aynı isimde "minder (restoran)" başlığı da var
5 entry daha
  • hatırladığım en eski minder yaklaşık 30cm*30cm boyutlarında, lâcivert üzerine küçük beyaz çiçekli ve fazla kabarık olmayan bir tanedir. bunun evimizde nasıl peyda olduğu hakkında ise hiçbir fikrim yok. hangi ara, nerden çıkmış bilmiyorum. tek bildiğim onu ilk görüşümün bende çok tatsız hatıralar bıraktığı. ilk suç... bile isteye olmasa da masumiyeti kaybedişin ilk belirgin ibâresi...

    ebeveynler, babaanne ve benden oluşan çekirdek ailemiz sofradan kalkmış; ben muhtemelen televizyonda izleyeceğim abuk bir film için telâşla koltuğa kuruluyorum. annem kaşlarını kaldırıyor, elimi ağzımı yıkayıp dişlerimi fırçalamam için geliştirdiği bakışlarından birini çakıyor. oflaya puflaya tuvalete koşturuyorum. lavaboda babaannem abdest alıyor. her zamanki gibi ağır ağır... sabırsızca bekliyorum, hopluyorum, zıplıyorum. abdestin nasıl alındığından da habersizim. tam bitti derken bir de ayaklarını kaldırıp yıkamaya başlıyor. işte o an ne oluyorsa oluyor, görüp görebileceğiniz en sakin çocuklardan biri olan bendenizin içinden bir canavar çıkıyor. sol dirseğimle itiyorum babaannemi. anında kaybediyor dengesini zavallım. ismimi söyleyerek bağırmasıyla yere düşmesi bir oluyor. hemen annemlerin yanına koşup haber veriyorum: "babaannem düştü". bildiğim en eski yalanım... belli olmasın diye gözlerimi kaçırarak söylemişim. ilkokul çağında bir çocuk için ne kadar da tecrübeli duruyorum. hiç utanmadan sıkılmadan "kendisi düştü" diyorum. hemen babaannemin yanına giden annemlerin peşinden koşturuyorum ki, bir şey kaçırmayayayım. "ayağım kaydı düştüm" diyor babaannem. "canın yanıyor mu? iyi misin?" diyorlar. "ayağım kaydı" diye cevap veriyor gözlerindeki o ağlamaklı kırmızılıkla.

    kalçasını incitmiş babaannem. bir şeyi yok, geçecek. aah bir de şu minder olmasa... bana gözü gibi bakan, "yavrumun yavrusu" diye seven kadının canını acıttığımı gözüme gözüme sokan şu lânet minder... babaannemin birkaç haftalığına o sert minderde oturması gerekiyor. kimse bana kızmıyor, kimse beni suçlamıyor. babaannemin yüzüne bile rahatlıkla bakabiliyorum. ama o minder parmağını yüzüme yüzüme sallıyor sanki. kaşlarını çatıp gözlerini gözlerimin içine dikerek "senin yüzünden!" diyor. odamdan çıkıp salona, annemlerin yanına geldiğim an, herkesten, her şeyden önce o iğrenç minderi görüyorum. zamanla babaannemin daha rahat yürüdüğünü fark ediyorum. ayağa kalkıp salondan çıktığı an minderi alıp, olmadık yerlere saklıyorum. o da her seferinde mahçup mahçup onsuz yapamayacağını söylüyor. çıkarıp geri veriyorum.

    günler günleri kovalıyor, babaannemin ağrılarıyla birlikte o uğursuz minder de hayatımızdan çıkıp gidiyor. ama kâbusu peşimi hiç bırakmıyor. babaannem ki memleketine, kocasının koynuna gömülmekten başka hiçbir isteği yok hayattan, benim doğumumla birlikte vazgeçip, istanbul'a, benim gidebileceğim yakınlıkta bir yere gömülmek istemiş; yaşlanıp kimseleri hatırlamazken herkese beni sorup, benim ismimi sayıklamış; 6 evlâttan dünyaya gelen yaklaşık 20 torunundan bir beni hatırlamış... bense onu değersiz bir eşya parçası gibi itip incitmişim. "havadaki tozlardan bile sakınıyorum" dediği torunu, ben, hava akımının kollarına bırakmışım biricik "ipekli hatun"umu. bir daha da kimse onun kadar sevmemiş beni. kimse onun gibi karşılıksız, sımsıcak, sütü gibi saf vermemiş sevgisini. ben de kimseyi onun gibi karşılıksız sevememişim. lâcivert bir minder örtmüş gözlerimi, sevilecek yanlarını saklamış hayatın. geriye de dudakları her daim asık, sevimsiz bir çocuk kalmış.
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap