208 entry daha
  • üç günlüğüne ziyaret etme şansı bulduğum güzel bir british columbia, kanada şehri. kıyısına yaklaşırken kendine aşık etti, stanley park'ta ağaç ve kuşlarla hasret gidertti, onlarca çeşit birası ve güzel mekanlarıyla mutluluk verdi; sokakları dolduran evsizleriyle adaletsizlik hakkında biraz kafa kurcalattı. hareketli, ilham verici, yaşanılası bir şehir gibi gözüktü üç günde.

    okyanustan çıkıp vancouver adası'ı ile amerika ana karasını birbirinden ayıran kanala girdiğimiz anda güzellikler karşılamaya başladı; denizin hemen kıyısında başlayan çam ormanlarıyla kaplı dağlar, kayalıklar ve uçurumlar çok etkileyiciydi. ilerlerlemeye devam ederken etrafımızda onlarca balina beliriverdi; hiç bu kadar çok balinayı bu kadar yakından ve bir arada görmemiştim. sonra vancouver şehrinin gökdelenleri ufukta belirmeye başladı; yemyeşil tepeler arasında hiç de eğreti durmuyorlardı; university of british columbia'nın binaları onlardan biraz daha uzakta yeşillikler içinde seçiliyordu. stanley park'ın bulundugu yarım adayı geçip de lions gate köprüsü'ne doğru ilerlerken sancak tarafında beş üyelik bir orka sürüsü belirdi; şehre girerken orkalar tarafından karşılanmak çok ilginç ve güzel bir duyguydu. orka da baya büyük bir hayvanmış bu arada.

    gemi, kuzey kıyısındaki endüstriyel limana yanaştı; kuzeyden güney taraftaki şehir merkezine ulaşmanın yollarından biri deniz otobüsü. lonsdale quay bu deniz otobüslerinin kalkış noktası, ayrıca ziyaret edilesi bir çarşı pazarı varmış bol çeşit yerel biralar* sunan barlar da bolmuş; vakit dar olduğundan oraya uğramadım.

    deniz otobüsünün varış noktası waterfront station, buradan çıkınca doğuya ilerlerseniz gastown'a ulaşırsınız, batıya ilerlerseniz coal harbor. istasyonun hemen yanında, doğu tarafta steamworks isimli bir pub yer alıyor; çeşit çeşit birası var; belki başka yerde de bulursunuz da*, bu kadar çeşidi bir arada bulamayabilirsiniz gibi bu güzelim biraları, uğramadan geçmeyin derim. gastown'da gastown steam clock diye ilginç bir saat var; mekanik ilgi alanlarınızdan biriyse o saati mutlaka görün, nasıl çalıştığını anlamak için harcayacağınız beş dakika sırasında westminister quarters'ı duyma şansınız var*. saatin hemen çaprazında kalan trees organic coffee'de güzel bir kahve içerek de bekleyebilirsiniz saatin ıslık çalışını. saatin hemen yanında başlayan sokaktan denize doğru giderseniz black frog'u göreceksiniz, burada da onlarca craft beere şişeden de fıçıdan da ulaşmak mümkün, amnesiac ipa'yı burada deneyin derim; kokteyllerinin de çok güzel olduğuna dair duyumlar aldım. acıktıysanız water street üzerindeki lamplighter public house veya onun karşısındaki the flying pig'e uğrayabilirsiniz; lamplighter daha ucuz gözüktüğünden orada fish and chips yedim ben; devasa bir porsiyondu, güzeldi. gastown için şehrin alışveriş caddesi diyebiliriz sanırım; ben pek sevmem alışverişi o yüzden dükkanlara bakmadım da kırmızı tuğla binaların birbiriyle uyumu çok etkileyiciydi. gastown'dan ayrılıp gökdelenlere doğru ilerlerseniz granville street'e ulaşırsınız. otel ve hosteli bol bu cadde üzerinde johnnie fox's irish snug isimli çok güzel bir irish pub mevcut, guinness'inizi yudumlarken irlanda müziğine kendinizi kaptırabilir ve şehrin "yerlilerinden" arkadaş edinebilirsiniz.

    canada place isimli turistik limandan coal harbor tarafına doğru ilerlerseniz yemyeşil yarımada stanley park'a yaklaşmaktasınız demektir. bu devasa ve hareketli şehrin içinde böylesine bir koruma alanının olması hem insanlar hem de doğa için büyük şans. deniz ile ormanın buluştuğu bu yaşlı ve güzel parkı çevreleyen stanley park seawall üzerinde yürürken kara ve deniz ekosistemlerinin buluştuğu gelgit kıyılarının hareketliliğine şahit olabilir, tehlikeli boğazın sakin manzarasının tadını çıkarabilir, martılarla atışabilirsiniz. iyi bi çocuk olursanız belki orkaları bile görebilirsiniz. parkın iç kesimlerindeki yoğun orman örtüsü ve beaver lake çeşit çeşit orman ötücüsüne ev sahipliği yapıyor; rakun da varmış da ben göremedim, belki de akşamı beklemek lazımdı. parkın pavillion alanında stanley's bar & grill diye bir pub mevcut, fiyatlar az biraz çok ama tütsülenmiş somon hakkınızı burada kullanabilirsiniz. karnınızı doyurduktan sonra bir red racer red içip bana teşekkürlerinizi yollayıverin. lost lagoon kıyısındaki nature house ben gittiğimde kapalıydı, ama doğa gözleme azıcık merakınız varsa oraya uğramadan geçmeyin derim.

    ben china town'a akşam gittim ve vancouver'ın öbür yüzüne de şahit oldum. evsizler sokakta pazar kurmuşlardı adeta ve takas üzerinden alışveriş yapmaktaydılar. en başta biraz korkutucu gelse de sessiz sakin her şey; alışınca güzel bile gelebiliyor muhabbetlerine kulak misafiri olmak. orada bir bara gittim adını hatırlayamıyorum ama amerikan filmlerindeki ezilmiş karakterlerle dolu gibiydi. kareokede red hot chilli peppers söyleyenler vardı, hayal meyal ama güzelce bir anı. china town demişken, şehrin asyalılarının geçmişi ve asya kültürü ile ilgili bir çok merkez ve galeri var burada, sabah daha bir güzel gözüktü gözüme. devil's elbow oralara yakın,craft beer sunan bir bar. orada da pit filler imperial stout içmek iyi bir fikir gibi; 15 dolara satılan 3 tütsülenmiş bacon ve bourbon'a kanmayın derim, o paraya iki bira daha içersiniz.

    vancouver kitapseverler için de bir cennet. pender street üzerinde yer alan sahaflarda çok güzel, çok eski kitapları bulmak ve uygun fiyata satın almak mümkün. bir de vancouver public library var ki; anlatması çok güç, adeta bir bilgi tapınağı gibi 9 katlı bir bina. devasa koleksiyonu yanında, düzenledikleri etkinlikler ve çalıştaylarla bilgi peşindeki ve bilgiyi yaymak isteyen insanlar için bir cennet. çocuk kütüphanesi de daha konuşmayı bile bilmeyen bebeklerden 30 yaşındaki çocuklara kadar herkesi saatlerce mutlu edecek bir yer. çocuklar için de onlarca etkinlik var; okumayı, araştırmayı sevmesin de ne yapsın bu gençler. ziyaret etmeye vakit bulamadığım vancouver art gallery oldukça yakın bu güzel kütüphaneye; ha ama, salvador dali'nin space venus'ü ile karşılaşma olasılığınız yüksek o civarda.

    özetle, vancouver hareketli ve sakin, kalabalık ve yalnız, zengin ve yoksul; yaratıcılığı körükleyen bir şehir. umarım yeniden görüp daha çok vakit geçirebilirim.
105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap