80 entry daha
  • adetim değildir sevdiğim filmleri, kitapları veya şarkıları burada konu etmek... genelde salakça bulduklarımla kafa bulur eğlenirim.. ama bu başka.. yazmazsam haksızlık olacak gibi geldi.. o halde izninizle...

    sanırım ilk defa 90'da falan edinebildim ben bu albümü.. o zamanlar cd teknolojisi en azından bizim evde olmadığı için amerika'dan siparişle edinilmiş sırt tarafından biribirine yapışık iki kaset şeklindeydi elimdeki imkan... o inanılmaz değerli kasetler de bir tuhaftı.. kasetin bir yüzü bitince di dii diit şeklinde tuhaf bir sinyal veriyordu neden öyle bişi kaydetmeye gerek duymuşlar bilemedim... neyse anlayabildiğim kadarıyla epey bir ezberlediydim şarkılarını o zaman... sarah brightman kıskanılacak bir kadındı benim için... andrew lloyd webber ise yul brynner ve bob dylan'dan sonraki üçüncü idolümdü.. daha sonra gazetelerden birinde resmini görüp "ne lan çinli gibi bu muymuş yani" dediğimi de hatırlıyorum... ayrıca sarah sir'den boşanınca kendisini patlak gözlü ve nankör bulmaya başladığımı da yeri gelmişken itiraf edeyim..

    her neyse ben bu müzikali dinlerken müzik karşısında duygulanıp coşmanın, insanın gözlerinin dolmasının ne demek olduğunu gayet iyi anlamıştım... sadece arada bir michael crawford "ay em insayyd yor maynd ayem evriveer" gibi gayet ağdalı bir aksanla o repliği çığırırken silkinip kendime geliyor kıs kıs gülüyordum...

    aradan yıllar geçti ancak yıl 2003 itibarıyla artık ortada original cast falan kalmadığı bir dönemde müzikali sahnede seyretmek mümkün olabildi... ama seyrettiğim hali de muhteşemdi.. hollywood teknikleri yanında halt etmiş... sisler içinde sahnede kayan kayık, avizenin üstümüze gelmesi ve orijinale çok yakın olan sesler ve yorumlar 2 saatliğine alıp götürmüştü beni.. hani utanmasam ortasında kalkıp ayakta alkışlayacağım, ıslık falan çalıcam o derece...

    bir kaç ay önce de dvdsinden film versiyonunu seyretmek nasip oldu... sahnelenmiş halinde eksik ya da şüphede kalan hangi nokta varsa film versiyonu halletmiş.. bu açıdan konuyu bilmeyen ya da eksik bilen kim varsa seyretmeli... tabii sonra bu güzelliği adam gibi sinema perdesinde de seyretmek gerektiğini düşündüm... işte tam bu noktada demek isterim ki sizin tercihiniz tepe nautilus'taki sinemalar olmasın... yoksa mezarlık sahnesinde yan salondaki rap müziği duymanız, ya da filmin en yüksek gerilim noktasında daha şarkının ortasındayken verilen arayla çıldırmanız işten bile değil... yine de görmek güzeldi..

    --- spoiler ---

    normalde gıcık olduğum tepsi suratlı minnie driver süper bir carlotta olmuş, kostümleriyle falan tam bir kaprisli primadonnaydı..

    ben olsam phantom için en azından s'lerde tıslamayan, peselek olmayan birini seçerdim ama erik'in karizmasıyla raoul'u katladığını söyleyebiliriz...

    karda kışta sabaha karşı pere lachaise olduğunu sandığım mezarlığı da göresim geldi.. acayip ürkütücü ve şiirsel bir havası vardı...

    daha az şapşal bir christine tercih edebilirdim ama o bu kadar şapşal olmasaydı phantom onu bu kadar da kolay yönlendiremezdi biliyorum..

    zamanında estetik ameliyatlar yaygın olsaymış phantom'ın böyle kaçak göçek bir hayatı da olmazmış.. yazık olmuş.. önümüzdeki 20 seneden sonra konu tam bu noktada eskiyecektir kanısındayım.. yine de ben olsam raoul gibi maskeli baloda kızı ortada bırakıp kılıç kuşanmaya giden biri yerine ateşli phantom'ı tercih ederdim...

    by the way, phontom çatıda gülü ufalamadan az önce salya sümük ağlarken burnunda görülen ıslaklık da yıktı beni... diğer yandan phantom'ın don juan operasının point of no return düeti de son zamanlarda gördüğüm en erotik sahnedir... rewind edip edip seyredilebilir o derece... ayrıca raoul locada olayı seyrederken phantom christine'i alenen götürmüştür.. merakım meg'in annesinin misyonunu üstlenip phantom'ı kollarının arasına alıp almadığıdır...

    --- spoiler ---
357 entry daha
hesabın var mı? giriş yap