87 entry daha
  • evrim sürecini biyolojik ve bilişsel olarak ele alıp, kesişmelerin, davranışsal gelişmelerin geldiği yeri ve yansımalarını inceleyen, bir alandır.

    bu noktada darwin tarafından ileri sürülen görüş; hayvanların da duyguları olduğu ve bize onlardan miras kaldığı yönündedir.

    konuya genel olarak bakarsak, duyguları harekete geçiren şey, uyarıcılardır. uyarıcı talebi ve kullanıcı arzı değiştiği sürece, bazı duyguların konumları değişebilir veya bazıları daha baskın hale gelebilir. uyarıcı sayısı çoğaldıysa, duygular daha karmaşık hale gelebilir, bunlar da kendi içinde yan etkileri olan yeni duygular türetebilir.

    mesela görme özürlülerin yarasalar gibi yön bulmaları veya cisimleri fark etmeleri mümkün olabilir mi? yani görmeyen insanın, diğer duyularının gelişimi mümkün gözüküyor.
    bu yazıyı okuyalım o halde

    genel kanıya göre, insan beyninde zamanla oluşan ve oluşmaya devam eden sayısızca modül yer almaktadır. bunlar genler tarafından oluşturulmuş, geçiş yapmış, içerisinde de davranışları şekillendiren bilgiler/duygular/hisler bulunmaktadır.

    evrimsel psikoloji, temel bir gerçeklikten öte, mevcut şartlarda kabul edilebilir düzeydedir. lokal konular üzerine yapılan deneyler, komple bir gerçekliğin ispatı da değildir. bunun sebebi, insan beyninin karmaşıklığı ve şu an bazı şeylerin ölçülebilir olmamasıdır.
    bu noktada, evrime makul bakanların bile, fiziksel değişimlerin olabildiğini ama psikolojik değişimlerin özellikle de insan beyninin karmaşasından dolayı anlaşılabilir bir noktada olmayacağı veya ilişkisinin çok zayıf olduğu yönünde. ilahi temeli olan yaklaşımların ise, zaten karşı çıktığı bir düşüncedir. sebebi ise basit, insanın açıklayabileceği bir sistemin kafa karışıklığına sebep olacağı, hele ki hayvanlardan gelen ve kontrol edilebilir bir davranış psikolojisine inanmanın, tamamı ile saçma olduğu şeklindedir.
    evrim ve evrim psikolojisi ile alakalı bir çok tartışma var, şu doğrudur, bu doğrudur diyebileceğimiz bir çok şey esasen halen yok, ya da ''salt gerçeklik'' şeklinde değil. hatta bir çoğunu okuyup, mantığınıza göre yeni bir hipotez bile sunabilirsiniz. kabul ederseniz veya etmezsiniz, orası da size kalmış. o yüzden gerçekmiş gibi, örnek bir teoriyi paylaşmak istemiyorum. fakat üzerinde konuşmak, düşünmek ve yeni şeyler hakkında ilerlemek olası gözüküyor.

    temel olarak, insanın rastgele hareket etmediğini, bir geçmişi olduğunu, bunun da zamanla kazanılmış, bilgi-beceri-kalıtım- mutasyon ve genler olduğunu,
    bilginin bir belleğe kayıt alındığını ve bu sürecin ne şekilde oluştuğunu anlamaya çalışabiliriz, teknik olarak da bu söylenebilir. sebebi, kurumsal hafızamız, olaylar karşısında değişen duygu durumumuz ( tecrübe ) ve fiziksel değişimlerin varlığı ( renk, çekik gözler, uzun boylular, kısa boylular vs... )
    gen havuzundaki değişim için; ihtiyaç sonrası oluşan, değişen veya aktarılan bir beyin içi yapının olduğunu kabul edilen teoriler var. bir kaç deneyle de desteklenmiş vs...
    tabi biz bunu biraz daha geliştirip, ilk çağlarda var olan duygu durumunun da evrimleşip, evrimleşemeyeceğini de düşünebiliriz, hatta daha da ötesini...
    sonuç itibari ile evrim psikolojisi bunu da kapsamaktadır. 1 milyon yıl sonraki neslin, bizim şu an sergilediğimiz hangi davranışları taşıyacağı ve ne şekilde değiştirebileceğini varsayarsak, bizim evrildiğimiz canlılar ve bizden evrilecek canlılar şeklinde konunun komple düşünülmesi kaçınılmazdır. biz varsak bizden öncesi, biz varsak bizden sonrası da vardır.
    geçmişe gidildikçe, daha ilkel ve doğal bir hayatın olduğunu inkar edemeyiz. bu durumda hareket noktasında bir sorun yok ve bir gelişimden de söz edilebilir. aynı şekilde geleceğe hareket ile yine benzer bir değişimden de söz edebiliriz.

    evrim psikolojisini, primatların sosyal hayatları içerisindeki üreme, cinsellik, korunma, barınma ve özellikle de eş seçimleri ile sürekli açıklamaya çalışmak, bir çok kesimde tepkiye sebep olmaktadır.
    özellikle kadınlar ile ilgili olan kısmın basite indirgenmesi, ( derinlere inildikçe, bazı şeyleri düz mantıkla açıklamak ) sağcısı, solcusu, dincisi tarafından '' olur mu öyle şey'' şeklinde savunmalara sebep oluyor. çünkü hepsinde kadının konumu farklı. neden? inandıkları şey o yönde olduğu için. buna karşı bir teori sunulduğunda savunma yapmaları ve evrim psikolojisine karşı çıkmaları da olağan...

    peki basit olarak dişinin 5 milyon yıl önceki görevi neydi; üreme ve üreme sonrası, bebe'nin daha fazla ihtiyacı olan kişi olmasından dolayı, seçme hakkı var gözüküyor. çiftleşme sonrası, gebelik süreci, bebe'nin gelişim süreci, beslenme ve korunma süreci derken, dişinin bir çok noktaya dikkat etmesi gerekli.
    bundan dolayı da kıstasları var. en iyi olanı seçmeye çalışır. nat geo' da izlediğimiz, çiftleşme hakkı için sürekli kavga eden erkek tarafı ve savaşı kazanıp dişiye kur yapan erkek temalı belgeseller hepimizin malumu. burada, güçlü genler ve koruma sağlayacak eşi seçme söz konusudur. dişinin burada genleri ölçmek için deney yapacak hali olmadığından, dış görüntü ve etkileşimleri ölçmesi, buna göre karar vermesi de olağan. tüm canlıların da bu şekilde veya benzer hareket etmesi de kabul edilebilir bir durumdur. en azından geçmişte bu şekilde olduğu düşünülebilir. tabi kadını bu şekilde tasvir etmek yüksek oranda tepki doğuracağı için, erkeği de basit şekilde anlatalım; bu şartlarda erkekte fularlı bir diplomat değil, eli burnunda, kıçında dolaşan bir primat. * (bkz: feminizm paratoneri cümleler)
    günümüzde de dişilerin hareket tarzları genelde bu şekildedir. (bkz: hipergami)
    bunu değiştiren şeyler sosyal ve kültürel farklılıklardan öte, içinde bulundukları ihtiyaç piramatinin neresinde oldukları ile değişkenlik gösteriyor.
    yani '' benim isviçreli kız arkadaşım var, erkekte sadece zekaya bakar'' diyen birisinin, o isviçreli arkadaşının diğer ihtiyaçlarının muhtemelen karşılandığını da bilmesi gerekli. eğer halen, bunun aksini iddia edecek bazı kıstaslar sunuyorsak, o zaman evrim psikolojisinin gerçekten var olduğunu da söyleyebiliriz. çünkü ihtiyaçlar davranışları da değiştirmektedir.

    evrim ve evrim psikolojisini komple inkar eden bir yapı için söyleyecek bir şey yok. herkes kendi inanmak istediğine inanabilir. saygımız sonsuz...
    esasen aşağıdaki örnekte verilecek sorunun cevabına bakalım, sorunun cevabını verebilmek hangi noktada olduğumuzu görmemiz açısından önemlidir. öncelikle her insanın aynı düzeyde bir yapıya ve algıya sahip olmadığını biliyoruz. bunu bir kenarda tutalım.
    ''şimdi, beyaz tenli bir çiftimiz var ve hamile eş zenci bir bebe doğuruyor.
    buna takdir-i ilahi diyemeyeceğimize göre, burada farklı bir gen havuzundan besleme olduğu aşikar. nereden anlıyoruz? fiziksel yapıdan. böyle bir durumda, çocuğun bize benzeme-me sebebi ne peki? inancımız mı, yoksa biyolojik gerçeklikler mi? cevabı kolay.
    inanç seviyenizi sorgulamanıza gerek yok. bu duruma, genleri farklı bir insanın sebep olduğuna, inanç gücü ile bu değişimin olmayacağını siz de biliyorsunuzdur. dolayısı ile, bebe de, biyolojik babasının genleri ile yaşamaya devam eder. çünkü genler mirastır. bu örnek, evrim psikolojisi ile değil, biyolojik yapı ile alakalıdır. üremede değişkenlerin farklı sonuçlar ortaya çıkarma sebebi gen aktarımı ile alakalıdır. aktarılabilen bir şeyin, değişken olması da şaşırtıcı değildir. başlarken de söylediğimiz gibi, evrim psikolojisi biyolojik ve bilişsel olarak inceleme yapar.
    her iklimde ve her kıtada fiziksel olarak farklı insanların olması bile, ( siyahi, çekik gözlü, beyaz tenli, kısa boylu) başlı başına bir örnektir. bu toplumların bedenleri kadar, psikolojik eğilimleri ve davranışları da değişkendir. çünkü içinde oldukları ortamdaki ihtiyaçlarına göre evrilmişlerdir.
    bu noktada davranışların temelini incelemek, insan ahlakının da sosyal bir savunma mekanizması ve konfor olması yerine, ilahi varlığın esasları olarak görmek, şuan bize bir fayda sağlamayabilir. temel iç güdülerimizin nefis ile köreltilmesi yapay, ihtiyaca göre yönlendirilmesi doğal, dışsal uyarıcılara göre değişimi kontrol ve tüm bunlar ile birlikte gelişmesi de, ileriye taşınabilecek duygu ve davranışlar bütünlüğünü oluşturur.

    insan psikolojisinin evrimsel sürecinin nasıl olduğu, evrimin ilk zamanlarında var olan duyusal reflekslerimizin günümüzde varlığını ne şekilde sürdürdüğü, şu an yaptığımız bir çok davranışın sebebinin mağara adamının cinsel, sosyal, ekonomik ve hayatta kalma becerilerine kadar gittiğini düşünmemizi sağlayan bir sürecin olduğunu düşünmemizin bir sakıncası yok sanırım... temel olarak, bu davranış şekilleri, sahip olunan genlerin oluşturduğu modüler içindeki algı ve bilgi yansıması olarak bize sunulmuş.
    yani beynimiz bir araç,
    araç içerisinde bilinçli bir sürücü var ( zihin )
    bu sürücü de, dışsal uyarıcılar aracılığı ile oluşmuş veya kazanılmış davranışları gösteren bilgilere sahip.
    bu sürücü de gittiği yoldaki karşılaştığı engelleri aşmak için yeni beceriler oluşturmaya ve bunları genleri aracılığı ile aktarmaya çalışıyor. bunları yaşarken de edindiği psikoloji ve davranışlar da bunun içerisindedir.

    peki, bu yapı içerisindeki davranışlar zamanla ne kadar değişiyor?
    mağara adamı eş adayının ya da ateşin etrafında tamtam dansı yaptığı klasik görselleri aklınıza getirin, şu an bunu ne kadar geliştirdik diye kendimize bir soralım. tamtam dansından, bizim de şu an geldiğimiz nokta halay.
    binlerce sene de anca bu kadar mesafe kat ettik, zira evrim 3-5 günde değişen ve gözlemlenebilen bir olgu değildir. bunu öncelikle bilelim. '' biz tango yapıyoruz, ne halayı'' demeyin, genel düşünelim. istisnalar kaideyi bozmaz. halay da çekseniz, tango da yapsanız, akşam o yatağa gireceksiniz, amaç aynı. yani, bunu bir kaç yıllık bir olay gibi değil de, milyonlarca yıl sürecek bir olay gibi düşünmemiz gerekir.

    evrim psikolojisi esasında fiziksel değişimden de önemli bir yer kaplamalıdır. çünkü insanı fiziksel olarak bir olaya motive eden, bunun karşılığında bazı yönlerinin değişmesini ve gelişmesini sağlayan şey zekası, duygu durumu ve bunu yönetebilmesidir. bu noktada evrim, bedensel değişim ve çevre koşullarına uymak, evrimsel psikoloji ise, bunu sağlayan etkendir diyebiliriz. var olanı verimli kullanma ve ihtiyaçlarını karşılama dürtüsü bizi değişime sürüklemektedir.
    atalarımızın dağları arşınlayarak geçebilmesi ama bizim kıçımızı kaldırmaktan aciz olmamız, fiziksel değişimle açıklanabilir, ama bizi bu hale getiren duygu durumu ve ihtiyaçların sıralamasını değiştiren ortamı yaratan şeyi de bulmak, bilmek gerekir.

    bu noktada evrimleşen insanın, evrimleştiği yapılardaki var olan özelliklerini de alarak geliştirdiğini düşünebiliriz.
    peki, insan gerçekten bin yıllar boyunca tecrübe ettiği, kazandığı, rasyonel olmadığı için geride bıraktığı, minimize ettiği veya maksimize ettiği davranışların kodlarını da gen havuzuna aktarmış olabilir mi?
    sevdiği ve hoşuna giden bir davranışı sürdürebilir olması açısından tekrarlayan, bunu alışkanlık haline getiren, hatta toplum tarafından da takdir edilmesi ile sosyalleştiren, insanın benliğine işleyen bir olguyu, beyin ne şekilde kaydeder diye düşünerek başlayabiliriz. eğer beyin sonradan kazanılan bir davranışı tekrarlayarak, kendi içinde kodlayabiliyor ise, yani hepimizin anlayacağı şekilde, öğrenip, günü geldiğinde kullanmak üzere kaydedebiliyor ise, bunu gelecek nesillere de aktarması mümkündür. bir sonraki nesillerde direk olarak ortaya çıkmasa da, alt yapısının varlığından söz edebiliriz.
    bunu okuduğunuzda şu soruyu sorabilirsiniz; bir insan paraşüt ile atlamayı seviyor diye, o zaman 5 nesil sonraki torunu da bunu sevmesi mi lazım? çünkü sevdiği ve kaydettiği davranış budur. olaya bu şekilde bakılırsa yanılmış oluruz. esasen üzerinde durmamız gereken nokta içgüdülerimizin bizi yönlendirerek haz alınan veya alınmayan olayları bulmasıdır. paraşüt ile atlamak bir davranış olsa da, oradaki ana nokta, adrenalin seviyesini yükseltme eğilimidir. bir nevi kalıtımsal bir iz.
    haz alınan şey, yüksek adrenalin seviyesinin eyleme dönüşümüdür. 5 kuşak öncesinde adrenalin seven bir dedeniz var ise, sizin de bu yönde eğilim göstermeniz olasıdır. '' ataları gibi cesur'' denilen bir millet için de, aynı şeylerin temeline bakmak lazım. burada gerçekten bir cesaret olabildiği gibi, çabuk gaza gelen bir kabile ile de bağlantınız da olabilir. tabi bunlar kafanızı karıştırmasın, içgüdüsel olanlar öğrenilmeden yapılanlardır. sonradan öğrenilip eyleme dönüştürülebilen davranışlar kendinden bağımsız olmamak ile birlikte, geçmiş nesillerin pratik kazandırdığı davranışlardır. bu noktada ikisini ayıran şey, içgüdülerin varlığı ve sonradan şekillenen reflekslerin birleşimidir.

    bu anlattıklarımız temel noktalar olarak değerlendirilebilir. biraz da işi karmaşık hale getirerek bazı duyguların ve hislerin evrimine bakalım.
    örneğin, mağara devrinde kaygı ve korkuyu ciddi manada hayatta kalmak için kullanırken, şu an bunlar baş edilmediğinde psikolojimizi bozan, bizi hayattan soğutan iki his olarak önümüzde durmaktadır. çünkü geçmiş şartlar bu iki hissin varlığını baskın şekilde ortaya çıkarmıştır.
    mağara adamı ormanda yürürken, bu iki hissi vahşi hayvanlardan ve rakip kabile erkeklerinden korunmak için bir refleks olarak kullanırken, şuan bunları ne için kullanıyor ve bu hisleri ne kadar güncelleyip baş edebilir durumdayız? acaba şartlar değiştiği için, daha güvenli yaşam sağladığımız için, bu hisler bize fazla geliyor olabilir mi? içinden çıkılamayan depresyon sebepleri, gereksiz yere salgıladığımız hormonlar olabilir mi?
    burada da şunu sorabilirsiniz; ''eğer şartlar geliştiyse ve değiştiyse, bu hisler neden evrimleşmedi ve şartlara uyum sağlamadı?''
    yukarıda bahsetmiştik, evrim süreci çok uzun bir zaman aralığında gerçekleşebilir.
    insanların çevre ve sosyal ilişkilerinin hatta teknolojinin çok çabuk gelişmesi ve insanı doğadan koparması, bu hislerin evrimleşme sürecinden daha hızlı gerçekleşmiş diyebiliriz. bu noktada bize fazla gelen bu hisler ile ciddi ruhsal problemler yaşamamız, bunların göstergesi de olabilir. üzerinde durulması gereken bir konudur.
    ful güvenlikli bir alanda bile paronaya yaşamak, korkmak, ihtiyacımız olan bir durum değildir.
    halen sıcak bir sobaya dokunduğumuzda elimizin yanacağını öğrenmemiz için, korku, endişe ve kaygıya ihtiyacımız yoktur? öğrenme aşamasında belki evet ama yaşama aşamasında bu denli bir ihtiyaçtan söz edemeyiz.
    eğer evrimsel psikolojiden bahsediyorsak, bu olumsuzu temsil eden, yani negatif hislerin neden değişmediğini, mağaradan, yüksek güvenlikli sitelere geçiş yapmış insanların, bunlara ihtiyacının kalmamış olabileceğini düşünebiliriz. buradaki temel nokta, ihtiyacın eskisi kadar olmasa bile sürmesidir.

    konuyu biraz daha açalım; korkuyu hepimiz biliyoruz aslında, her dönem ihtiyacımız olan, anlık bir savunma hissidir. günümüzde zayıflık olarak görülse de, rasyonel bir hayatta kalma duygusudur. o yüzden kaygıya bakalım.
    kaygı; insanın karşılaştığı olaylar karşısında ( iç-dış ) verdiği ruhsal, bedensel ve duygusal tepkilerdir. bunları engellemekte çok kolay değildir. uyarıldıktan sonra yüksek oranda endişeye sebep olur. yani kaygı bir şeyleri hissetmeye başlamak ve onu değerlendirmeye almaktır. huzursuzluk sebebi de diyebiliriz. nedenini ortadan kaldırmadan da kolayca geçmez.
    kaygının geçmişte daha keskin reflekslere ihtiyacı olan mağara adamı için bir radar sistemi olduğunu da düşünebiliriz. ( her daim tetikte olmak )
    peki bu çevresinde yırtıcı hayvanlar olmayan, her an kıçına mızrak saplanmayacak bir adam için neden gerekli olsun?
    esasında durum böyle değil tabi. kaygı aslında belli oranda var ise, insan için faydalıdır. istek duyma ve motive olmak için kullanılan bir histir. karşılaşılan bir olayı rasyonelleştirmek için insanı başka bir boyuta sevk eder. tabi kaygının çok olması veya az olması kadar sorundur. günümüzde bunu (bkz: kaygı bozukluğu) olarak görebiliriz.
    karşısında bir anda bir rakip kabile erkeği gören mağara adamının, anlık yaşadığı şey korkudur. bu durumun her an olabileceği hissiyatının yaşanması da kaygıdır. bu noktada mağara adamımız hayatta kalabilmek için rakibini öldürüp, ganimeti alıp, yoluna devam eder ve topuklayıp kaçar.
    peki günümüzde bu durum nasıl, kaygı bizi direk olarak cinayet işlemeye mi yöneltir, yoksa tek başımıza huzursuz bir şekilde, evin içinde yalnız kalmaya mı yöneltir?
    cevabı genelde ikinci seçenektir.
    davranışsal olarak bu his, tüm insanlarda aynı oranda değildir. aynı oranda olsa bile, uyarıcılar farklı olduğu için, baskın hale gelmesi farklılık gösterir.
    bunu etkileyen ve açığa çıkaran durum ise, kişinin yaşantısı ve geçmişinin dayandığı toplumlardır. tek tek yaşantıları ele alamayacağımız için, genel olarak düşünürsek;
    bir birine hiç güvenmeyen insanların yaşadığı toplumların, daha agresif ve panik halinde olması olasıdır. bu noktada dünyayı ikiye bölüp, bir tarafını acılar ile dolu, bir tarafını da acıları minimize etmiş gibi düşünebilirsiniz. gerçi çok zorlanmayız, esasen dünya zaten bu şekilde.
    korku ve hayatta kalma sorunu daha fazla olan toplumlarda, baskın olan duygular genelde bu sorunlar ile baş etme için kullanılan hislerdir. burada, ihtiyaç duyulan hisler daha baskın olarak ön plana çıkar.
    örneğin, üniversite zamanında yurttaki oda arkadaşım görme özürlüydü. duyduğu şeyleri benden daha iyi tanımlardı. algısı ve hisleri benden daha yüksekti. sebebi, görmediği için, diğer duyuları fazla gelişmişti. ben gördüğüm için buna ihtiyaç duymamıştım.( yukarı da başlangıçta bunun örneğini de verdik)
    sorunlu bir ortamda, kaygı üst seviye belirtiler verir. tam tersi bir durumda ise, güvenilir insanlar, rahat davranışlar, endişeye mahal olmayacak bir toplum ise, kişiye davranışsal bir sakinlik verir. burada içgüdüsel olan hislerin yönlendirilmesi ve değişimi söz konusudur. bunu etkileyenler ise yaşanılan toplumların davranışları ve dış faktörlerdir. ( uyarıcılar )
    temelde bu hisler mevcut fakat, yönlendirme ve yaşama noktasında farklılık gösterebilir. komple güvensiz bir ortamda bizi hayatta tutacak, karnımızı doyurmamızı sağlayacak hislerin, güvenli ortamlarda bizi paronaya sürükleyeceğini düşünebilirsek eğer, insan ruhunun bu duygu durumuna alışması ve hisleri zararsız şekilde sindirmesi gerekliliğini düşünebiliriz. eğer şu an en güçlü ve yoğun hisler karşısında psikolojik bir üstünlük ve kontrol sağlayamadıysak, beden henüz gelen güncellemeleri kabul etmiş sayılmaz, ama hayatına devam edebilmek için bunu yapmasının şart olduğu bir gerçektir. insana, zorlu hayat şartlarında avantaj sağlayan hislerin, artık kendisine bir nevi yük olması, ya da eskiye nazaran çok fazla ihtiyaç duymaması, ''bir sonsuzluk denklemi ile sürecektir '' gibi algılanamaz. belki de henüz tüm insanlar için bu güvenli alanlar olmadığı için, bu noktada davranışlarımız ve içinde olduğumuz psikoloji, geçiş döneminde olabilir. 1 milyon yıl sonra insanların bugün sergilenen davranışları, temelleri aynı kalmak koşulu ile değiştireceği aşikar. buna yeni davranışlar ekleyeceği de kaçınılmazdır. bununla birlikte, davranışların ve içinde olduğu psikolojinin de değişimi söz konusudur.

    bunları göz önüne aldığımızda geldiğimiz nokta, insanların duygularının ne olduğu ve ne için gerekli olduğudur. karşılaştığı olaylara tepki veren, kendisini koruyan ve fırsatları değerlendirmesini sağlayan her şey duygudur. yani normal bir psikolojiden çıkarak, karşılaştığı duruma uyum sağlamasına yardımcı olan bir yönelime sahiptir. burada dikkat edilecek husus uyumdur. uyum varsa, değişim vardır. bu değişimleri sağlayan değişkenler, genler tarafından desteklenen yapıda olmalıdır ki, insanlar hayatlarını aktarabilsin ve sürdürebilsin.

    duygularını kontrol etmek ve onları yönetmek normal psikolojide daha mutlu bir hayat sürmenize sebep olur. bu da aslında bir evrilmedir. bunu zamanla öğrenmiş olduğumuz bir savunma mekanizması olarak da düşünebilirsiniz. bu kontrol ise, tüm hayatında onun başarı ve başarısızlığını etkileyen bir durumdur. buradaki ana nokta, ihtiyacı kadar duygu kullanımıdır. öfke kontrolü yapamamak, hayatı zorlaştıran bir eylem ise, bunun değişimini sağlamamız gerekir. bu değişimi kalıcı hale getirmek ve benimsemek, davranışları da değiştirecektir.

    özet ile; temel içgüdülerin, kültürel olarak adlandırılan tüm baskın duygulardan etkileneceği, hatta yeni duygu durumlarının da açığa çıkabileceğinden söz edebiliriz. bazı duygular baskın hale gelebiliyorsa, zamanla bunların değişimi de söz konusudur.
    insanların çoğunlukla içgüdülerinin değil, alışkanlıklarının yön vereceği davranışları sergileyeceği, çevresel ve dönemsel koşulların değişmesi ile de sahip oldukları davranış psikolojisinin de buna evrileceğini söyleyebiliriz. bunu etkileyen en büyük faktör de zihin ve beyin kapasitesidir. fırsatçılık için belirgin ve vitrin özelliği taşıyan fiziksel duygu durumunu gizlemede zihin baş yapıttır. buna uyum sağlamada da yeterince güçlü bir yapıdır.
53 entry daha
hesabın var mı? giriş yap