13 entry daha
  • sen gittin,
    diyorlar
    yukarılarda bir dünyaya.
    sonsuzlaşma-
    uçuyorsun,
    parıldayan yıldızlara çarparak.
    ne borç var artık bize,
    içki ne de

    ayılma.
    hayır, yesenin,
    oh
    çekmek değil benim istediğim.
    görüyorum ben
    kesik bileklerinle sendeleyişini
    ve alayla değil
    acıyla
    düğümleniyor yüreğim.
    görüyorum
    bir kemik çuvalı gibi
    yere atışını gövdeni.
    -dur! diyorum.
    bırak!
    delirdin mi sen?
    sürer mi ölümü
    hiç insan
    tebeşir tozu gibi
    yanaklarına?

    sen ki çok daha
    iyi verirdin ölüme
    ağzının payını herkesten.
    yeryüzünde başka
    kimsede olmayan
    o efece konuşmanla.
    niçin?
    nedeni ne?
    donup kalıyorum şaşkınlıktan.
    homurdanıyor eleştirmenler:
    -bizce, bunun asıl nedeni
    şu...
    ya da bu...
    ama daha çok,
    kopmak toplumdan,
    çok fazla bira
    ya da şarapla kafayı çekmesi.
    başka deyişle
    satsaydın
    bohemleri
    işçi sınıfına, diyorlar.
    sınıf bilincin olsaydı,
    bak, bu gelmezdi başına.
    oysa işçiler de
    kvastan sert içkilerle
    kafayı çekiyorlar.
    o sınıf da içerek
    güzelce sıçıyor kendi ağzına.
    başka deyişle
    parti'den biri
    denetleseydi seni
    sağlansaydı böylece
    asıl önemi
    içeriğe vermen.
    yazardın o zaman
    her gün
    o dizelerin
    yüzlercesini
    uzun uzun
    ve sıkıcı
    doronin de gördüğümüz türden
    ama bence
    böylesi bir deliliğin içine düşseydin
    sen çok daha önce
    son verirdin
    yaşamına.
    votkadan gitmek daha iyidir
    inan bana
    böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
    hiçbir zaman söyleyemeyecekler
    nedenini bize
    seni yitirişimizin.
    şuracıkta duran
    çakı mı, yoksa ip mi?
    ama bulunsaydı
    mürekkebi, elbette
    angelleterre otelinin
    damarlarını kesmen
    ve ölüp gitmen
    gerekmezdi.
    sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
    bir daha, bir daha!
    neredeyse bir yığın insan
    zıvanadan çıkıp
    öldürdü kendini.
    neden çoğaltmalı
    intiharları
    böyle sayıca?
    daha kolay değil mi
    mürekkeple doldurmak
    oteldeki şişeleri!
    sonsuza dek
    kilitlendi artık dilin
    arkasında dişlerinin.
    benim bu bilmecemsi sözlerim
    yersiz
    bir bilgiçlik sayılmamalı
    halkımız,
    yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
    yitirdi ölümünle
    yansılı sesler üreten
    en güçlü çırağını.
    ve o herifler tayışıp duruyorlar
    ölü şiir döküntülerini
    geçmiş,
    gömülmüş ölülerden
    hemen hiçbir yeniliği olmayan.
    üstüste yığıyorlar
    tatsız uyaklarını
    mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
    onurlandırmak için oğlunu
    esin peri'sinin bile
    işine yaramayacak olan.
    sana yaraşacak
    bir anıt henüz dökülmedi
    hani nerde o anıt,
    döğülmüş tunçtan
    ya da yontulmuş mermerden?
    oysa çoktan doldurdular
    yığın yığın
    parmaklarının dibini
    çöplerle,
    adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
    adın
    hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
    sözcüklerini
    geveleyip duruyor sobinov ağzında
    kıvrılıp oturmuş da
    altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
    'hiçbir şey söyleme,
    ah dostum,
    içini de çek-me ne olursun.'
    ah,
    sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
    şu leonid lohengrinski'yi,
    baş belası, tanrının!
    ortalığı kimbilir
    nasıl da ayağa kaldırırdın:
    'izin veremem
    şiirsel gargaralarına
    anıran eşşeklerin! '-
    sağır ederdin kulaklarını
    üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
    yazdıklarının hepsini
    kıçlarına sokmalarını söylerdin.
    harcardın bozuk para gibi
    o yeteneksiz heriflerin hepsini,
    doldururdun
    smokin ceketlerinin
    kara yelkenlerini,
    öyle ki savrulurdu
    sağa sola
    kogan gibileri,
    süngüleyerek
    sivri bıyıklarıyla
    gelip geçenleri.
    oysa bu arada
    sayısı hiç de azalmadı
    bu serserilerin.
    çok zorlu bir iş
    onları sayıca geride bırakmak.
    yaşam
    yepyeni bir biçimde
    yeniden kurulacak.
    işte o zaman
    yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
    böyle bir çağda
    ağırlaşıyor sorunları
    kalemin,
    iyi ama, gösterin bana
    sizi ey zavallı
    hortlaklar sürüsü, hadi
    nerede görülmüştür
    ve ne zaman
    yüce bir kişinin,
    dikenli yolları bırakıp da
    gül bahçelerini seçtiği?
    sözcükler
    yönlendirir
    insanoğlunun güçlerini.
    yürüyün!
    arkamızda
    zaman patlasın
    bir mayın gibi.
    bizim geçmişe sunacağımız
    yanlızca
    bukleleri
    rüzgarda
    geriye savrulan saçlarımızın.
    eğlenceye ayrılacak yeri yok
    gezegenimizin.
    yarınlardan
    koparıp
    almalıdır mutluluğu
    insan.
    şu yaşamda
    en kolay iştir ölmek
    asıl güç olan
    yepyeni bir yaşama
    başlamak.

    1926

    vladimir vladimiroviç mayakovski
47 entry daha
hesabın var mı? giriş yap