26 entry daha
  • towarnicki'nin heidegger üzerine yaptığı çalışma anılar ve günlükler altında toplanmıştır. (bir kısmı da dilimize yky tarafından çevrildi) yazar heidegger'in kendisiyle de görüşmüş ve birçok notlar almıştır. kitapta heidegger'in düşünce üzerine ayrımları gerçekten ilgi çekicidir, gerçi bunu heidegger' in teknik ve metafizik üzerine yazdığı yazılarından da çıkarmak mümkün. heidegger; "düşünen düşünce" ve " hesaplayan düşünce" ayrımını yapıyor; ilki felsefeye denk gelirken, ikincisi bilimin alanına düşüyor.

    heidegger'in kendi felsefi misyonunu son zamanlarda modernlik içerisinde görkemli başarılar kazanan "hesaplayan düşünce"nin karşısına aynı oranda güçlü bir "düşünen düşünce" çıkarabilmekti. hesaplayan düşünce tek düşünce haline gelebilirdi ve bilimin matematiksel tasarım ögelerine indirgenmiş insanlık bu durumda yeni bir tehlikeyle baş başa kalacaktı : "yaratan ve planlayan hesabın şaşırtıcı ve üretken becerisi, günün birinde düşünen düşünceye karşı aldırmazlığı beraberinde getirebilir, bir başka deyişle, tümden düşünce yokluğu oluşabilir. insanın özü tehdit altındaydı; "kaç" sorusu her yanı sarmıştı.

    o günlerde heidegger öğrencilerini tekniğin diline kapılmamaya ve anlamın izini süren daha sorgulayıcı bir düşünceye yüz çevirmemeye çağırmıştı. böylece yeni tutsaklıklardan korunmuş olacaktı insanlık.

    heidegger' in temel sorunu varlık ve varolan arasındaki ilişkiydi. 17. yy'dan beri metafizikte nesneler görünüşlerine göre değil, bize nasıl göründüklerine göre algılanır ve soruşturulurlar. (heidegger bu görüşüyle diyalektiği , saltık ideanın edimselliği ve kavramsallığı arasında hegelci yapıyı unutmuş gibidir.) "biz özneler" diyordu husserl.

    heidegger husserl' in öğrencisi ve aynı zamanda asistanıydı. husserl' in fenomenolojik yöntemi onun da sıkça başvurduğu yöntemdi. görüngüsel (fenomenolojik) betimleme görünümü felsefenin geleneksel algılama kipinden uzak görünen bir erginleme masalına dayanıyordu:

    "... çiçek açmış bir ağacın önünde duruyoruz.-ve ağaç karşımızda duruyor. ağaç karşımızda bulunuyor. ağaç orada durduğunda ve biz onun karşısında durduğumuzda, ağaç ve biz, karşılıklı bulunuyoruz. birbirimize göre, karşılıklı konumumuz içinde varız, ağaç ve biz. demek ki bu karşılaşmada söz konusu olan şey kafamızın içinde uçuşan tasarımlar değil...
    ... burada tam anlamıyla sunumu yapan kim, ağaç mı biz mi? ya da her ikimiz de mi? ya da hiçbirimiz mi? çiçekli ağacın karşısında salt zihnimizle ya da bilincimizle değil, olduğumuz gibi duruyoruz, ve ağaç da olduğu gibi görünüyor bize. hatta - ağaç bizden daha alımlı olabilir mi ? önüne gidip karşısında durabilelim diye ağaç daha önce karşımızda bulunmadı mı?

    ... elbette az önce sunum diye adlandırdığım şeyin içinde, bilinç alanına bağlı olarak betimlenen ve tinsel olana ait olarak algılanan şey de değişik biçimlerde gerçekleşiyor. peki ama ağaç "bilinçte" mi duruyor, yoksa çayırlıkta mı ? çayırlık yaşanan bir deneyim olarak tinde mi bulunuyor, yoksa yer yüzünde mi ? toprak kafamızın içinde mi yoksa biz toprağın üzerinde ayakta mıyız ?.. demek ki onunla karşı karşıya yer alabileceğimiz şekilde bize beliren bir ağacın ne olduğunu düşünürken, artık bu ağacı bir yana bırakmamak, öncelikle onu dikildiği yerde dikilmeye bırakmak gerekir. hangi nedenle "artık" diyoruz ? çünkü düşünce bugüne dek onu hiçbir yerde bırakmadı."

    çiçekli ağaç örneği "varlık" ve "varolan" arasındaki ayrımı gösteriyordu."ağaç vardır, olduğu yerde vardır" dendiğinde, bu tümcede balkıyan ama gözden kaçan -var ne anlama geliyordu?

    heidegger için vardır diyebileceğimiz her şey birer varolandır. (ağaç, böcek....) varolanların her birinin ayırt edici bir varolma biçimi vardır. bu durumda varolanı araştıran bir yöntem bu varolanın varolma biçimini açımlanmasını gerektirir, bunu yapmak da görüngübilimin işidir. varlık ise görünen, karşıda duran, olan, ayırt edici olma biçimleriyle algılanan bu varolanların' ın ardındadır, görünmeyen, görülmeyen, meydana çıkmayan, ama görünenin, meydana çıkanın, varolanın özüne ait olanın, dipteki geri çekilişi içindeki örtülü boyuttur. metafiziğe giriş' te heidegger bunu daha da somutlaştırır:

    "bir lise çevresinde dolaşabileceğimiz, sınırlarını belirleyebileceğimiz, içinde dolaşabileceğimiz bir varolan'dır, lisenin içinde dolaştığımızda, orada merdivenler sınıflar, araçlar görürüz, yani bir kez daha varolanlar ile karşılaşırız. peki bu lisenin varlık'ı nerededir ? çünkü bu lise var'dır : başka bir deyişle, varlık bu varolan'a aittir."

    heidegger varlık ve varolan ayrımını öne sürerek filozofların varlık nedir ? diye soramayacağını belirtir çünkü bu sorunun cevabı hep bir varolandır. bütün metafizik, heidegger için, bu soruyu sormuş ve yanıt olarak karşısında bir varolan bulmuştur. varlık' ın zararına hep varolan öne çıkartılmıştır. dolayısıyla varlık unutulmuş olandır, varlık' ın unutulmuşluğunu bile unutmaya kadar giden bir unutmadır bu. bu nedenle varlık ve zaman unutulmuş varlık sorusuna ilişkin bir saptamayla başlar:

    "çünkü açıkça çoktadır "olan" -varolan- anlatımını kullandığım zaman aslında ne demek istediğimi biliyorsun. ama önceleri onu anladığımızı sanan bizler şimdi şaşırıp kaldık. bugün "olan" sözcüğü ile aslında ne demek istediğimiz sorusuna bir yanıtımız var mıdır ? hiçbir biçimde. öyleyse varlık' ın anlamına ilişkin soru yeniden sorulmalıdır...."

    heiddegger varlık ve zaman' da bu söylediğini yapmanın uğraşını girer ama bu heidegger' in tamamlamadan bırakacağı bir kitaptır. ve sonraları içine düştüğü çıkmazları fark eder heidegger ve bu projesinden vazgeçer. ama bu haliyle bile çok ses getirmiş ve çığır açmış bir yapıt olarak görülür varlık ve zaman. kitap şöyle noktalanır; -sanki yazılanların bütünü parantez içine alınmış gibi.- :

    "zamansallığın zamansallaştırma kipi nasıl yorumlanacaktır ? kökensel zamandan varlık'ın anlamına götüren bir yol var mıdır ? zaman kendi varlık'ın çevreni olarak açığa çıkarır mı?"

    burada heidegger ile ilgili olarak söyleyebileceğimiz başka bir şey de onun " bilim düşünmez" dediği ve büyük yankı uyandıran cümlesidir. bunu bilimi küçümsemek için değil ama düşünen düşüncenin ancak kendisi üzerine ve kaç-olmayan şeyler üzerine düşünebileceğini belirtmek için söylediğini sonraları belirtir. ama bundan da çarpıcı bir deyişi vardır ki hepimizin bunun üzerine düşünmesi gerekir:

    "hiçbir çağ bu çağın bildiği bunca şeyden daha çoğunu bilmedi, hiçbirinim her şeyi bilivermek ve ustaca aşılamak için bunca olanağı olmadı. ne var ki hiçbir çağın asıl olan hakkındaki bilgisi bizim çağımızdaki kadar az olmadı. bugün anlayış bu denli azalmışsa, buynun nedeni çağın şimdiden genel bir sersemlemeye uğraması değil, dünya çapındaki doymazlığına karşın yalın ve temel olan her şeyi, hem yükümlenmeyi hem de katlanmayı gerektiren her şeyi inatla geri tepmesidir. bu dengesizliğin kendisinin her tarafa yayılabiliyor olması da günümüz insanının bir erdeminin, sabrının yok olmasından ileri gelmektedir."
332 entry daha
hesabın var mı? giriş yap