8 entry daha
  • bir yunan kumandanın mektubu:

    “günahkâr teğmen! kimbilir, benden ne kadar uzun alkışlar ümit ediyordun! halbuki yunan milletini hatırına getirmeyerek, beceriksizce bir nezaket eseri göstermek için hedefi, gayeyi unuttun! türkler'in cenazelerinden, kemiklerinden, kanlarından doğacak bizans ihtişam ve idaresini bırakıp, sadece bir türk kadının yalancı alkışlarına aldandın! senin böyle sersem olduğunu bilseydim, emin ol konstantin, istanbul'dan geldiğin zaman seni yedek subay olmaktan menederdim!

    yalnız türk milleti'nin değil; türk sözünün de tarihten, lugattan, coğrafyadan silinmesi için her fırsattan istifade edeceğine; yeminine nasıl ihanet ettin! düşündükçe çıldıracağım geliyor! 700 er, 25 subay, 60 kadın, 30 çocuk... bunlar ele geçmez bir esir kafilesidir! sen deli misin be yavrum, kızarmadan bunları selânik'e gönderdiğini nasıl yazabiliyorsun? size mektepte böyle mi terbiye verdik? eğer sen bu kafileyi ovalarda boğazlayarak kanlı, şanlı ellerinle memleketine avdet etseydin, bütün güzel genç kızlar nazarında bir heraklis kadar şâyân-ı tebcil olacaktın!

    90 esiri, yolda bazı bahanelerle boğazlatmışsın! bunu o kadar parlak cümlelerle yazıyorsun ki, truva muharebesinin kahramanı kadar gururun kabarmış! bunu yapacağına subayları, kumandanlar'ı ortadan kaldırsaydın! bir subayın kaç senede meydana geleceğini bilmez değilsin! onun yerine erlere kabadayılık yapmışsın! biz 90 değil, 9.000 de değil; 90.000'i kasaturadan geçiriyoruz da, yine âdi bir vak'a halinde naklediyoruz!

    kadınlar meyanında, babaları muharebede telef olmuş bir türk generali ile, iki binbaşının kızlarından bahsediyorsun... birer birer bekâretlerini izâle etmişsin. hele birisi 11 yaşında imiş! bravo! 60 kadının içinden hâmisiz 3 kızla zevk ve sefa edebilmeye muvaffak olabilmişsin! öbür dilber kadınlarla eğlenmeye erkekler mâni olmuş imiş! hah hah ha! hangi erkekler? onlar hayvan, dostum, hayvan! senin elinde esir türk subayları! bunlar mı mâni oluyor? ahmak kosti! tabancan yok muydu? milletin sana türk kafası patlatmak için verdiği silahların hiçbiri yanında değil miydi?

    yunanlığın affetmeyeceği bir hata varsa, o da eline geçmiş iken genç türk binbaşısını öldürmemekliğindir! bu aile ile aranızda bir tanışıklık varmış! bu derece şefkat türkler'den başka kimsede bulunmaz! yalnız paralarını gasbetmekle yetinmişsin. kendilerine nezaket göstermişsin. türk kızları ayrılırken, 'mersi, nazik subay' diye teşekkür etmişler! o vakit aklın başına gelmiş. bunları yarı yolda becermediğine pişman olmuşsun! yunan lugatında menfaatten başka nezaket yoktur! bilmez misin?

    bak, anlatayım da gör ben senin gibi avanaklık yapmış mıyım? iki kardeşim beyoğlu'ndaki ticarethanemizi satarak yunan ordusuna gönüllü yazıldıkları zaman, ben onları kendi taburuma yazdırdım. bizi midilli'ye yolladılar. taburumuzun askerlerini, giritli çetelerden takviye etmiştim. midilli'yi zapteder etmez, oradaki osmanlı sancağı'nı indirip yaralılara sargı bezi yaptırdım. ilk işim esirleri ortadan kaldırmak oldu. sıra ahaliye gelince, evleri basmaya başladım! (liberal) prens sabahattin partisinden iki (hain) genç, ahaliyi müdafaaya teşvik eden ittihak ve terakki âzâlarını birer birer gösteriyordu! ekserisine âsi kulpu takarak kurşuna dizdirdim. ittihatçı domuzlardan birisi kaçarken yine o iki gencin yardımıyla tevkif ettirmeye muvaffak oldum. meğer bu adam, eski kumandanlardan bir doktor binbaşı imiş! istanbul'a gittiğim zaman buna bizim amcazâdelerin ticarethanelerinde tesadüf etmiştim. hatta bir gün bir çiçek kadar güzel üç kızını da görmüştüm. en küçüğünün kirpiklerinden bir elektrik yayılıyormuş gibi vücudumun titrediğini hissettim.

    8 ay sonra midilli'de bütün ailesine tesadüf ettim. doktoru hapishaneye yolladım. türk perilerini de himaye bahanesiyle odama yılladım. zaten evleri ararken tesadüf ettiğim güzelleri, hep boş bir konağa toplamış idim. şehrin bütün diğer kadınlarını, neferlerle giritli çetelere bağışladık. akşam hanımları birer birer çağırdım. sözümona soruşturma yapıyordum. en nihayet sıra küçük hanıma geldi. babasını çok sevdiğimi, tahliyesinin elimde olduğunu anlattım. zeki kız, niyetimi anlamıştı. gittikçe rengi soluyordu. hissiyatımı açıkça söyledim. kabul ederse, kendisi ile evleneceğimi bile teklif ettim. ne beis var? hristiyan olursa, bana lâyık bir şark perisi idi. gözlerinden yağmur gibi yaşlar akmaya başladı. bir bûse, bir temas diye yalvardım. 'efendi, beni öldürünüz' mukabelesinde bulundu. gönül rızası ile muvaffak olamayacağımı anladım. ertesi günü, bizim doktor yorgi'ye müracaat ettim. bir mayi verdi. içtikleri suya döktüm. az bir müddet sonra üçü de leş gibi serilmiş, uykuya dalmışlardı. nezihe! ne kadar nefis bir ruh! baygın bir kraliçe gibi uyurken dudaklarını öptüm . hiç bir şiddet, hiç bir mâni yok! sonra sıra ile öbür kardeşlerine gittim. ertesi gün beni görünce başlarını çarşaflarının içine alarak ağlamaya koyuldular!

    bir gün fazlaca sarhoş idim. taarruz ettim. hakaret etti! o hiddetle hemen hapishaneye giderek doktoru ipe çektim. bak, mülâzım doktor ne yazmış: 'kızım, hayatın değeri yoktur! en kıymetli şey ismet ve iffettir. ben seni bâkire ve mazlum bıraktım, öylece bulmak isterim.' dönüp babasının vasiyetini suratına fırlattım. saçlarını yolarak kendisini pencereden atmak istedi. iki er çağırdım ve kendisini bağlattım. sabahleyin ziyarete gittiğimde taş gibi dönmuş, dudakları sapsarı olmuştu! cenazesini attırdım! şimdi iki kızkardeşi deli bir halde bulunuyorlar. hele birisi hamile! işte türklere böyle medeniyet göstermeli, anladın mı kuzum?”

    imza: midilli merkez kumandanı aleksandr

    (türk kaatilleri ve yunanlar, istanbul matbaa-ı âmire, 1332/1916, s. 31)
25 entry daha
hesabın var mı? giriş yap