164 entry daha
  • prosper merimee'nin müthiş kitabından beğendiğim yerleri derledim. buyrun:

    sürekli anlatılanları dinleyip de hiçbir zaman karşılaşmadığım için, hırsızların var olduğuna inanmıyordum.

    karşımdakinin kaçakçı ya da hırsız olduğu konusunda hiç şüphem yoktu; ama ne fark eder? ispanyolların mizacını az çok tanıdığımdan, beraber yemek yiyip puro içtiğim birinden zarar gelmeyeceğini kestirebiliyordum. hatta bizimle beraber oluşu, karşılaşacağımız tehlikelerden korunacak olduğumuz anlamına da geliyordu. onun bir haydut olduğunu bilmek hoşuma gitmişti. haydutlar her zaman insanın karşısına çıkmaz; yumuşak huylu ve sakin olduğunu hissettiğin ama aslında tehlikeli birinin yanında olmasının çekici bir yanı var.

    tekrar bankın üzerine yattım ama hiç gözümü kırpmadım. kendi kendime, sırf birlikte jambon ve valensia usulü pilav yedik diye, bir hırsız ya da belki bir katili darağacından kurtarmakla iyi yapıp yapmadığımı soruyordum. böyle davranarak, kanunlardan yana olan rehberime ihanet etmemiş miydim? onu bir hainin intikam hırsıyla karşı karşıya bırakmamış mıydım? ama ya konuklara karşı sorumluluk! … “vahşi olduğu konusunda peşin hüküm giymiş bu eşkıyanın işleyeceği tüm suçların hesabını vermek zorunda kalacağımı düşünüyordum”... yine de tüm bu gerçeklere karşı direnen bu vicdanî içgüdü, önyargının ürünü müydü?

    cordoba haralarından çıkmış bir kısrak gibi kalçalarını sallayarak yürüyordu. benim ülkemde böyle giyinen bir kadın, görenlere istavroz çıkarttırırdı... sevilla’da herkes ona aleni laf atıyordu; o ise gözlerini süzerek, eli belinde, gerçek bir çingene arsızlığıyla, her birine ayrı ayrı cevap veriyordu. önce hoşuma gitmedi, işime geri döndüm; ama o, kadınların ve kedilerin gel deyince gelmeyen, çağırmayınca da gelip sürtünen halleri gibi, gelip tam önümde durdu ve bana, endülüs aksanıyla:

    yalan söylüyordu, zaten daima yalan söyledi. hayatı boyunca tek bir kere doğruyu söyledi mi bilmiyorum; ama onu dinlerken, bütün söylediklerine inanırdım: elimde değildi, karşı koyamazdım.

    beni tongaya düşüren, şu an kim bilir nerde hırsızlık yapan alçak bir çingene için neden kendimi cezalandıracaktım?” yine de onu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. inanabiliyor musunuz efendim? kaçarken gördüğüm kaçık çoraplı bacakları gözümün önünden gitmiyordu. hapishanenin parmaklıklarından sokağı izliyordum ama o şeytan kadar güzel bir tane daha kadın yoktu. hem sonra suratıma attığı çiçeği kokluyordum, kurumuştu ama hala çok güzel kokuyordu. eğer büyücü diye bir şey gerçekten varsa, bu kadın büyücünün teki!

    ikimiz kalınca, dans etmeye, deli gibi gülmeye başladı. — sen benim erkeğimsin, ben senin kadınınım, diyerek şarkı söylüyordu. elimdekileri nereye bırakacağımı bilmediğimden, odanın ortasında, elim kolum paketlerle dolu dikiliyordum. her şeyi alıp yere attı, ardından boynuma sarıldı. — borcumu ödüyorum, borcumu ödüyorum. bu çingenelerin kanunu! , diyordu. ah, efendim, o gün! o günü düşününce inanın yarın asılacağımı bile unutuyorum.

    bu kızın yanında insanın canı hiç sıkılmaz. akşam olunca fener alayını müjdeleyen darbukaların sesi duyuldu. — karargâha gidip yoklama yaptırmam lazım, dedim. küçümseyerek, — karargâha mı? , diye sordu. demek ki sen uysal bir esirsin. üstündeki bu sarı üniformayla, hem görünüşün hem de huyun kanaryaya benziyor. kaderime razı karakola gittim. ertesi sabah ayrılıktan bahseden ilk o oldu. — dinle joseito; sana olan borcumu ödedim değil mi? kanunlarımıza göre, çingene olmadığın için aslında sana borcum yoktu; ama sen çok iyi birisin, senden hoşlandım. ödeşmiş olduk. hoşça kal. onu bir daha ne zaman görebileceğimi sordum. gülerek, — aptallığın geçtiği zaman, dedi. sonra ciddi bir tavırla: — biliyor musun oğlum, ben seni biraz seviyorum galiba. ama bir arada olmamız kediyle köpeğin bir arada olmasından daha uzun sürmez, geçinemeyiz. eğer çingene kanunları uygulansaydı, belki senin karın olurdum. ama bütün bunlar aptalca: bu mümkün değil. oğlum, inan bana, ucuz kurtuldun. şeytanla tanıştın; şeytan her zaman siyah olmaz, dua et boynunu kırıp seni öldürmedi. üstümdeki kuzu postu olabilir ama bu benim koyun gibi davranacağımı göstermez. git meryem adına mum yakıp dua et, seni koruyan o. bir kez daha elveda.

    carmen, bana: — bak oğlum, artık farklı bir şeyler yapman lazım; ordudan karavana alamayacağına göre hayatını nasıl kazanacağını düşünmelisin. hırsız olamayacak kadar aptalsın, ama çevik ve güçlüsün; cesaretin de varsa, kıyılara gidip kaçakçılık yaparsın. seni astıracağıma yemin etmedim mi? bu kurşuna dizilmekten daha iyi. zaten, bu işi tutturabilirsen, prensler gibi yaşarsın; düzensiz ordular gibi uzun süre varlığını sürdürebilirsin, kıyı nöbetçileri sana elini bile süremez, dedi. bu şeytan kız, bu sözleriyle gelecekteki kariyerimi bana göstermiş oluyordu, gerçeği söylemek gerekirse idamla burun buruna olan biri için tek çıkar yol buydu. tüm bunları bir çırpıda söyleyiverdi. bu tehlikeli ve isyankâr hayat, beni ona yürekten bağlıyordu. artık ona karşı duyduğum aşktan emindim. endülüs’te, at üstünde, elinde silahı, atının terkisinde aşığı, dağlarda kol gezen kaçakçılardan bahsedildiğini hep duyardım. arkamda bu güzel çingeneyle, oradan oraya taban teptiğimi hayal ettim. bunu ona anlattığımda, kasıklarını tutarak güldü; dünyada, karı-kocanın üstü kapalı küçük bir çadırda yalnız kalmasından daha güzel bir şey olamayacağını söyledi. — seni yanımda dağlara götürürsem, ne yaptığından da emin olurum, dedim. orda benimle paylaşacağın teğmenler olmayacak. — ah! ne kadar kıskançsın, dedi. ne yazık. çok aptalsın. senden hiç para istemediğime göre seni sevdiğimi görmüyor musun? böyle konuştuğu zamanlarda, onu boğazlayacağım geliyordu.

    carmen önden gitmişti. şehre gireceğimiz en uygun zamanı bize yine o söyledi. bu ilk işimiz ve bunu takip eden birkaçı gayet iyi geçti. kaçakçılığı askerlikten daha çok sevmiştim; carmen’e hediyeler alıyordum. param ve sevgilim vardı. başka bir isteğim yoktu; çingenelerin dediği gibi “uyuzu seven kaşınmaz”. gittiğimiz her yerde çok iyi karşılanıyorduk; ortak iş yaptığımız arkadaşlar bana iyi davranıyordu, itibarım iyiydi. bunun sebebi herhalde adam öldürmüş olmamdı, grupta benden başka kimsenin böyle bir kahramanlığı yoktu. ama yeni hayatımda beni en çok mutlu eden, carmen’i sık sık görüyor olmaktı. bana hiç olmadığı kadar çok yakınlık gösteriyor; yine de arkadaşlarımızın önünde sevgilimmiş gibi davranmıyordu; hatta bu konuyla ilgili kimseye bir şey söylememem için bana bildiğim bütün yeminleri ettirmişti. bu yaratığın karşısında nasıl da zayıftım, bütün kaprislerine boyun eğiyordum. ilk defa namuslu kadınmış gibi davranıyordu, ben de bütün saflığımla geçmişte yaptığı hatalardan artık vazgeçtiğini düşünüyordum.

    bir arkadaş daha aramıza katılacak, dedi. carmen iyi iş başardı, kocasını tarifa zindanlarından kurtarmış. ekiptekilerin neredeyse hepsinin bahsettiği çingeneyi tanımıştım, bu kocası lafı beni titretti. kaptana: — nasıl! kocası mı var? yani evli miydi? , diye sordum. — evet, kendisi kadar uyanık, tek göz garcia ile evli, diye cevap verdi. zavallı çocuk kürek mahkûmuydu. carmen zindandaki doktoru öyle bir eğlemiş ki, kocasını serbest bıraktırmış. ah! bu kız ağırlığınca altına bedel. iki yıldır onu oradan kurtarmaya çalışıyordu. zindandaki binbaşı değişene kadar ne yaptıysa başaramamıştı. yenisiyle çarçabuk anlaştığı aşikârdı.

    carmen yanıma çömeldi, ara ara şarkı mırıldanıp darbukasını tıngırdatıyordu. sonra sanki kulağıma bir şey söyleyecekmiş gibi yanıma sokulup, istemememe rağmen, iki üç defa öptü. — sen şeytanın ta kendisisin, dedim. — evet, öyleyim, diyerek cevap verdi.

    carmen, — aşkım, diyordu. buradaki her şeyi kırıp döküp, evi yakmak, dağlara kaçmak istiyorum. bu aşk ateşiydi! ... sonra gülücükler! ... dans ediyor, elbisesinin fırfırlarını kopartıyordu: bir maymun bile bu kadar hoplayıp zıplayamaz, suratını şekilden şekle sokamaz, şeytanlık yapamazdı. tekrar ciddiyetini takınınca, — dinle, dedi. çingeneler söz konusu. ingiliz’den beni ronda’da kalan rahibe kız kardeşimin yanına götürmesini istedim… (yeniden kahkahalar attı) sana nerden gideceğimizi bildireceğim. geçerken üstüne çullanırsınız! en iyisi onu oracıkta öldürmek olur ama ne yapmak lazım biliyor musun? –benzer durumlarda yüzünde gördüğüm bu şeytani gülüş kimsede yoktur-. ilk önce tek göz üstüne atılsın. siz biraz geride kalın; adam çok güçlü: iyi silahları var… anlıyor musun? attığı yeni kahkaha ile ürperdim. — hayır, olmaz, dedim. garcia’dan nefret ediyorum ama yine de arkadaşız. bir gün seni ondan kurtaracağım ve bu ülkeme yaraşır şekilde olacak. ben tesadüflerle çingene oldum; ama aslım navarralı, dürüst bir navarralı olarak hareket edeceğim. — sen bir salaksın, gerçek bir aptal. daha uzağa tükürdüğünde boyunun uzayacağını sana cüceye benziyorsun. beni sevmiyorsun sen, defol. bana “defol” dediğinde, çekip gidemedim

    garcia’yı gömdük, çadırımızı mezarından uzağa taşıdık. ertesi gün, carmen ve ingiliz, iki katırcı ve bir hizmetçiyle geçiyorlardı. dancaïre’e: — ingiliz’i bana bırak, dedim. sen diğerlerini korkut, silahlı değiller. ingiliz iyi dövüşçüydü. carmen kolundan itmiş olmasa beni öldürecekti. özetle, o gün carmen’in gönlünü yeniden fethettim, ona söylediğim ilk söz ise artık dul kaldığıydı. bunu duyunca: — sen tam bir budalasın! , dedi. garcia seni öldürebilirdi. senin navarra usulü kendini savunmaların tam bir saçmalık, dövüş konusunda senden üstün bir adamı öldürdüğüne göre, onun vadesi dolmuş demek ki; elbet seninki de bir gün dolacak.

    carmen’i aradım, çabucak buldum. bana açıkça: — biliyor musun, gerçekten erkeğim olduğundan beri seni, aşığım olduğun zamanlardakinden daha az seviyorum, dedi. işkence çekmek istemiyorum, kimseden emir almak istemiyorum. özgür olmak, canım ne istiyorsa onu yapmak istiyorum. sabrımı taşırma. eğer canımı biraz daha sıkarsan, tek göz’e yaptıklarının aynısını sana yapacak birini bulurum. dancaïre bizi barıştırdı. ama birbirimize yutulması zor laflar ettiğimizden, artık eskisi gibi yakın değildik.

    carmen’e bu matadorla nasıl ve ne sebeple tanıştığını sordum. — birlikte iş yapabileceğimiz bir çocuk, diyerek cevap verdi. yarışlarda bin iki yüz real kazandı. yapılacak iki şey var: bunlardan birincisi elindeki bu parayı ondan almak olabilir; diğeri ise, hem iyi binici hem de cesur olduğuna göre onu bizim gruba katabiliriz. arkadaşlarımız öldü, onların yerine geçecek yenilerini bulmamız lazım. bence onu düşünebiliriz. — onun ne parasını ne de kendisini istemiyorum, dedim. onunla bir daha konuşmanı da yasaklıyorum. — kolla kendini, dedi; mademki bana yasak koyuyorsun, yakında ben bu yasağı delmiş olurum! haberin olsun!

    carmen! carmen’im! gel izin ver ikimiz de ölmekten kurtulalım. — josé, benden imkânsızı istiyorsun. seni artık sevmiyorum; sen, beni sevmeye devam ettiğin için beni öldürmek istiyorsun. sana hala yalanlar uydurabilirim; ama artık acı çekmek istemiyorum. erkeğim olarak, beni öldürmeye hakkın var. carmen daima özgür olacak; çingene doğdum, çingene olarak öleceğim. — peki, lucas’ı seviyor musun? , diye sordum. — evet, bir zamanlar, onu da seni sevdiğim gibi sevdim, belki senden biraz daha az. ama şu anda kimseyi sevmiyorum, seni sevdiğim için kendimden nefret ediyorum. ayaklarına kapanıp, elini tuttum; gözyaşlarım ellerini ıslatıyordu. o an, ona birlikte geçirdiğimiz bütün mutlu anları hatırlattım. onun hoşuna gidecekse haydutluğa devam etmeye hazır olduğumu söyledim. her şeyi, efendim, her yolu denedim. ona beni sevmesi şartıyla her şeyi vaat ettim! — hala seni sevmek mi, bu imkânsız. artık seninle yaşamak istemiyorum. öfke nöbetine tutulmuştum. bıçağımı çektim. o an korkup benden merhamet dilemesini bekledim, ama bu kadın gerçek bir iblisti. — son kez soruyorum, benimle kalmak istiyor musun? tepinircesine, — hayır! hayır! hayır! , dedi. ona hediye ettiğim parmağında taşıdığı alyansı çıkarıp çalılıklara fırlattı. bıçağı iki kere sapladım. benimki kırıldığı için tek göz’ün bıçağını almıştım. ikincisinde ses çıkartmadan yere yığıldı. hala iri gözleriyle bana bakıyordu; sonra gözleri kaydı ve kapandı. yanında çöküp kaldım. sonra, carmen’in öldüğünde bir ormana gömülmek istediğini söylediğini hatırladım. bıçağımla bir çukur açtım, onu bu çukura koydum. uzun süre etrafta yüzüğünü aradım, sonunda buldum. yüzüğü de çukura, küçük bir haçla, yanına gömdüm. belki bunu yapmaya hakkım yoktu. daha sonra atıma binip dörtnala cordoba’ya sürdüm, ilk karakola teslim oldum. carmen’i öldürdüğümü söyledim; ama cesedinin nerede olduğunu söylemek istemedim.
61 entry daha
hesabın var mı? giriş yap