri -sözgelişi agamemnon, akhilleus, hektor- verilirdi.

    helen siteleri ile roma şehirlerindeki köle sayısı ile ilgili bilgi veren bibliyografi çok olmakla beraber, rakamlardaki mübalağalar hasebiyle bu konuda sıhhatli bir neticeye erişilemez.

    aristoteles ve demetrios gibi yazarların bildirdiğine göre; m.ö. 4. asırda aigina’da 470 bin, korinthos’da 460 bin, atina’da 400 bin köle varmış. m.ö. 2. asır başında italya’da toplam olarak 500 bin köle olduğu söylenir. m.s. 1. yüzyılda ise italya’da 7,5 milyon yurttaşa karşılık 3 milyon kadar kölenin bulunduğu yazılıdır.

    rakamlar arasında en enteresanını tıp bilgini galenos vermiştir. 129-199 seneleri arasında batı anadolu’nun pergamon (bergama) şehrinde yaşayan galenos, şehirde 40 bin yurttaş ve 80 bin köle olduğunu yazmıştır.

    romalıların çok sayıda köle almalarının gereksinimden değil etrafa caka satmaktan kaynaklandığını söyleyen araştırmacılar vardır.

    phaleronlu demetrios’un m.ö. 312-308 senelerinde yapılan 117. olimpiyat esnasında attika’da yaşayanların nüfus sayımını yaptırdığı, neticede 21 bin atina yurttaşının yanı sıra 10 bin metoikoi (metekler) ve 400 bin oiketai (hane kölesi) bulunduğu ortaya çıkmıştır. şayet buradaki rakamda bir mübalağa veyahut yanlışlık yoksa, o dönemde atina’da 1 özgür vatandaşa takriben 13 köle düşüyor demektir.

    o dönemde atina’daki bu oran “akıl almaz gibi görünebilir.

    öyle mi?...

    bir de roma’ya bakalım.

    orta zenginlikte bir romalının evinde 400-500 kadar köle olduğu, -çiftliklerde çalışanlar dışında- çok zengin bir romalının evinde yerine göre 1000 dolayında, çiftliğinde ise bazı vakit 4000 kölenin yaşadığı yazılmıştır.

    bu rakamların roma’nın görkemini göstermek itibariyle mübalağa edilmiş olduğunu düşünebilirsiniz.

    peki, ne kadar kırpalım?... yarı yarıya mı?... hatta ancak dörtte birini mi kabullenelim?

    öyle yapılsa da rakamların dehşeti giderilmiş olmaz.

    kölelerin işleri

    romalı bir ailenin, evinde yaşayan kölesi ile çiftliğinde yaşayan kölesi arasında hem yaptıkları işler itibariyle hem de düzey itibariyle büyük farklar vardı.

    roma hukukçuları, şehir köleleri (servus urbana) ile çiftlik köleleri (servus rustica) arasındaki hudutları bariz bir biçimde çizmiştir.

    daimi hanede yaşayan bir köle, efendisi ile sık sık bir araya geldiği için ona kendini beğendirerek azat olma ihtimalini hep taşırdı. oysa çiftlik kölesi, daha çok “çiftlik kâhyası” mananına gelen vilicus’un buyruğunda çalışır, ailenin reisi (pater familiae) ile pek ender olarak yüz yüze gelmesi hasebiyle bir gün azat edilme ihtimalini aklına dahi getiremezdi.

    bir şehir kölesinin hanede, çarşıda ve diğer yerlerde yapacağı işler, efendisi tarafından belirlenirdi. bu işleri hiç karşı çıkmadan yapmak zorundaydı. efendisi onu kırbaçlayabilir, hapsedebilir, gerekirse öldürebilirdi. kölenin yargıya müracaat etmesi mevzubahis olmadığı gibi, şahitlik etmesi dahi pek ender vaziyetler dışında imkansızdı.

    köle, gerek şehirdeki hanede (villa urbana) gerekse dinlenmek için gidilen şehir dışındaki hanede (villa rustica) efendisinin yanı sıra hane halkının da her türlü hizmetini yapar, kabiliyetine göre müzik veyahut şiir, edebiyat hünerlerini sergileyerek onları eğlendirirdi.

    hiç şüphe yok ki, entelektüel bir efendinin yanında çalışan köle, diğerlerine oranla daha talihliydi. bu gibiler, kütüphanecilik etmek, muhasebe kayıtlarını tutmak, gramer hocalığı, okuyucu-
    luk, hekimlik gibi görevler üstlenirdi.

    kölelik yaparken efendisinin dikkatini çekerek azat edilen ve sonraları üne kavuşan bir hayli köle bilinmektedir.

    varlıklı aileler, çocuklarını köle dadılara emanet eder ve onlardan çocuklarını eğitmesini isterdi. ölümünden sonra, yetiştirdiği talebesi tarafından kabir taşına güzel sözlerle övgüler kazınmış birçok dadının varlığı da bilinir. güç bir iş de olsa, çocuklara bakıcılık yapmanın köleye sonradan birtakım faydalar sağladığı da gerçektir.

    çocuklardan mesul olan dadı ve öğretmenler (paidagogos) okula gidiş gelişlerde onlara eşlik eder ve savunurdu.

    kimi efendiler, çocuk bakımı işini hafife alır, en işe yaramaz kölesini bu işle görevlendirirdi. m.ö. 5. yüzyılın tanınmış devlet adamı perikles bunlardan biridir. bir keresinde ağaçtan düşerek ayağını kıran, bundan dolayı artık ağır işlerde çalışamayacak bir köle görünce, «işte şimdi tam bir paidagogos oldu.» demişti.

    romalılar genel olarak çocuklarının eğitim işinin kölelerce yapılmasını hoş karşılamazdı. ne var ki, çocuklarının helence öğrenmesini isteyen her romalı, ister istemez helen orijinli bir köleden istifade etmek zorundaydı.

    ev kölelerinin gördükleri işler arasında efendiye, görüştüğü ya da evvelce tanıştığı kişilerin isimlerini anımsatmak gibi fark bir iş daha vardı. nomenclator isimi verilen bu köleler, ayrı olarak bazı atasözlerini ve dizeleri ezberler, yeri geldiğinde efendilerinin kulağına fısıldardı.

    entelektüel kişilerin köleleri, efendilerine, okuyucu (lector), yazman (scriptor) ya da not tutucu (notarius) olarak hizmet ederken, kimileri de latin edebiyatında büyük eserler veriyordu. antonius gnipho, valerius cato, epicadus, lanaeus, palaemon, lucius pilutus, tiro (cicero’nun kölesi) ve zosimus (genç plinius’un kölesi), roma edebiyatına geçmiş çok ehemmiyetli ve ünlü kölelerdir.

    ? ? ?

    köy ya da çiftliklerde çalıştırılan tarım köleleri de vardı. bunların sayısının gittikçe artması neticeninde, onlarla rekabet edemeyen özgür köylü kesimi, önce topraklarını sonra kendilerini satmak zorunda kaldı. roma egemenleri bu vaziyete bir çare bulmak için yasalarda farklık yapma yoluna da gittiler; sözgelişi, çiftliklerde çalışan çobanların en az üçte birinin özgür yurttaşlardan olması şartını getirdiler.

    imalatı tümüyle köle emeği üzerine dayandırmanın başka tür mahzurları da vardı. kölelerden beklenen verimi alabilmek için, çok iyi bir yönetici kadrosu beslemek gerekliydi. bu da büyük bir harcamaya kapı aralıyordu. antik dönemin tarım yazarları, romalıların vilicus, helenlerin hegemon dedikleri çiftlik kâhyalarında bulunması şart olan niteliklerin üzerinde uzun uzun durur.

    kâhyalar, köleler arasından seçilen özel kişilerdi ve verim sağlamanın anahtarıydılar. çiftlikte köleleri iyi yöneterek efendiden para alma ihtimalinin olması ve bu parayı özgürlüğünü satın almada kullanması kâhyaların ehemmiyetli bir imtiyazıydı.

    cato, “de agricultura” isimli kitabında iyi bir kâhyanın görevlerini sıralamıştır.

    yeri gelmişken çok ehemmiyetli bir özelliğin altını çizmeliyiz.

    kendileri de birer köle oldukları halde, bazı kâhyaların diğer kölelere çok sert davrandığı ve kendilerine boyun eğmeyen köle kadınlara her türlü eziyeti yaptıkları görülmüştür.

    genel olarak iş gücünde azalma olmaması için çiftlik köleleri yeterince beslenir ve sağlıklarına önem verilirdi. bu vaziyet efendilerin acıma duygularından çok, köleye mal olarak bakıp değerini kaybetmesini önlemeye dönüktü. antik çağa has çeşitli tarım kitaplarında, çobanlık yapacak, çift sürecek kölelerin taşıması şart olan nitelikler ayrı ayrı ve uzun uzun sıralanır.

    ? ? ?

    antik dönemde bir takım kişiler, satın aldıkları köleleri yatırım emeliyle kullanarak başka kişilere kiralar onların sırtından para kazanırdı. bunun en çarpıcı örneği atina’da gümüş madenlerinde çalıştırılan ve sayıları binleri bulan kölelerdir. ksenophones, “poroi” (çareler) isimli eserinde, köle kiralama işinin devletçe de yapılması vaziyetinde devlet hazinesine yüklü meblağda para girebileceğini yazmıştır.

    bir köle için madene gönderilmek, kısa müddet sonra ölümle sonlanacak bir yolculuğa çıkmak demekti. üstelik özgürlüğüne kavuşturulan maden kölesi hemen hemen yok gibiydi.

    iber yarımadası ve anadolu’yu ele geçiren romalılar, bu ülkelerdeki maden yataklarını, köle kullanarak hemen işletmeye başlamışlardı. nicomedia (izmit) ve nicaea (iznik) gibi kent-
    lerdeki maden ocaklarında köle madencilerin çok kötü koşullar altında çalıştırıldığını bithynia valisi plinius’un yazmış olduğu mektuplardan öğreniyoruz.

    romalı ünlü ozan ve düşünür lucretius, madenlerde çalışan kölelerin durumlarını açık seçik olarak ifade etmiştir:

    “insanların gümüş ve altın damarlarını izlediği toprağın altındaki bu yerlerden pis kokular yükselir, madencilerin de yüzleri ve tenleri bu pis kokular nedeni ile hep soluktur. onların neden tez can verdiklerini, varlıklarının nasıl bir güvensizlik içerisinde olduğunu hiç duymadınız mı?”

    lucretius, güçlülerin zalimliğini, kötülüklerini, insanlara cinayet işleten zenginlik ve ün ihtiraslarını şöyle anlatır:

    “kendi zenginliklerini artırmak için yurttaşlarının kanını döküyorlar. cinayet üstüne cinayet işleyerek, servetlerini aç gözlülükle iki katına çıkarıyorlar. bir kardeşin içe işleyen cenaze merasimlerinden zalimane bir haz duyuyorlar. kendi yakınlarının sofrası, onlar için bir kin ve dehşet konusudur.”

    roma yasalarına göre, köleler gibi özgür insanlar da yargı neticeninde işledikleri suçun büyüklüğüne bağlı olarak ya madenlerde çalıştırılır veyahut arenada gladyatör olarak kavga etme ile cezalandırılırdı. roma mahkemelerinin arenalarda uygulanmak üzere verebileceği üç tür ceza vardı. bir sene içinde öldürülmek kaydı ile arenada kavga etme cezasına isim gladium denirdi. gladyatör eğitiminden sonra arenaya gönderilme cezası isim ludum, arenada vahşi hayvanların önüne atılma cezası isim bestias ismini taşırdı. isim ludum cezasına çarptırılmış kölenin, 3 sene içinde can vermezse özgürlüğüne kavuşma umudu vardı.

    josephus, “musevi tarihi” isimli kitabında, 70 seneninde kudüs’ü ele geçiren titus’un esirlediği yahudilerin yarısını maden ocaklarına gönderttiğini, diğer yarısını ise arenada vahşi hayvanların önüne attırdığını yazmıştır.

    insanların arenada birbirlerini öldürmesini izlemekten zevk alanların gittikçe artması üzerine, organizatörler kuvvetli köleler satın alıp onları eğiterek gladyatör yapma yolunu tuttu. capua, ravenna, pompei gibi şehirlerde bu yüzden gladyatör okulları açıldı. bu okullar, bu arada anatomi bilgisini artırmak için kadavralar üzerinde çalışan, yara iyileştirme metotlarını geliştirmek isteyen hekimler için ideal tıp eğitim merkezleriydi. antik çağın tanınmış kişi hekimlerinden galenus, anadolu’daki gladyatör okullarında ihtisas çalışmaları yaptığını yazmıştır.

    kimi gladyatörlerin efendilerince azat edilip alıştırman olarak göreve devam ettiği de olurdu. kimileri de özgürlüğüne kavuştuktan sonra sırf para hırsı ve ün nedeniyle aynı mesleğe devam ederdi. büyük paralar vererek gladyatör satın alıp onları kendine savunucu olarak görevlendiren zengin romalılara da rastlanırdı.

    ? ? ?

    bir köle kaçamazdı. kaçmayı düşünemezdi bile. bunun için mutlaka bir dış etken, bir başkasının ona özgürlüğü anlatıp ikna ederek kaçmaya yöneltmesi gerekirdi.

    bir köleyi kaçmaya yüreklendirmek kadar, legal bir kapı aralamadan öldürmenin ya da bedenine zarar vermenin de cezası vardı. kuşkusuz, kölelere verilecek zararlar karşısında uygulanan bu yasalar, insan olarak kölelere gösterilen bir müsamahanın neticesi değildi; bir imalat kaynağı olarak milli zenginliği savunmayı amaçlıyordu. yasalarla amaçlanan şeyler, manevî olmaktan çok maddî zararlara yönelikti. yoksa bir köleye kötülük ya da hakaret etmek hiçbir şekilde ceza gerektiren bir eylem değildi. köle adamdan sayılmazdı ki öyle olsun!

    kimi imparatorlar, savaşların giderek azalması neticeninde ülkedeki köle sayısında baş gösteren azalma karşısında bir dizi tedbir alma yolunu tutmuş, sırf bundan ötürü savaş çıkarmaya kalkışmamış fakat köle azat etmeyi de ağır şartlara bağlamıştır. bunun manası şöyle de belirtilebilir: yetkileri sonsuz olmasına rağmen kimi imparatorlar, fertlerin köleler üzerindeki mülkiyet haklarına karşı çok dikkatli davranmış, bunun yaralanmamasına önem vermişlerdir. zira köle, ülke ekonomisini fevkalade düzeyde etkileyen bir öğeydi. kölelik müessesesinin zayıflamaya yüz tutması, ülkenin zayıflaması demekti.

    gerek antik helen gerek antik roma döneminde çok ehemmiyetli bir toplumsal tabaka oluşturan kölelere bir sonraki bölümde devam edeceğim.

    başka bir insanın malı olan köle, efendisinin isteğine göre davranarak, özgün isiminin yanı sıra dinsel inançlarını da ayrılmak zorundaydı.

    gerçi köleler dinsel inançlarını ayrılmaya mecburi tutulurdu fakat roma dinine girmelerine de pek sıcak bakılmazdı. ancak efendilerinin desturuyla dinsel merasimlere katılabilirlerdi. bir takım dinsel müesseseler ise, köleleri bedensel olarak “pis” buldukları savıyla onları merasimlerine almazdı.

    köle, asıl ismini bırakarak yeni bir isimle çağrılmak zorundaydı. efendisi onlara bir isim bulmakta pek güçlük çekmezdi: antik çağın tanınmış kişi gezgin ve coğrafyacısı strabon, kölelere ad koyulması ile ilgili aşağıdaki bilgileri aktarmıştır:

    “atinalılar kölelerine ya geldikleri ülkenin ismini (lydos, syros gibi) veyahut o ülkede en yaygın olarak kullanılan mahalli kişi isimlerini (sözgelişi, phrygia’da manes, midas ve paphlagonia’da tibios gibi) vermektedirler.”

    erken dönemde, romalı efendiler kölelerine kendi adlarını verir, ancak adın sonuna “çocuk” mananına gelen puer sözcüğünü ilave ederdi; marcipuer (marcipor) = “marcus’un kölesi” gibi...

    romalıların kölelerine isim vermede izlediği diğer bir yol da, atinalıların yaptığı gibi onlara geldikleri ülke ile ilişkili adlar vermekti ve şüphesiz bu daha az aşağılayıcı bir yoldu. latin dili üzerine yazdığı eserinde marcus tarentius varro, kölelere isim vermede izlenen yollar ile ilgili şunları yazmiştır:

    “... ephesos’dan köle satın alan üç kişi düşünelim: biri ona köleyi satan tüccarın (artemidoros) adını verecek ve kısaca artemas diyecektir. ikincisi, onu satın aldığı bölgenin adından hareketle ion adını verecektir. üçüncüsü de köleye ephesios diyecektir; zira onu ephesos’dan satın almıştır. böylelikle herkes kölesine fark adlar verir; canı nasıl isterse.”

    azat edilen bir köle, artık efendisinin aile adını kullanma hakkını da kazanmış sayılmaktaydı. örneğin, marcus tullius cicero, sekreterliğini yapan kölesine “devşirme” mananına gelen tiro adını vermiş ama azat edildikten sonra bu kişinin adı marcus tullius tiro olmuştu.

    aynı yol, imparatorların azat ettiği köleleri için de geçerliydi. bir imparator azatlısı, kendisini azat eden imparatorun aile adını kullanabilirdi.

    köleler üzerinde mülkiyet hakkı her vakit fertlere değil, kimi vaziyetlerde imparatorun hem de direk devletin ya da bir tapınağın olabilirdi. nitekim bir hayli helen sitesi siyasi olmayan işleri gördürmek için çok sayıda köle edinmişti. bazı düşünürler tüm işlerin -resmî işler dahil- köleler tarafından görülmesinden yana olurken, aristoteles resmî işlerde kölelerin çalıştırılmasına itiraz etmişti.

    atinalılar, devlet kölelerini (demosioi) köle pazarlarından satın alırdı. ancak şaşırtıcı olan şey, atinalıların bu köleleri ehemmiyetli devlet hizmetlerinde çalıştırmalarıydı. bunun asıl nedeni, özgür insanların bu gibi görevlerde iltimas etmece yapmalarıydı. oysa kölelerin sivil toplumla ilişkileri hem çok hudutluydu hem de kimseyi iltimas etmelerine gerek yoktu. bu yüzden, atina’da gardiyanlık, meclis yazmanlığı, ağırlık ve uzunluk ölçüleri görevliliği ve güvenlik görevliliği gibi işler resmî köleler tarafından yerine getirilirdi. atina’daki resmî kölelerin çoğunun skythialı olduğu, aynı zamanda takriben bin kadar skythialının da şehrin güvenliğinden mesul olduğu bilinmektedir.

    m.ö. 221-220 seneye tarihlenen bir yazıt, atina şehrinde malî konularda büyük sorumluluklar gerektiren görevlerin kölelere verildiğini göstermektedir. çünkü, yurttaşlar arasından birer senelik müddetle seçilen bürokratlar daha etraflarını dahi tanıyamadan görev müddetini bitirip ayrılıyordu. devlet işlerinin daimilik ve verimliliğini sağlayacak bir uzman kadro gerekliydi. atinalılar, idaredeki kilit yerlere bilgili ve tecrübeli resmî köleleri yerleştirmişti.

    ancak atina’da devlet kölelerine verilen görevler her vakit ehemmiyetli ve itibarlı işler olmayabilirdi. özgür kişilerin yapmaya yanaşmadığı sevimsiz ve yorucu işler, örneğin sitenin kanalizasyon, yol yapımı, temizlik gibi işlerini doğrudan ve sadece köleler yapardı.

    ? ? ?

    romalılarda, devlet hizmetlerinde görevli kölelerden kimisi devlete (servi publici), kimisinin de imparatora (servi caesaris) ait olduğu görülür. atina’da olduğu gibi romalılar da bu köleleri devletin ehemmiyetli görevlerine getirir, özgür nüfusun küçümsediği iş kollarında çalıştırırdı.

    romalıların çok sayıda resmî köle çalıştırdığı işlerden biri, m.ö. 1. asırda yapımına başlanan roma su yolları projesiydi. erken dönemlerde bu işler daha çok müteahhitlere (publicani) verilir, onlar da işi kendi köleleri ile yürütürlerdi. daha sonra bu gibi işlerde devlet ve imparator köleleri de görevlendirilmeye başlandı. m.ö. 97 seneninde roma su yollarının sorumluluğunu (curator aquarum) üstlenen, bu konuda bir eser (de aquis) bile vermiş olan frontinus, hem bu su sisteminin çalışması hem resmî kölelerin işlevlerine ait değerli bilgiler vermiştir.

    bir devlet kölesi, şayet kendi işlerini görecek beceride bir başka köle satın alır, kendi yerine vekil olarak bırakırsa, azat edilebilirdi. işte devlet ve imparator kölelerinin böyle bir hakkı vardı. kölenin kölesi olan kişiye vicarius denir, can vermesi ya da kaçması vaziyetinde onu satın alan devlet kölesinin yeniden iş başı etmesi gerekirdi.

    devlet kölelerinin izdivaç etmelerine -şüphesiz köle bir kadınla- birçok hudut getirilmekle beraber, bazı şartlarda müsaade edilirdi. 27 ağustos 326 tarihli ve serdica (sofya) çıkışlı bir bildirgesinde imparator constantinius, devlet kölesi ile birlikte yaşayan kadınlara müsamaha gösterilmemesi gerektiğini ve bu tür ilişkilerden uzak durulmasını emretmiş, özgür bir kadından doğma köle çocuklarının ise “köle bir adamın özgür çocukları” olarak sınıflandırılacağını bildirmişti.

    ? ? ?

    1. ve 2. asırlarda roma imparatorluğu’ndaki diğer bir resmî köle grubu da, imparator ailesinin mülkü sayılan ve servi caesaris adını alan kölelerdi. kendilerine tanının birçok imtiyaz sebebiyle, imparator köleliğini çoğu özgür insan bile gönüllü olarak üstlenebilirdi.

    birçok edebî bibliyografi ve yazıt, imparator kölelerinin, köle oldukları dönemde kazandıkları imtiyazlı konumlarını azat edildikten sonra da sürdürdüklerini gösterir.

    imparatorlar, çok başarılı ve sadık buldukları kölelerini önce azat eder, sonra kendilerini temsil etmek üzere belli bir takım yörelere gönderirdi. liberti caesaris isimi verilen bu imparator azatlılarının büyük zenginliğe eriştiği, bir hayli kabir taşındaki yazılardan anlaşılmaktadır. sözgelişi marcus ulpius chresimus ismindeki bir imparator azatlısı, miletos, tralles ve mylasa’daki taş ocaklarını, ephesos’daki madenleri ve paros’daki mermer ocaklarını imparator hesabına işletmiştir.

    hadım köleler

    gerek helen dönemi kralları gerekse roma imparatorlarının saraylarında, -sayıları az da olsa- hadım edilmiş köleler görevlendirilmekteydi. bu kişiler, daha çok kral veyahut imparatorların yatak odalarından mesul olur, ailesini her türlü tehlikeden savunurlardı. bilhassa doğu roma imparatorluğu’nda en büyük güç, bürokratlardan çok hadımların elindeydi. imparatorlara her vakit çok yakın olduklarından, sarayda görülecek işi olanların ilk müracaat ettiği kişiler hadımlar olurdu. kendilerine sağladıkları bir hayli imtiyazdan dolayı hadımlar, kısa vakit içinde çok para kazanırdı. yetki alanları o kadar genişlemişti ki, 5. asırdan başlayarak belli memuriyetlere atanan kişilerden rüşvet almaya dahi başlamışlardı. o kadar ki, chrysaphius isimli bir saray hadımı, constantinopolis’e patriarkh (patrik) olarak atanan birinden dahi rüşvet alabilmişti.

    hadım köleler, efendilerinin tüm özel meselelerini iyi bilir, gerektiğinde onların dert ortağı da olurlardı. hadım edildikleri sırada geçirdikleri operasyonda büyük çoğunluğu can verdiği için, bu "fire" hasebiyle olmalı ki, ücretleri çok yüksek olurdu.

    aslında, roma yurttaşları için hadım edilme yasaktı ve çok ağır cezası vardı. sözgelişi imparator justinianus, bu suçu işleyen kişinin de hadım edilerek cezalandırılacağını duyurmuştu. bu yüzden, hadım edilecek kölelerin daha çok doğu ülkelerinden, bilhassa afrika’dan getirildiği bilinmektedir. ancak romalıların sıkıntı ve fakirlik dönemlerinde kimileri, öz çocuklarını veyahut kölelerini hadımlaştırarak satmış, ve bu yolla daha çok para kazanmaya çalışmıştır.

    helenlerde olduğu gibi romalılarda da din işleri devlet veyahut şehir idaresinin elinde olmasına rağmen, bir bakıma otonom ve dokunulmaz (asylos) olan tapınakların malı vaziyetindeki köleler yarı resmî bir konuma sahipti. “mukaddes köle” (hierodouloi) isimi verilen tapınak köleleri, yasalar karşısında birer köle sayılmakla beraber, tapınak ve tanrıların malı vaziyetindeydi. bu yüzden de şehir ve tarım kölelerinden daha üstün bir konuma sahiptiler. ancak onlar da diğer köleler gibi ağır işler görürdü. tapınakların temizlenmesi, aydınlatılması ve bakımı gibi işlerin yanı sıra, çoğu tapınakların mülkü vaziyetinde olup, başrahipler tarafından yönetilen uçsuz bucaksız arazileri de işlemekteydi.

    helenler ve romalılar, bir takım kölelerin emin, aklıselim, özverili, akıllı hatta feylesof olduğunu pekâlâ bildikleri halde, tüm kölelere genelde şüphe ile bakmış ve ön yargılı davranmışlardı. önce özgür-köle ayırımı yapar, sonra muasır-barbar, akıllı-budala, iyi-kötü gibi gruplamalara girişirlerdi. nitekim antik çağın ünlü, bir o kadar da toleranssız filozofu platon, “nomoi” (yasalar) adlı yapıtında «kölelerin ruhlarında sıhhatli hiçbir öğe yoktur. akıllı biri onlara hiçbir şeyini emanet etmez.» demiştir.

    kuşkusuz köleleri de birer insan olarak gören ve onlara iyi davranan birçok düşünür ve efendi de vardı. ancak genel kanı, kölelerin birer mal olduğu ve efendilerine karşı hiçbir haklarının bulunmadığı biçimindeydi. nitekim özgür-köle ayırımı, sözlü ve yazılı yasalara girmiş, aynı suçu işleyen özgür insanlara başka, kölelere başka cezalar öngörülmüştür.

    zor kullanarak ve köle emeği üzerinde medeniyet yükselten helen ve roma egemenleri, kendilerinin kölelere gereksinimi olduğunu belli etmekten özenle kaçınırdı. bir özgür insanın bir köleye muhtaç olması, aşağılayıcı bir vaziyet sayılırdı.

    birçok ozan ve düşünürün tenkitlerine karşın, ne helen ne roma yasaları efendilerin kölelerinin cinsel hayatlarını kısıtlama yetkisine karıştı. özgür bir insan, isterse, kölelerini * olarak kullanarak da para kazanabilirdi. köle kadınları bu işte çalıştırıp para kazanmak o kadar yaygınlaşmış ki, 70-79 seneleri arasında imparator vespasianus, köle satan kişileri bir bildirgeyle uyararak, satış sözleşmelerine “fahişelik yapmayacaklar” diye bir madde ilave etmelerini istemişti.
    antik çağda, kölelerin uzak tutulduğu mesleklerden birisi askerliktir.

    öyleydi fakat askerlik bol para getiren bir meslek olduğu için bir takım köleler, köle olduklarını gizleyerek yolunu bulup silahlı güce yazılmaya kalkışmıştır.

    köleler, asla savaşta görev alamazdı. devletin en güç vaziyetlere düştüğü anlarda dahi, savaş alanında değil, ancak cephe gerisinde kullanılabilirlerdi.

    hiç başka türlüsü olabilir mi?... savaştan galip çıkılırsa ele geçirilecek esirler birer köleye dönüştürülecek.

    ancak, gerek helenler gerekse romalılar, ülkeleri askerî manada sahiden zor vaziyete düşünce, ister istemez sayıları genel nüfus içinde büyük orana yükselmiş kölelerden istifade etme yolunu tutmak zorunda kaldılar.

    bunun için de açıkgözce bir çıkar yol buldular.

    önce onları azat ediyor, silahlı güce alıyor, savaş güçlerinden istifade ediyor, ancak savaş sonrasında onları yeniden köleleştiriyorlardı. aynı zamanda siteleri veyahut yurtları için “şehit” düşen azatlı köleler için abide dikmeyi de savsaklamıyorlardı.

    savaşlarda kölelerden de istifade etme olayı ilk sefer m.ö. 490 seneninde, perslerin attica’yı ele geçirmesinin hemen peşinden yapılan marathon savaşı’nda meydana geldi. bu uygulamanın en bariz örneği, m.ö. 216 senenindeki kartaca savaşı esnasında yaşandı. romalılar, hannibal korkusu sebebiyle köleleri azat edecek zaman bile bulamadan onları askere aldı.

    iç savaşlarda da azatlı kölelerden silahlı güç kurup birbirleriyle boğazlaşan konsüller vardır. octavianus ve pompeius gibilerin savaşlarında, sayısı 20 bini aşan köle birlikleri kullanılmış, geç antik dönemde ülkeyi müdafaa etmek için askere alınan kölelere artık özgürlük verilmesi yoluna da gidilmiştir.

    kölelerin giyimi

    helen ve roma dünyasına ait kaynaklarda, kölelerin özgür insanlardan değişik giyindiklerine veyahut değişik bir saç modeline sahip olduklarına ait rastgele bir bilgi yoktur.

    ancak köleleri ilkel, pis ve ahlâksız olarak gören antik dünya insanı, onlarla aynı türde elbiselere sahip olmaktan pek memnun kalmamıştır.

    romalıların 3. asır imparatorlarından alexander severus, sarayındaki kölelerin değişik bir elbise giymelerini önermiş fakat dönemin tanınmış kişi iki hukukçusu ansızın -paulus ile ulpianus- buna karşı çıkınca düşüncesinden caymıştı.

    romalıların kölelerine farklı giysiler giydirmeyişleri, şöyle bir nedene bağlanabilir: özgür kitlenin en büyük korkularından biri, sayıları hayli kabarık olan ve kendilerine karşı daimi hiddet duyan kölelerin beklenmedik bir saldırısına uğramaktı. bir köle, ıssız bir yerde karşılaştığı özgür bir kişiyi nedenli ya da nedensiz olarak öldürebilirdi. bu yüzden, kölelerce kolayca tanınmamak ve hedef olmamak için onlarla aynı türden giysilerle dolaşmak daha akılcıydı.

    nitekim “de clemantia” isimli eserinde seneca, romalıların taşıdığı bu korkuyu açık biçimde şöyle ifade etmiştir:

    «bir zamanlar senato’da, kölelere özgür insanlardan değişik elbiseler giydirilmesi önerilmişti. ama sonra, şayet köleler bizi sayma imkanına kavuşurlarsa başımıza neler gelebileceğini anladık.»

    ? ? ?

    antik dünyada, eğitim görmüş elit kişilerin yazdıkları kitaplarda ara ara iyi kölelerden de söz edilmekteyse de, egemen olan genel düşünce onların kötü olduğu istikametindeydi.

    ancak kölelerin kendileri ile ilgili var olan bu negatif ön yargılar için neler düşündüğünü bilmemize imkan yok.

    kendisi de bir köle olan aisopos’un (ezop) tanınmış kişi hayvan öykülerinde, varlıklı efendiler ile alt tabakadaki kölelerin ilişkilerindeki acımasızlık, hoşgörü ve tolerans dışı davranışlar, üstü örtülü bir biçimde işlenmiştir.

    kölelerin özgür yurttaşların devam ettiği idman yerlerinde (palaistra) idman yapmaları yasak olduğu gibi, resim ve heykel yapmaları da yasaklanmıştı. ancak günümüze kadar erişen üstün sanat eserlerinin üretildiği atölyelerde de bir hayli kölenin çalıştığı bilindiği için, onların bu konuda tümüyle kabiliyetsiz oldukları pek kolay öne sürülemez.

    bir köle için aşağılanma, dayak yemek ve eziyet edilmek pek sıradan bir olaylardı. zira efendisinin yetki dahilinde onu öldürmek dahi vardı.

    kölelere çektirilen acıları, baskıları ve uygulanan eziyetleri anlayabilmek için, roma ve helen yasaları ile antik çağın bir takım yazar ve düşünürlerinin eserlerine göz atmak yeter.

    bergamalı büyük tıp bilgini galenus, “de animi morbis” (ruhun hastalığı üzerine) isimli eserinde, köleleri yumruklama, dişlerini kırma ve gözlerini reymenin yolları üzerinde uzun uzun durmuştur. bir kölenin hiçbir zaman elle dövülmemesi gerektiğini, el yerine kamçı kullanmanın ihtiyaç duyulan olduğunu yazmıştır. nedeni de efendinin bir köle için elleri incitmemesi...

    ksenophones’in memorabilia (anımsanabilenler) isimli eserinden öğreniyoruz ki, antik çağın o dillere destan ve “özgür düşünce şehidi” sayılan ünlü düşünürü sokrates de kölelerin gerektiğinde cezalandırılması ile ilgili diretmiştir.

    kölelerin yalancı ve kötü ruhlu oldukları ön yargısına kapılmış olan romalılar, onların ancak işkence altında doğruyu söyleyeceklerini düşünmüş, işkenceyi legal bir sorgulama yolu olarak kabul etmişlerdir.

    ? ? ?

    kölelerin en ehemmiyetli görevlerinden biri, iç ve dış tehlikelere karşı efendilerini savunmaktı. 1 ve 2. yüzyılın romalı tarihçisi cornelius tacitus’un belirttiğine göre; zor vaziyette bulunan bir efendiye yardım etmemenin cezası ölümdü. gerçekten de, roma senatosu’nun 10 seneninde çıkardığı bir yasa, köleler açısından ürperticiydi. buna göre; eğer bir efendi evinde öldürülmüş olarak bulunursa, etrafta bulunan tüm köleler işkence altında sorgulanacak ve sonra tümü öldürülecekti. bir efendi hayatına kıyarak can vermiş bile olsa, onu bu teşebbüsünden vazgeçirmeyen köleleri mesul sayılacaktı. silanus isminde biri tarafından senato’ya tekliflen bu yasa roma hukukçuları tarafından şöyle açıklanmıştı:

    “eğer köleler efendilerini içte ve dışta beliren tehlikelere karşı savunmanın hayatlarına mal olacağını bilmezlerse, hiçbir efendi kendini güvende görmez. bu yüzden öldürülen efendinin kölelerinin sorgulanması yolu benimsenmiştir.”

    roma’daki aile reislerinin (pater familias) hem erkek çocuklarını hem kölelerini öldürmek gibi salt hakları (jus vitae necisque) vardı fakat imparatorluk döneminin bir takım yasaları bu hakları hayli sınırladı.

    bundan böyle kölesini öldürmek isteyen bir kişiden yargı kararı isteniyor, dolayısıyla merhametsiz köle sahiplerinin hiddeti biraz olsun frenlenmiş oluyordu.

    imparatorluk dönemindeki roma yasalarından bir takım alıntılar, bize kölelerin cezalandırılıp öldürülmesinde ne gibi metotların kullanıldığına ait de bilgi vermektedir. roma hukukunun klasik döneminde yetişmiş ve eser vermiş ehemmiyetli hukukçuların çalışmalarından parçalar alınıp belli bir sistem içinde derlenmiş 50 kitaptan oluşmuş digesta’da (latince düzen mananına gelir) aşağıdaki maddeler vardır:

    ? “suça eğilimli de olsa, efendilerin kölelerini arenada vahşi hayvanlarla kavga ettirilmek üzere satmaları yasaktır.” (digesta, 18, 1. 42).
    ? “bir köle vahşi hayvanların önüne atıldığı takdirde, yalnızca onu satan değil, bu arada satın alan da cezalandıracaktır.” (digesta, 48, 8. 11)
    ? “efendiler kölelerini sopa ile dövmekten, kamçılamaktan veyahut teminat altına almak üzere zincire vurmaktan dolayı onların ölümüne kapı aralarsa, bu vaziyetlerde kendilerinin de suçlu sayılmayacağından emin olmalıdır. bu hakların kullanılmasında aşırıya kaçılmamalıdır. aşağıdaki suçlardan birini işleyen bir efendi, adam öldürme suçundan yargılanacaktır.

    - köleyi sopa veya taşla öldürmek;
    - yüksek bir yerden atılmasını emretmek;
    - ağzından zehir akıtmak;
    - bedenini parçalatmak; vahşi hayvan pençesi ile bedeninin parçalarını kopartmak veyahut ateşe atmak;
    - köleyi kan ve yaraları ile koşmaya zorlamak ve böylelikle yaralı uzuvlarına acı vererek işkence etmek.”
    -
    antik roma toplumunun en savunmasız vaziyetteki insanları olan kölelere karşı yürütülen bu acımasız davranışlar, genelde sistemli ya da evvelce tasarlanmış bir zulüm değil, daha çok anlık öfkelerin neticesiydi.

    antik roma’nın tolerans sahibi ender düşünürlerinden biri seneca, “de ıra” (öfkeye değin) isimli yapıtında, kişilerin kölelere karşı bağışlayıcı olmaları konusunda nasihatlerde bulunmuş, şöyle demiştir:

    «bana küstahça yanıt veren, saygısız davranan veya tam anlayamayacağım bir tarzda homurdanan bir köleyi niye kamçı veya mapusla cezalandırayım? ben o kadar özel biri miyim ki, kulağıma hoş gelmeyen her şey suç olsun? birçok insan vardır ki, yendikleri düşmanı dahi bağışlamıştır. peki ben, tembellik, dikkatsizlik veyahut boşboğazlık yapan birini neden bağışlamayayım? şayet bu bir çocuksa, işlediği suçu onun çocukluğuna, kadın ise kadınlığına, köle değilse özgür oluşuna, kendi ailemden değilse onun aile terbiyesine vermem gerekir... hiç şüphe yok ki, perişan küçük bir köleyi hapishaneden çıkarmakla destansı bir iş yapmış oluruz. neden onları hemencecik dövmeye, ayaklarını oracıkta kırmaya bu kadar hevesliyiz? onlar üzerinde yapacağımız idmandan cayıp, haklarımızı katiyen kullanmazlık etmiyoruz.»

    bu tür hoşgörülü öğütler veren ve kölelere hoşgörülü davranan efendiler yanında, onlara zulüm etmekten sanki zevk alan kişiler de vardı. “de re rustica” (köy üzerine) isimli kitabında erkek çocuğuna bir çiftliğin nasıl yönetilmesi gerektiğine ait tekliflerde bulunan m. porcius cato (m.ö 234-149), hasta kölelerin imalata katkıları bulunmadığını, bu yüzden gereksiz insanlar olduklarını anlatmıştır. modernleri tarafından bile vicdansız efendilere bir örnek olarak gösterilen cato, hizmette kusurlu gördüğü köleleri kamçılar, kendi aralarında arkadaşlık kurmamalarına önem verirdi. ayrı olarak, çiftlikte ölüm cezasını gerektiren bir suç işlendiğinde, tüm kölelerini birden yargılar ve suçlu bulduğu her köleyi öldürtürdü.

    ? ? ?

    imparator claudius döneminde (41-54) çıkarılan yasaların kısmen kölelerden yana olduğu görülür. bunun olası nedeni, claudius’un danışmanları arasında bazı azatlıların bulunmasıdır. aslında acımasız biri olarak tanınan bu imparator, demek ki bir zamanlar kölesi olan azatlı danışmanları tarafından hoşgörülü bir davranış edinme yolunda etkilenmişti.

    önceden de belirttiğimiz gibi, kölelerin izdivaç etmesi legal olarak imkan dışıydı. ancak bir köle, efendisi müsaade etmişse bir diğer bir köle ile karı-koca gibi yaşayabilir, hem de çocuk sahibi olabilirdi. bu kölelerin çocuklarının köle doğup, hayatlarını köle olarak sürdüreceklerinden elbette şüphe duyulmamalı.

    hıristiyan dininin “aile” kavramına verdiği ehemmiyet ve değerden etkilenen imparator constantinus, 4. asır başlarında bir yasa çıkarmış, bir kölenin ancak eşi, çocukları ve ebeveynleri ile beraber satılması gerektiğini emretmişti. bu emir ile beraber ferdi olarak köle olanların yanı sıra “köle aileler” olgusu doğmuştu.

    kısa bir müddet sonra roma imparatorluğu üzerinde sanki tinsel bir egemenlik kuran hıristiyanlık, yüzyıllardan beri süregelen kölelik olgusunu da allak bullak etti.

    romalı hıristiyan aydınlar yaradan’yı herkesin efendisi olarak gördükleri için, efendi-köle ayırımına karşı çıktılar.

    onlara göre yaradan’nın önünde efendi de köle de eşitti ve her ikisi de aslında köleydi. tek efendi vardı: isa.

    bunun sonrasının nasıl olabileceğini uzun boylu düşünüp, faraziyelerde bulunmak gerekmez.

    netice belli.

    roma’nın gerek idare gerekse ekonomik düzeni tümüyle kölelik müessesesinin üzerine oturtulmuştu.

    köleler olmazsa?...

    cevabını siz verin.

    bu başlığa ekleyeceklerimiz de buraya kadardı.
61 entry daha
hesabın var mı? giriş yap