40 entry daha
  • bu uzun yazıda özet olarak eğer sonsuza kadar yaşarsak, yaşanabilecek ihtimaller sonlu ancak yaşanacak zaman sonsuz olduğundan bir süre sonra herşeyi tekrara başlarız diyorum. çarpıcı olsun diye örneklerde genelde aile, çocuk, eş, sevgili gibi hayatta duygusal bağın en yoğun olduğu ögeleri kullandım.

    aslında sonsuza bile gerek olmadan büyük sayıları kullanabiliriz. şöyle geriye yaslanıp çok çok çok büyük bir sayı hayal edin. mesela ne olsun? bütün evreni kumla doldurursak kaç tane kum tanesi gerekir? yani 93 milyar ışık yılı çapında gözlemlenebilir evren hacminin tamamını kumla dolduruyorsunuz. nereye ne kadar sürede gidersen git uçsuz bucaksız bir kum yığını.. bu pratikte sonsuz gibi gözükse de aslında yazması çok basit sonlu bir sayı. 10^90 ya da 10 üzeri 90 ya da 1’in yanında 90 tane sıfır. işte evrenimizi dolduracak kum sayısına eşit olan sayı bu. gördüğünüz gibi sadece beş karakterle ifade edilebilir basit bir üslü sayı olsa da insan olarak günlük aşina olduğumuz verilerle kıyaslandığında pratikte sonsuz kalıyor. bu sayının 10 milyar katına bir isim vermişler: googol sayısı. yani 10^100. şimdi daha da geriye yaslanıp düşünün, 1 googol sene yaşamak ister miydiniz? eğer isteseydiniz bu süre içinde neler yapmak isterdiniz? büyük patlamadan bu yana sadece 13,6 milyar yıl geçtiğini, bunun da evinizin banyosunu bile dolduramayacak kadar az kum tanesine eşit olduğunu düşünün. daha doldurulacak evren hacminin 10 milyar katı hacim olduğunu düşünerek karar verin. ve tabi şu 100 senelik ömrünüzde çoğu konsepten eğlenceden sıkıldığınızı da gözeterek..

    eğer ‘yok abi bu kesmez beni daha çok yaşamak istiyorum’ diyorsanız eyvallah hakkınız tabiki. zira googol her ne kadar somut şeylerin miktarı olarak çok büyük olsa da, ‘şeylerin’ olasılığı babında baya küçük bir sayı. mesela bütün oynanabilecek satranç oyunu sayısı 10^120 iken googol’un büyüklüğünü övmek gereksiz. o zaman gelin sizi ortamın ağır abisiyle tanıştırayım: googolplex, yani 10^googol yani 10^10^100. bu sayı ne kadar büyük? evreni dolduracak kum tanesini 1’in yanına 90 tane sıfır koyarak elde ediyorduk hatırlarsanız. yani telefonunuzda birkaç satır yer tutan bir sayı. şimdi 1’in yanına evreni dolduracak kum tanesi adedinin on milyar katı kadar sıfır yazdığınızı düşünün, ve bu sayının temsil ettiği miktarı hayal etmeye çalışın. çalışın dedim çünkü bu mertebeden sonra ifade edilen sayılar miktar olarak hayal edilemez sayılardır. peki googolplex yıl boyunca yaşamayı arzular mıydınız?

    cevabınız ‘tabi abi allah daha da uzun ömür versin inşallah’ ise siz artık insana dair tüm olasılıkların tükendiği zamanı arzulamaktasınız. ne demek bu?

    hilbert otelini duymuşsunuzdur. özetle sonsuz insanın kaldığı sonsuz odalı bir otele yeni misafirler gelirse odalara nasıl yerleştirilir bunu inceliyor. bu problemde kimsenin sormadığı şey ise ‘kim ulan bu sonsuz kişi’ sorusudur. eğer birbirinden farklı insanlar kalacaksa bunun bir limiti var ve bir süre sonra otelde zaten var olan bir kişiye tekrar rastlayacaksınız. çünkü ortalama bir insan hacminin kapladığı uzayda tüm kuantum olasılıkların sayısı 10^10^70 tir. bu sayı var olabilecek tüm insanları içeriyor. aynı veya daha küçük hacimdeki canlı cansız tüm varlıkları da. diyelim ki otelde sonsuz değil de 10^10^70 kişi kalıyor. bu durumda odaları tek tek dolaşıp insanlarla tanışırsanız bir süre sonra ‘offf ben bununla daha önce 10 bin kere tanışmıştım baydı lann’ demeye başlarsınız. bir sonraki odadakiyle de 125 bin kere tanışmışsınızdır belki. çünkü daha önce tanıştığınız bu adam, bir öncekinden sadece karaciğerindeki bir atomun beş nanometre ileride olmasıyla ayrılıyordur muhtemelen ve bu şekilde aynı adama pratikte sonsuz kere daha rastlayacaksınız. ancak size sonsuz gelse de bu yine de sonlu bir sayı ve bu adamın toplam kopya sayısı 10^10^70’in çok küçük bir alt kümesi.

    hayal kurmaya devam edelim, mesela otel nasılsa tüm insanları içeriyor diye otele gelip yıllar evvel zalim insanların sizi ayırdığı nazlı yârinizi aramaya başladınız. odalara tek tek bakıyorsunuz. makul bir sürede onu bulma şansınız nedir? pratikte sıfır. ancak diyelim ki bir mucize oldu ve 30 sene sonra çaldığınız kapıyı o dünyalar güzeli nazlı yâr açtı. dünyalar sizin oldu, mutluluktan fenalık geçirip beş kere bayılıp beş kere ayıldınız. sonra kendinizi toplayıp onunla konuşmaya başladınız. ancak o da ne! sizin nazlı yâr, kendisinin erol mütercimler olduğunu iddia ediyor ve sizi hiç tanımıyor. niye? çünkü insan hacmindeki tüm kuantum olasılıkların içinde dış görünüşü yârinizle aynı ama beynindeki nöron bağlantıları farklı katrilyonlarca insan var. ve sizin şansınıza erol mütercimler olduğunu iddia eden gelmiş karşınıza. bu saçma gözükse de otelde böyle bir insan var ve olmak zorunda. siz ona canım derken o size ahu gözleriyle bakarak ‘bakın ben bir deniz subayıyım’ diyor. kestane balı gibi omuzlarına akmış lüle lüle saçları olsa da o kendini dünyanın en muhteşem keli zannediyor. hayal kırıklığıyla ayrılıp aramaya devam ediyorsunuz. ama tekrar ona rastlasanız bile sizinle ortak anılara sahip şekilde nöronları yapılandırılmış kişiyi bulmanız çoooook uzak bir gelecekte.

    bu bize şunu gösteriyor aslında, ister bir simülasyonda olsun, ister bilimkurgunun ölümsüzlüğünde, ister inanç bağlamında cennette olsun insan olarak sonsuza kadar yaşasanız bile, hafızanızı ve benliğinizi oluşturan nöron bağlantılarının kombinasyonu limitli olduğundan 10^10^70 insanın yaşadıklarından daha yeni bir şey yaşayamazsınız. yeni bir deneyim yeni bir anı oluşturamazsınız. bu 10^10^70 insanın içinde tüm paralel evrenlerde tüm olasılıkları tüm yaşanabilecek hayatları yaşamış insanlar var. bir süre sonra deneyimleyceğiniz şey bu hayatları tekrar tekrar bir daha yaşamak olur.

    ‘e olsun abi güzel bir hayatı sonsuza kadar tekrarlayarak yaşarım ne var bunda’ diyorsanız eğer, artık biraz temkinli olma vakti. zira bu olay 20 kere kolpaçino izleyip hepsinde gülmeye benzemez. bunun ne anlama geldiğini şöyle örnekle anlatalım:

    diyelim sonsuza dek yaşayacağınız bir simülasyonun içindesiniz. güneş sistemi evren herşey ilelebet korunacak. ölüm diye bir şey mümkün değil. mümkün olduğunca keyifli ve farklı olaylar yaşamayı arzuluyorsunuz. şimdi bakalım nasıl bir hayat deneyimi çıkıyor ortaya.

    eğer en keyif aldığınız şey etrafında serin ırmaklar akan köşklerde oturup arkadaşlarla muhabbet etmek, manzaraya karşı şarabınızı yudumlayıp nazlı yâr ile vakit geçirmek şırıl şırıl suların sesi arkada kitabınızı okumak ise bu başta çok muhteşem gelebilir. ancak biraz zaman geçince işler çok fena olmaya başlar. örneğin kitap için kabaca hesaplarsak dilimizde bir şeyleri temsil eden 30 bin kelime var ve ortalama bir roman 100 bin kelime içeriyor dersek bu 30 bin kelime, 100 bin boşluğa 10^150000 farklı şekilde yerleşir. var olabilecek tüm kitapların sayısı kabaca böyle. bu çok büyük bir sayı olsa da sonsuz yanında neredeyse sıfır kadar küçük. kaldı ki bu kitapların hemen hemen hepsi dadaist saçmalıktan ibaret ama biz yine de bu miktarda anlamlı kitap var diyelim. aynı şekilde sevgiliyle arkadaşlarla bir oturumda yapabileceğiniz muhabbetin kelime cümle kombinasyonları da buna yakın mertebede sayılarla sınırlandırılmış olacak. algıladığınız tüm görseller de.

    bu durumda belli bir süre sonra yaşayacağınız olay şu: kitap okumak için hamağınıza uzandınız ancak o da ne! elinizdeki kitabı daha önce tam 2 trilyon kere okumuşsunuz. bari başka kitap okuyayım diyorsunuz ama o seçtiğiniz kitabı da daha önce 20 katrilyon kere okumuşsunuz. açayım bari bir komedi filmi biraz neşeleneyim diyorsunuz elinize gelen ilk seçeneği daha önce 85 kentilyon kere trilyon defa izlemişsiniz. diğer filmleri daha da fazla.. ağlasanız da zırlasanız da artık yeni bir kitap, yeni bir film yok. o yaz dinleyeceğiniz yeni bir şarkı da yok. en sıkılgan anınızda nazlı yâriniz geliyor odaya o kıpır kıpır neşesiyle. ve daha önce aynı cümlelerle aynı jest ve mimiklerle 36 bin katrilyon kere milyar defa anlattığı olayı aynı heyecanla size anlatıyor. ya sıkıldım başka şeyler konuşalım deme şansınız yok. çünkü her ne konuşursanız konuşun bunları da daha önce kentilyon kere desilyon kere nonilyon defa konuştunuz.

    çok sıkıldığınız nazlı yârinizle boşanmıyorsunuz (önünüzde nafaka ödeyerek geçecek katrilyonlarca sene var. ekonomik açıdan biraz sarsar adamı) bol bol sevişerek ve çocuk yaparak hayatı yaşıyorsunuz. (böyle anlatınca erkeklere hitap eden bir yazı oluyor biliyorum kadın okurlarımız da karakterleri değiştirebilirler) diyelim mahmut adında bir çocuğunuz dünyaya geldi. onu büyüttünüz, muhteşem anılarınız oldu, beraber top oynadınız ailece pikniğe gittiğiniz ebeveyn olmanın hazzını sonuna kadar yaşadınız. eğer yıllar boyu sürekli çocuk yapmaya devam ederseniz çook ileri bir tarihte belki bir googolplex yıl sonra yine mahmut adında aynı genetiğe sahip bir çocuğunuz daha olacak. sonrasında da artık daha önce sahip olduğunuz çocukların aynısını yapmaya devam edeceksiniz. daha da ileri bir tarihte bu sefer tekrar doğan mahmutu ilk yetiştirdiğiniz gibi yetiştirecek aynı anıları tekrar yaşayacaksınız. 20 trilyonuncu kez dünyaya gelmiş mahmut’la 20 trilyonuncu kez aynı pikniğe gidip aynı topu aynı şekilde oynayacaksınız. onu 20 trilyonuncu kez aynı ilkokulda aynı öğretmene yazdıracaksınız. 20 trilyonuncu kez onun aynı ergenlik problemleriyle uğraşacaksınız. bunlar saçma gelse de kesinlikle tekrar olmak zorunda çünkü daha fazla bir ihtimal kalmadı. sizin daha önce 600 katrilyon kere izlediğiniz sinema filmini onun da gönlü olsun diye beraber 20 trilyonuncu kez izleyeceksiniz. sıkıldınız mı?

    ‘nafakaysa nafaka boşanacam ben bundan sonra da evlenmeden sadece sevgili olacam ohhh’ deseniz bile değişen bir şey olmaz. ayrıldığınız kadınların sayısı o kadar çok artacak ki ileriki bir tarihte tekrar daha önce sevgili olduğunuz biriyle sevgili olacaksanız. ve bir süre sonra aynı kişiyle tekrar aynı anıları yaşamaya başlayacaksınız. hem de milyonlarca kere trilyonlarca.. eğer asla geri dönmeyecek birini bile bekliyor iseniz, müjde olsun sizlere, şöyle kabaca bi googolplex yıl sonra tekrar karşınıza çıkacak. ama sonrasında öyle tekrara bağlayacak ki bu geri dönmeler, on değil yirmi defa değil, milyarlarca kere milyarlarca..

    özellikle hep böyle gönül eğlemeli örnekler veriyorum. yaşadığınız şey ne kadar muhteşem olursa olsun hedonik adaptasyondan dolayı artık keyif almamaya başlayacaksınız. playboy şatosuna bile taşınsanız bir müddet sonra sıkılıp ‘ya fena bunaldım gidip bir zanaat öğreneyim, biraz da ahşap falan oyayım’ diyeceksiniz. bunun dışında sürekli tekrar eden eylemlerden ötürü artık sıkılacak, yeni şeyler yapmak isteyecek ama o yeniyi de çoktan tüketmiş olacaksınız. bu size imkansız gelebilir. sahilde bira içip dans edip akşam ortamlara akarak sonsuza kadar sıkılmadan yaşarım diyor olabilirsiniz. ancak şunu düşünün, 50 60 yaşına gelmiş insanlar gençlerin büyük bir keyifle yaptığı çoğu şeyi yapmaktan keyif almıyorlar. bu insanlar hayattan keyif almayı bilmediği için mi böyleler? yoksa artık göreceğini görmüş bu insanların keyif alacakları gençlerden farklı gündemleri mi var? aksini düşünmek çocukken sonsuza kadar oyuncakla oynayabilmeyi hayal etmeye benzer.

    eğer kendinizi bir şeyler üretmeye yapmaya verirseniz yine tekrar sarmalına gireceksiniz. okuyup mesleğine aşık bir ortopedi cerrahı olursanız bir süre sonra aynı şekilde aynı yaralanmayı geçirmiş aynı kişileri aynı şekilde ameliyat etmeye başlayacaksınız. literatüre girecek yeni bir kaza, okunacak yeni bir makale kalmayacak. ressam olursanız daha önce trilyonlarca kere yaptığınız bir tabloyu tekrar yapacaksınız. müzisyen olursanız bir süre sonra yeni bir beste yapamayacak yeni bir şarkı sözü yazamayacaksınız. ilkokul öğretmeni olursanız bir gün aynı öğrencileri tekrar 4 yıl boyunca aynı ders anlatışıyla okutup mezun edeceksiniz.

    dolayısıyla bir noktadan sonra öyle bir tekrara gireceksiniz ki ‘yeteeeeeeeeeeeeeeeeeerrrrrrr’ diye bağırarak buharlaşmak isteyeceksiniz. çok büyük zaman ölçeğinde, yaşadığınız bu deneyimin sonsuza dek hapis yatmaktan farkı yok zira.

    bu anlattıklarıma şöyle bir itiraz gelebilir: ‘kardeşim iyi diyorsun da insan unutan bir varlık, zamanla çoğu şeyi unutur, bu sayede kafayı yemeden yaşar. bu örneklerde sen hafızayı sonsuz kapasitede almışsın. halbuki insan fi tarihinde izleyip unuttuğu bir filmi tekrar izleyip mutlu olabilir. böyle sonsuza dek yaşayabilir.’ bu itiraz başta çok mantıklı gelse de bu sefer olayı bambaşka bir absürtlüğe sürüklüyor.

    şimdi simülasyonumuzda insanı normal hafıza kapasitesi olan bildiğin dünyamız insanı gibi oluşturalım. asla unutmayacağınız belleğe çakılı temel bilgiler var: adınız soyadınız, anne baba, nerelisin vs. mesela konyalıysan bu etiket sonsuza dek seninle birlikte olacak. ama bunlar dışında hafızana yeni şeyler girdikçe onlara yer açmak için eskiler zamanla silinmeye başlıyor. herhangi bir zaman kesitinde hafızanızdaki tüm bilgilerin en son kırıntısının da silineceği zamana dek uzanacak süreye ‘birim ömür’ diyelim bu belki 100000 sene belki 10 trilyon sene. ama ona şimdilik ‘birim ömür’ dedik. bir birim ömür yaşadıktan sonra şimdiyi ve şimdinin geçmişindeki her şeyi, her güzel anıyı, dünyalar güzeli çocuğunuzu ve onunla geçirdiğiniz muhteşem anıların hepsini unutacaksınız. daha önce size anne\baba demiş o insanı hiç hatırlamayacaksınız. aksi halde yeni yaşadığınız deneyimler için hafızanızda hiç yer olmayacak.

    diyelim ki bir kadınla kainat tarihine geçecek efsane bir aşk yaşadınız. onu tavlamak için 10 bin sene uğraştınız, uğruna binlerce kez kavga ettiniz, milyonlarca sene hapis yattınız, sonunda kavuştunuz, kalbiniz ruhunuz bir oldu adeta birer tanrı\tanrıça oldunuz. soyunuzdan gelenler galaksiye yayıldı milyarlarca üstün nitelikli ahlaklı faziletli evlat, torun yetiştirdiniz. beraber yaşadığınız her saniye aşk ve asalet doluydu. yazıya döksen hiçbir kütüphaneye sığmayacak uzunlukta evrene mıh çakmış fevkaladenin fevkinde bir aşk öyküsünü tamamlayarak bir trilyon sene beraber yaşamış oldunuz. yaşadığınız deneyimin sizdeki yeri çok özel. ama, ama… aradan bir birim ömür geçince hepsini unutacaksınız. o kadını hiç tanımamış, size binlerce yıl baba demiş çocuğunuzu elinize alıp hiç sevmemiş gibi olacaksınız. eğer ‘yok kardeşim ben de bu olayı tıpkı adım soyadım gibi asla unutulmazlar bölümünde kazırım hafızaya başka şeyleri unutur bunu unutmam’ diyorsanız da üzgünüm. ‘asla unutulmayacak’ diye etiketlediğiniz o kadar çok şey olacak ki bunlar da yeteri kadar zaman sonra hafıza kapasitenizi aşacağından artık bazılarından vazgeçmek zorunda kalacaksınız. nihayetinde hayatınıza damga vurmuş o özel aşk, o özel insan ve insanlar hiç olmamış gibi silinecek hafızanızdan.

    bu durumda şu soruları soralım: biz doğmadan önce ne vardı? hiçlik. peki bir birim ömür öncesinde ne vardı? yine hiçlik. gördüğünüz gibi normal hafızalı bir insan olarak sonsuza kadar yaşamak şu an dünyada doğumlu\ölümlü yaşamaya çok benzer bir yan içeriyor.

    peki siz hangisini tercih ederdiniz? sonsuz bir hafızayla sonsuz bir ömürü mü? yoksa unutarak sonsuz bir ömürü mü?

    velhasıl, gidilecek yeni bir gezegen kalmadığında, okunacak son kitap bittiğinde, yaşanacak son aşk tükendiğinde, beyaz adam hayatın çok da matah bir şey olmadığını anlayacak.

    sonsuza dek yaşamak insanın doğasını, kapasitesini çok çok aşan psikopat bir durum. burada öngörülmemiş problemler de çıkarabilir. hayatınızı bir öykü gibi düşünün. başı ve sonu olduğu zaman anlam kazanır. hiç bitmeyen bir öykü bir süre sonra aynı olayların anlatıldığı anlamsız söz yığınlarına dönüşür. o halde bu kısa öyküyü en güzel şekilde derlemek, içine en kalbe dokunan aşkı, en güzel çocuk sevgisini koymak ve tatlı bir yorgunlukla son sayfayı yazıp rafa kaldırmak yine bizim elimizde. zamanın kıymetini bilerek, ertelemeden..
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap