1227 entry daha
  • kendi biyografisiyle kitaplarındaki karakterlerin yaşantısı bu denli uyuşan dünya üzerinde çok fazla yazar yoktur diye tahmin ediyorum. hatta şunu rahatlıkla söyleyebilirim; kitaplarındaki baş kahramanların tümü bizzat oğuz atay'ın kendisi! tutunamayanlar'ın selim'i de, turgut'u da, tehlikeli oyunlar'ın hikmet'i de, eylembilim'in server gözbudak'ı da, oyunlarla yaşayanlar'ın coşkun'u da... hepsi atay. hepsi, onun kendi hayatında da yaşadığı "tutunamama" sendromundan muzdarip kişiler. bu durumun farkına vardığımda olduğum yerde donup kalmıştım. o anda oğuz atay artık benim için yalnızca çok sevdiğim bir yazar değil, hayatının her anını merak ettiğim, yaşamının sonuna dek kafasının içinde neler döndüğünü bilmek istediğim bir kişilik haline gelmişti. anlatacağım.

    ilk yıllar - eğitim hayatı

    eski bir hakim ve milletvekili baba ile ilkokul öğretmeni bir anneden dünyaya gelen oğuz atay, çok varlıklı olmayan ama nüfuzlu bir ailede büyür. çocukluğunda geçirdiği bir zatürre hastalığı, onun belki de tüm hayatını etkileyen fiziksel ve psikolojik bir travmaya dönüşür. hayatı boyunca sürekli hastalanan, çıtkırıldım bir insan olacaktır. üzerine aşırı titreyen annesi onun sokakta koşmasına, terlemesine izin vermez. izin verse de zaten atay'ın koşacak mecali yoktur. belki de çevreye yabancılaşma belirtileri ilk kez bu dönemde ortaya çıkar. tutunamayanlar'da bu durum, selim'e ithafen "bünyesinin zayıf olduğu ileri sürülerek, ortaokulu bitirinceye kadar annesi tarafından yün fanila giydirildi ve muska takıldı." cümleleriyle anlatılır. (s. 645)

    atay ailesi: (elleri cebindeki delikanlı oğuz atay) https://eksiup.com/p/bj105613gy67

    eğitim hayatı boyunca daima sınıfın en zeki öğrencilerinden olan, ted ankara koleji'ni birincilikle bitiren atay, buna rağmen sesi soluğu pek çıkmayan, en arka sıraya geçip defterine resimler çizen, eve döndüğünde de odasına kapanıp sürekli kitap okuyan, daha çok kendi kafasını dinlediği bir gençlik geçirir. en nitelikli oğuz atay biyografisinin altında imzası olan yıldız ecevit'in de dediği gibi, "oğuz atay'ın çocukluğundan başlamak üzere zamanının çoğunu kitapların, kurmacanın dünyasında geçirmesi; onun öğrenmeye ve edebiyat estetiğine olan düşkünlüğü kadar, insanların dünyasından bir kaçış denemesi olarak da nitelendirilebilir."

    bu yıllarda oğuz atay'ın karakter yapısı da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. bir yanda yaşama sıkı sıkıya tutunmaya çalışan, hayatı ve insanları seven, onlarla vakit geçirmek için can atan, insanlara fıkralar anlatıp onları güldüren, neşeli bir yanı vardır; diğer yandan tüm bunları yaparken iç dünyası ile dış dünyası arasında uyumsuzluk olan, hayattan ve insanlardan korkan, sürekli alay edilme tereddütü yaşayan, duyarlı ve kırılgan, hassas bir kişiliği söz konusudur. reel hayattaki bu durumun, onun metinlerine yansımasını da şu iki örnekte görebiliriz: korkuyu beklerken adlı hikayesine yazdığı "ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum." cümlesi üzerinden yalnızlıkla ilgili korkusunu haykıran oğuz atay, diğer yandan toplumun içine karıştığında insanların onunla alay etmesinden deli gibi korkmaktadır: "insanlara, ancak benim yanımda oldukları zaman güveniyordum. benden ayrılınca beni yargılamaya başlayacaklarını ve tekrar bana döndüklerinde, artık eski sevgilerinin tükenmiş olacağını düşünerek korkuyordum. insanlara çok önem veriyordum aslında. benim için ne düşünecekler diye içim titriyordu. yatağa yatınca, o gün yapmış olduğum aptallıkların utancı içinde kıvranırken, bütün bu kusurlarımı onların da görmüş olduğunu ve onların da yatağa yattıkları zaman, benim gibi, olayları gözden geçirince saçmalamış olduğumu birden göreceklerini ve benden nefret edeceklerini, daha kötüsü, artık bana aldırmayacaklarını düşünüyordum." (tutunamayanlar)

    lise yıllığına oğuz atay için yazılan bir yazı: https://eksiup.com/p/z6105618973d

    tüm bu korkuları nedeniyle lise hayatı boyunca karşı cinsten birisiyle de yakınlaşamaz oğuz atay. onun lise yıllarında çevresinde bulunan kişilerden, arkadaşlarının sıkça katıldığı partilere, aktivitelere eşlik ettiğine şahit olan hiçkimse yoktur. kızlara karşı çekingendir. tıpkı selim gibi. tutunamayanlar'da, selim, "kadınlar gelip geçerken dönüp bakmayan bir masal kahramanı" olarak anlatılır. gerçi bu durumla ilgili "keşke"leri de vardır atay'ın. "keşke aylarca günseli'ye dokunmaktan korkmasaydı," "okulda kızlar onunla alay etmeseydi" diye yazar selim için. ama selim ne yapsın? şu satırlarda selim üzerinden kendini anlatır aslında atay: "hepsi selim'i beğeniyorlardı. onun sözlerini ciddi bir tavırla başlarını sallayarak dinliyorlardı. çok doğru söylüyordu. ne güzel ifade ediyordu. ona hak vermemek imkansızdı. bu yaşta bir gencin böyle esaslı sözler etmesi ne güzeldi. böyle ciddi ve ağırbaşlı bir insana ancak hayranlık duyulabilirdi. başka bir şey duyulamazdı. bu nedenle bütün kızlar, bu ciddiyet ve ağırbaşlılığa kendilerini layık görmedikleri için, daha hafif genç erkeklerin koluna girerek uzaklaşıyorlardı."

    ted ankara koleji'ni birincilikle bitiren oğuz atay, üniversite tercihlerinde ilk sıraya inşaat mühendisliğini, ikinci sıraya mimarlığı yazar. bu tercihlerin oluşmasında kendi iradesinden çok babasının yönlendirmesi ve baskısı etkili olmuştur. bu nedenle, çok da istemediği bir üniversite bölüm tercihi yapar atay. sevmediği bir meslek dalında eğitim görmek, öğrenciliği sırasında da kendisini hep rahatsız eder. lisede olduğu gibi üniversite sıralarında da en arkaya oturur, resim çizer, derslere pek ilgi göstermez. bu nedenle sınavları zar zor geçer, notları düşüklük gösterir. onun yakın arkadaşlarından rasim demirsoy, oğuz atay'ın okul hayatında genellikle sıkıntılı bir hava içinde olduğunu, sanki sürekli "kendi içinde bir şeyin savaşını veren bir insan görünümünde" olduğunu söylüyordur. yine de bazı gruplarda kendini daha rahat hissetmektedir atay. mizahın ve entelektüel tartışmaların yoğun olduğu, ekseriyeti erkek olan gruplar... lisede olduğu gibi üniversite hayatında da karşı cinsle pek bir etkileşime geçmez. onun o yıllarda en beğendiği kız, sonradan türk sanat tarihine "harika çocuk" olarak geçecek olan keman virtüözü suna kan'dır. arkadaşı günay özmen, üniversite yıllığına oğuz atay için şöyle yazar: "suna kan’ı çok beğenir ve sanatını da takdir eder. üç gece arka arkaya rüyasında suna kan konseri dinleyince, pijamalı oluşundan utanıp, dördüncü gece lacivert elbisesiyle yattığını anlatmaktadır." bu yıllar, oğuz atay'ın iyiden iyiye kitaplara gömüldüğü ve aynı zamanda sol literatürle tanıştığı, sosyalizme bilek dayadığı yıllardır. yine aynı yıllıkta "mühendis olmasaydı ne olurdu?" sorusunun karşısında, oğuz atay için "filozof" yazar.

    üniversiteyi bitirmesinin ardından bir gemicilik şirketinde mühendis olarak işe başlar oğuz atay. bu esnada kendine ayrı bir ev tutar ve çevresi de genişler. sonradan sanat camiasının önde gelen isimlerinden olacak birçok kişi ile etkileşim halindedir. örneğin kemal tahir'in evine gidip onun sosyalist nutuklarını dinleyecek kadar farklı çevrelere girer. yakın arkadaşı halit refiğ, o yılların atay'ını "sağlam bir marxçıydı" diye anlatır. gitgide radikal solcu bir grupla takılmaya başlar. hatta askerdeyken, lenin'in ünlü "ne yapmalı?" makalesiyle aynı ismi taşıyan, sosyalist bir toplumun nasıl olması gerektiğini anlatan bir yazı yazar. onun o dönemde hayatına yön veren kişi ise turhan tükel'dir. bir solcu kliğin en etkili, en lider kişisidir turhan tükel. ateşli fikirleri, tüm arkadaşlarını derinden etkiler. tabii oğuz atay'ı da. turhan tükel, yıllar sonra tutunamayanlar romanında "burhan" karakteri ile karşımıza çıkar. selim (oğuz atay), burhan (turhan tükel) için şöyle demektedir: "burhan'ın her istediğini tartışmasız yapmıştım. ülkü diye tutturmuştum. (...) yalnız onun uygun gördüğü kitapları okudum. uygun gördüğü insanlarla arkadaşlık ettim. aşırı duygululuğa paydos dedim. beni bireyciliğe sürükleyecek bütün davranışlardan ve insanlardan kaçındım. (...) burhan beni bir biçime sokmak istiyordu."

    gazetecilik ve solculuk yılları

    askerlikten sonra aynı solcu grupla birlikte "pazar postası" gazetesinde gazetecilik yapmaya başlar oğuz atay. daha doğrusu editörlük diyelim. halit refiğ, "yazıların büyük bir kısmının redaksiyonunu oğuz atay yapmaktaydı. haber, yorum cinsinden çıkan yazıların büyük kısmını yine atay kaleme almaktaydı" diye anlatır o yılları. tutunamayanlar'da da selim (ya da oğuz atay), şöyle anlatmaktadır bu günleri: "o sırada bir dergi çıkarıyorduk. derginin bütün ağır işlerini ben yüklenmiştim. (...) onlar sadece yazıyorlardı; ben matbaalarda sabahlara kadar mürettiplerle boğuşuyor, dizgi yanlışlarını düzeltiyordum. bu arada boş kalan sayfalar için yazılar hazırlıyordum bir kenarda."

    1960 yılında "olaylar" dergisinde yaşadığı deneyimler ise oğuz atay'ın radikal solcu fikirlerine son veren, tüm yapıtlarında eleştirdiği türk aydın çevresini derinlemesine anlamasını sağlayan, hayatını kökten değiştiren deneyimlerdir. burada derginin kurulum aşamasında yaşadığı fikir ayrılıkları, arkadaşlarının küçük hesaplardan kafalarını bir türlü kaldıramamaları, herkesin "toplumcu" geçinip aslında dibine kadar "bireyci" oluşu gibi samimiyetsizlikler, oğuz atay'ı bu çevreden uzaklaştırır ve sonunda onu tutunamayanlar'a giden uzun bir yola götürür. solcu aydın arkadaşlarının kişiliklerindeki zayıflıklar ve aslında her birinin yalnızca kendi çıkarını düşünüyor oluşu, onu derinden etkilemiştir.

    evlilik

    2 haziran 1961'de fikriye fatma gürbüz ile evlenirler. 1967 yılında ise sessiz sedasız boşanırlar. uyum sağlayamamışlardır bir türlü. oğuz atay genellikle arkadaş çevresinden uzak tutar eşini. işten eve gelir gelmez odasına geçer ve kitaplara gömülür. fikriye hanım, yıllar sonra şöyle anlatacaktır atay'ı: "fazla konuşmuyordu. okuduğu kitaplar da dahil, hiçbir şeyden söz etmezdi. genelde çok az şeyi paylaşıyordu. bazen hikaye anlatır, güldürürdü. çok güzel fıkra anlatırdı ya da kimi gündelik olayları...ama hepsi bu. iç dünyasını paylaşmıyordu." hangi ortamda ya da kiminle olursa olsun ömrünün sonuna dek kendini daima yalnız hissetmiş oğuz atay, bu yalnızlıktan evlenerek bile kurtulamaz. böylece ilk evlilik tecrübesinde başarısız olur. fikriye gürbüz, ayrılık sahnesini ise şöyle anlatır: "bir gün nişantaşı'nda karşılaştık, birlikte eve doğru yürüyoruz. bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. 'ben başkalaştım' dedi. ne demek istediğini sormaya çekindim. bir terslik vardı. değişmişti, sanki bir karakter değişimi yaşıyordu. bir süre sonra, ayrılmak istediğini söyledi. bu konuda ilk ve son konuşmamız bu oldu. ne yanlış yaptığımı sorduğumda, 'sen bir şey yapmadın, ben değiştim' dedi." bu sahneyi, oyunlarla yaşayanlar'a şöyle taşımıştır oğuz atay, karısının soğukkanlı kabullenmesine içerlemiş gibidir: "aman yarabbim! hiç olmazsa 'bunu bana yapamazsın coşkun!' diye bağır. 'beni bırakıp nasıl gidersin?' filan diyerek ağla. nasıl bir gardiyan gibi soğukkanlı olabiliyorsun?"

    oğuz atay, fikriye gürbüz ve kızları özge: https://eksiup.com/p/om105621kjgr

    tutunamayanlar

    oğuz atay'ın türk edebiyatındaki müstesna yerini belirleyen en önemli unsur, onun postmodern roman tekniğini kullanan ilk yazarımız olmasıdır. 60'lı yılların sonuna kadar büyük ölçüde batı'nın artık geride bırakmaya başladığı modernizm akımıyla eserler üretilen türkiye'de oğuz atay, modernizmi postmodern tekniklerle harmanlayarak, kendine özgü bir kurgu, biçim ve dil yaratmıştır. bildiğimiz modern türk edebiyatı eserlerinde lineer bir anlatım tekniği kullanılır. kurgu standarttır. bir olay olur ve sonrasında yaşananlar düz bir zaman çizelgesinde, aşama aşama aktarılır okuyucuya. okuyucu hikayede neyle karşılaşacağını az çok tahmin edebilir. postmodernistler ise bu yapıyı baştan aşağı değiştirmiştir. bilinç akışı yöntemi bolca kullanılır, konular sırasıyla, klasik anlatımla okuyucuya anlatılmaz. düşle gerçeğin nerede birleştiği, nerede ayrıştığı belirsizdir. hatta birçok romanda yer, mekan bilgisi dahi verilmez. karakter isimlerinin kitapta hiç geçmediği dahi görülür. işte oğuz atay'ın edebiyatımıza getirdiği yeni soluk budur. bilindik anlatım biçimlerini ters yüz etmiş; o güne dek ne okuyucuların ne de edebiyat eleştirmenlerinin alışık olduğu yepyeni, özgün bir romanla çıkmıştır sahneye: tutunamayanlar.

    oğuz atay'ın bu radikal başyapıtı, biçim farklılığının yanı sıra konusu itibariyle de dönemin diğer tüm eserlerinden ayrı bir yerde durur. özellikle 50'li yıllardan sonra türk edebiyatında "roman" dendiğinde konu itibariyle neredeyse tek bir başlık öne çıkar: köy romanı. yaşar kemal, kemal tahir, fakir baykurt gibi büyük isimlerin başı çektiği bu tür romanlarda genellikle ezen-ezilen ilişkisi anlatılır ve bu eksende romancılardan toplumun sorunlarını yansıtan eserler üretmesi beklenir. sanat, toplum içindir. roman yazmak ciddi bir iştir ve içerik itibariyle ciddi meseleler ele alınmalıdır. oğuz atay'ın ölene dek edebiyat dünyasında yalnız kalmasının ve anlaşılmamasının başlıca sebebi aslında budur. toplumcu eserler değil, bireyi esas alan romanlar yazmıştır. buna ileride tekrar değineceğiz.

    aynı evi paylaşmakta olduğu sevin seydi'nin de destekleriyle, 1968 yılında yazmaya başladığı kitabını 1970 yılında bitirir oğuz atay. çevresine ise bu konudan neredeyse hiç bahsetmez. yalnızca bir kez, yakın arkadaşı halit refiğ'in ne yazdığını sorması üzerine, "bizleri yazıyorum" diye yanıt verir. gerçekten de oğuz atay, tutunamayanlar'da yalnızca kendisini ve çevresini anlatmaktadır aslında. kendisi ve çevresinin hayal kırıklıklarını ve başarısızlıklarını yazar. toplumsal hayatın normlarına uyum sağlayamayan, kalabalık içinde yalnızlık çeken, hayatı sevse de onunla bir türlü barışamayan, en nihayetinde bu düzene "tutunamayan" bireylerin iç çalkantıları onun başlıca işlediği temadır. öte yandan, insanımızın küçük hesaplarından yola çıkarak, türk toplumunun da bir fotoğrafını çeker. gelişememe nedenlerimizi maddede değil, küçük hesaplar yapan zihinlerimizde arar. türk aydınının entelektüel beceriksizliğinden ve iki yüzlülüğünden dem vurur. kitabına koyduğu her bir karakterin reel hayatta bir karşılığı vardır. kimi zaman selim ve turgut'ta kendisini görürüz, kimi zaman süleyman kargı'da vüs'at o. bener'i. bu durum onun diğer kitaplarında da mevcuttur. örneğin bir bilim adamı'nın romanındaki profesör karakteri, bildiğimiz cahit arf'tır. ya da oyunlarla yaşayanlar'ın yaşlı ninesi, atay'ın ikinci eşi pakize'nin gerçek hayattaki anneannesidir.

    tutunamayanlar'ın ilk baskısı: https://eksiup.com/p/zi105624ngr2

    mühendislik eğitimi alan oğuz atay, büyük ölçüde kendine özgü geliştirdiği yazım tekniğinde çok sevdiği batılı yazarlardan sıkça esinlenmiştir. choderlos de laclos'un tehlikeli ilişkiler adlı kitabını nurullah ataç'ın çevirisinden soluk soluğa okuduğu bilinen atay'ın, tıpkı tutunamayanlar'daki gibi bu kitabın başında yer alan iki açıklama bölümünden ve yayıncının okuyucuyu kitabın gerçekliği konusunda uyardığı kısımdan etkilendiği rahatlıkla söylenebilir. aynı şekilde atay'ın çok sevdiğini bildiğimiz herman hesse'nin, bozkırkurdu kitabının başına koyduğu "açıklama" bölümü ve kitabın kurmaca yayıncısına, kitabın yazarının -tıpkı tutunamayanlar'ın turgut özben'i gibi- ortadan kaybolduğunu, kendisinin de yazılanların gerçek olup olmadığı konusunda kuşkuları olduğunu söylettiği bölümlerle tutunamayanlar'ın ilgili bölümlerinin benzerliği tesadüf olmasa gerektir. son bir örnek vermek gerekirse; kendisinin de adını sıklıkla sevdiği yazarlar arasında saydığı james joyce en somut örneklerden biri olacaktır. ulysses'te değişik dil oyunları ve biçim teknikleri deneyen joyce, kitabında "şerlokholmesliyordu", "yaygaralatinkahkahaları" gibi değişik yazım şekilleri kullanır. tıpkı atay'ın "kayamehmetturgutgiller" "onikibuakşambizdetoplanalım oluyor" şeklinde yazdığı gibi. yine ulysses'te hiçbir noktalama işareti kullanılmayan 70 sayfalık bir bölümün olduğunu hatırlatacak olursak, oğuz atay'ın joyce'tan etkilendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

    kitabın yazımı bittikten sonra yakın arkadaşları cevat çapan ve vüs'at bener'e okutur atay. iki isim de romanda sık tekrarlanan bölümler olduğunu, bazı yerlerin gereksiz uzatıldığını ve bu haliyle yayınevlerinin kitaba pek sıcak bakmayacaklarını söyler. atay bunun üzerine kitabı tekrar gözden geçirir ve bazı kısımları atar. bu redaksiyon sürecinde ise teknik birkaç hata yapar. örneğin kitapta "şarkılar" bölümünün bulunduğu 7. bölümden sonra direkt 9'a geçilir. arada 8 yoktur. muhtemelen 8'de yer alan bölüm atılmış, fakat bölüm başlıklarına yeniden numara vermek unutulmuştur. bu durum iletişim yayınları'nın baskısında, yıllar sonra düzeltilir.

    oğuz atay kitabın yazımını bitirdikten sonra bastırmak için o yayınevi senin bu yayınevi benim gezer, tüm ülkede mekik dokur. fakat hepsinden eli boş döner. yayınevleri çoğu zaman bu kadar kalın bir kitabı okumaya dahi yeltenmez. okuyanlar ise anlayamadıklarını, kitabın konusunu ve biçimini beğenmediklerini söylerler. çoğu zaman da ağır ve utandırıcı ifadelerle. örneğin cem yayınevi'nin sahibi oğuz akkan, tutunamayanlar'ı okuduktan sonra, oğuz atay'ın ciddi anlamda ruh hastası olabileceğini söyler.

    aynı günlerde romanını trt kültür, sanat ve bilim ödülleri yarışması'na gönderen atay, burada başarı ödülü alır. fakat yarışmanın jüri başkanı adnan benk, yarışmaya katılan romanların hiçbirini beğenmediğini, aslında hiçbirinin ödüle layık olmadığını ama yine de herhangi birine haksızlık olmaması adına son aşamaya kalan tüm romanlara ödül verilmesini teklif eder ve bu teklif kabul edilir. yani aslında tutunamayanlar en başarılı roman ödülü değil, yazarlara moral olsun diye herkese verilen bir ödülün sahibi olmuştur. yarışmaya katılan ve hiçbirisinin tek başına kazanmasına onay verilmeyen, hepsi aynı kefeye koyulan diğer aday romanlar şunlardır:

    melih cevdet anday - gizli emir
    fakir baykurt - tırpan
    tarık buğra - ibiş'in rüyası
    demirtaş ceyhun - asya
    sevgi soysal - yürümek
    abbas sayar - yılkı atı
    mehmet seyda - yanartaş

    1970 yılı biterken trt roman ödülü kazanan oğuz atay, aradan bir yıl geçtikten sonra halen romanını bastıramamıştır. yayınevlerinden eli boş döner ve artık ümidini yitirmek üzeredir. fakat bir gün talih kendisine gülümser ve sinan yayınevi'nin sahibi hayati asılyazıcı'dan telefon alır. oğuz atay'ın coğrafya ders kitabı olan "topoğrafya"yı bir kitapçıda görmüş, daha sonra cumhuriyet gazetesi'nde tutunamayanlar'ın trt'den ödül aldığını okuyunca oğuz atay'la konuşmak istemiştir. ikili buluşur ve kitap iki cilt halinde basılır.

    kitabın yayımlanmasının ardından derin bir sessizlik hakim olmuştur. ne okuyuculardan, ne de edebiyat çevrelerinden hiçkimse ilgi göstermez. bu da oğuz atay'ı derinden yaralar. yerleşik estetik ölçütlerden uzak bir roman olan tutunamayanlar, dönemin toplumsal/siyasi ortamının arasında kaybolup gitmiştir. hilmi yavuz yıllar sonra bu konuda şöyle özeleştiri yapar: "oğuz'un romanının önemini hepimiz çok sonra anladık. gereğince kavramış olsaydık bile, bizim gündemimizde öncelik taşımıyordu." bu gündem, şüphesiz 1971 muhtırasının verildiği, denizlerin asıldığı, ülkede iç kargaşanın zirveye çıktığı dönemin gündemidir. 1973 yılında milliyet sanat'ta yayımlanan bir çoksatanlar listesi bize konu hakkında bilgi verebilir:

    1) demirtaş ceyhun- çamaşan,
    2) yaşar kemal - demirciler çarşısı cinayeti,
    3) çetin altan - büyük gözaltı,
    4) ali gevgilili - türkiye'de 1971 rejimi,
    5) mehmet ali aybar - 12 mart'tan sonra meclis konuşmaları,
    6) ismail cem - türkiye'de geri kalmışlığın tarihi

    aynı yıllarda cumhuriyet gazetesi'nde çıkan bir yorumda "bugünkü aşamada sanat siyaset içindir" denilmektedir. bireyin içsel sorunlarını ele alan, onun gündelik/varoluşsal problemleriyle ilgilenen tutunamayanlar, bu kavga gürültünün arasında raflarda unutulmaya terk edilmiştir. kitap için, tek tük çıkan eleştiri yazılarından birinde "gerekli gereksiz ayrıntılarla, kendi bütünlüğünü zedeleyen fazlalıklarıyla, yinelemelerle, filtreli sigaranın kanseri %7 oranında azalttığını söylemeden geçemeyen bilgilerle dolu" şeklinde bahsedilmektedir. "insanın aklına her geleni yazmasından bir roman ortaya çıkabilir mi?" denilmektedir. bilinç akışı kavramının henüz bu topraklara uğramadığı yıllardır. romanın biçimsel özelliklerini belki de beğenen tek kişi olan ve "olağanın üstünde başarılı" şeklinde değerlendirmede bulunan murat belge, selim'in intiharı ile biten kitabın sonuna marksist bakış açısıyla bakıp onu eleştirir. belge'ye göre selim korkak davranmıştır, "intihar, selim'in verilmiş koşulları içinde 'kaçınılmaz' olabilir. ne var ki küçük burjuva dünyası 'tek' dünya değildir ve selim'in yaptığı da, yapılacak 'tek' ya da 'en olumlu şey' değildir" diye yazar. selim'i yarın için çalışmamakla, erken pes etmekle eleştirmektedir.

    oğuz atay, tutunamayanlar çıktığı zaman kitabı ilk olarak çok sevdiği yusuf atılgan'a gönderir. "köyde oturduğum sıralar bir gün "ilginizi umarak" diye imzalanmış bir kitap gelmişti bana: tutunamayanlar. çok beğendiğim halde bunu oğuz atay'a bildirmek gereğini duymamıştım. böylesine güzel roman yazan birinin hakkında başkalarının da yazacağını düşünmüştüm. yıllar sonra bir tanıdığına benim için 'romanımla ilgilenmedi" demiş. bunu duyduğumda üzüldüm; ölmemiş olsaydı ne yapar eder onu bulur konuşurdum." diye anlatır bu olayı yusuf atılgan.

    en çok anlaşılma umudu taşıdığı kişi olan yusuf atılgan bile ona geri dönmemiştir. atay'ın edebiyat dünyasındaki bu yalnızlığı da zaten ölene dek son bulmaz. bugün bildiğimiz anlamda tutunamayanlar ya da oğuz atay miti, iletişim yayınları'nın yine murat belge'nin katkısıyla oğuz atay'ın tüm eserlerini 90'lı yıllarda yayımlamasının ardından gerçekleşir. eminim oğuz atay bu günleri görmeyi çok isterdi.

    tutunamayanlar faslını uzun tutmamın nedeni, yazarın geri kalan tüm eserlerini aslında tutunamayanlar'ın devamı olarak görmemle alakalı. onun, mustafa inan'ın hayatını anlattığı bir bilim adamının romanı'nı saymazsak, bir tiyatro metni olan oyunlarla yaşayanlar da dahil, tüm eserleri tutunamayanlar'ın ayak izinden yürümüştür. nitekim ali poyrazoğlu, oğuz atay'a tutunamayanlar ve tehlikeli oyunlar'ın özde tek bir kitap olarak değerlendirilebileceğini söylediğinde, atay'ın bunu onayladığını anlatır. yıldız ecevit de tutunamayanlar, tehlikeli oyunlar ve oyunlarla yaşayanlar için "üçleme" tabirini kullanır. bu nedenle diğer kitaplarıyla ilgili ayrıntılara, okuyanı da boğmamak için girme lüzumunu görmüyorum.

    sevin

    sevin seydi, 1956 yılında girer oğuz atay'ın hayatına. ilk önce onun yakın arkadaşı uğur ünel'le evlenmiştir. amerikan kız koleji'nde okuyan, londra'da resim eğitimi gören, sonrasında da ingiliz edebiyatçısı olacak olan bu kadın, çevresini ve oğuz atay'ı entelektüel bilgisi ve zekasıyla etkiler. 1967 yılında ikisi de eşlerinden ayrılırlar. ertesi yıl da birlikte aynı evde yaşamaya başlarlar. oğuz atay'ın, tutunamayanlar'ı sevin seydi'nin de desteğiyle yazdığı evdir burası. kitabın kapak fotoğrafını da sevin seydi tasarlar. tutunamayanlar'ın günseli'sinde ve tehlikeli oyunlar'ın bilge'sinde, sevin seydi'nin karakter özelliklerini taşıyan muazzam benzerlikler bulunur. tutunamayanlar'da yer alan 72 sayfalık noktalama işareti olmayan mektubun içinde, oğuz atay'ın doğrudan doğruya sevin seydi'ye yazdığı bölümler mevcuttur. "bendeki tutukluğun senin yanında nasıl azaldığını bilsen evet senin yanında korkularımı benim dışında var olan ve her zaman benden gizlenen şeylere karşı duyduğum korkuları unuttuğum doğrudur." der selim günseli'ye örneğin. bir yılı aşkın bir süre boyunca birliktelik yaşayan ikili, oğuz atay'ın sevin seydi ile birlikteyken yaşadığı mutluluğa rağmen ne kadar gizlemeye çalışsa da hayatı boyunca yakasını bırakmayacağı bunalımlı/hüzünlü halet-i ruhiyesi nedeniyle sona erer. hayata karşı müthiş enerji dolu sevin, oğuz atay'ın duygusallığından artık bezmiştir. ikilinin ilişkisinin yakından tanığı olan yurdanur salman, oğuz atay için, "kendinin dışına çıkıp size gelmiyordu. mutsuzluğunu yaşıyordu. bir yere kadar bunu paylaşabilirsiniz ama sürekli onun mutsuzluğunu yaşayamazsınız." der. oğuz atay'ın mutsuzluğunu daha fazla yaşamak istemeyen sevin, evi terk edip londra'ya taşınır. atay'ın bu süreçten sonraki ruh hali tepetaklak gitmiştir. özellikle tehlikeli oyunlar, sevin'in gidişinin taze acısını yaşadığı günlerde yazılır. günlük tutmaya da aynı dönemde başlar. ki günlüğüne yazdığı ilk cümleler, içerisinde bir adet sevin seydi barındırır: "selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. bu defteri bugün satın aldım. artık sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun."

    yüksek mühendis doç. dr. oğuz atay

    oğuz atay'ın yazarlıktan önceki ünvanı olan öğretim üyeliği üzerinde de biraz durmak gerekir. itü inşaat fakültesi'ni bitirdikten sonra bugünkü adıyla yıldız teknik üniversitesi'nde akademisyen olarak hayatını devam ettirmeye karar verir atay. 1969 yılında, 35 yaşındayken, istanbul yüksek teknik okulu'nun istanbul devlet mühendislik ve mimarlık akademisi'ne dönüştürülmesinden sonra öğretmen kadroları geçici bir uygulamayla öğretim üyeliği kadrolarıyla denkleştirilir. oğuz atay da bu uygulamadan yararlanarak, daha doktorasını tamamlamadan doçent olur. aynı bölümde öğretim üyesi olan yakın arkadaşı prof. dr. erdoğan şuhubi, oğuz atay'ın bilim adamlığı yanından çok, işini ciddiye alan bir öğretmen kimliğini taşıdığını söyler: "kendisinin hiçbir zaman bilim adamlığı iddiası olmadı, akademik çalışmalara ilgisi yoktu. bu işi maaş almak için yapıyordu. işini iyi yapan bir adamdı. denizcilik bankası'nda mühendislik etmekle, üniversitede yol dersi vermek arasında kavram yönünden bir fark yoktu oğuz için."

    ikinci evlilik

    1974 yılında, bir gazetede sanat muhabirliği yapan ve daha önce tutunamayanlar için kendisiyle röportaj gerçekleştiren pakize barışta'yla evlenir oğuz atay. pakize, kendisinden tam 18 yaş küçüktür. önceki evliliğinde de fikriye hanım oğuz atay'dan büyüktür. bu durumla ilgili atay, kuzeni furuzan düzkan'a "bir türlü ortasını bulamadık." diye yakınır. ama pakize'nin genç ve heyecanlı ruhu ona iyi gelmiştir. ölene dek de beraberlikleri büyük problemler yaşanmadan devam eder. yaşam deneyimi az ama yaşamla başa çıkma gücü yüksek pakize, eşinin son yıllarda içinde bulunduğu karanlık tünelin bir yerlerinden sızarak ona güneş ışığı olmuştur.

    oğuz atay ve pakize barışta: https://eksiup.com/p/ha105627tper

    son yılları

    evdeki mutlu aile tablosuna rağmen yine de oğuz atay'ın son yılları, içten içe derin bir yalnızlık ve anlaşılamamış olmamın hüznüyle geçer. onun yakın çevresinden bülent korman, "hayata karşı müthiş kırgındı. gittikçe yalnızlığa itilmişti." diye anlatır oğuz atay'ın son zamanlardaki halet-i ruhiyesini. yine de ruhsal bunalımlarını çevresine anlatmaktansa bunu yazarak aşmaya çalışan biri olarak, ölüm döşeğindeyken bile yazmak ve üretmekten vazgeçmemiştir. son bir iki yılında yazmayı planladığı üç eser vardır. birincisi "türkiye'nin ruhu" isimli toplumsal meseleleri dert edinen bir kitap, diğeri bülent ecevit'in hayatını romanlaştırmayı planladığı "bir siyaset adamının romanı" isimli kitap, bir diğeri de halit ziya uşaklıgil'in de dahil olduğu uşaklıgil ailesinin osmanlı'dan cumhuriyet'e değin süren öyküsünün anlatıldığı kitaptır. ancak ne yazık ki hiçbirinin daha taslak aşamasını bile bitiremeden hayata veda eder.

    oğuz atay'ın son iki yılındaki günlük notları, hastalığına rağmen onun hâlâ yazma edimi içinde olduğunu göstermesi bir yana, hayata karşı içinde en ufak bir heyecan hissetmeyen bir insanın ruh halini gösterir. kendine ve çevresine güvenini yitirmiş, hayata dair olumlu hisleri olmayan bir atay vardır artık karşımızda. şu notunda onun içindeki sıkıntıyı anlamak mümkündür: "günlük sıkıntı ve öfkelerle geçiyor hayat. otomobilin tamiri, para hesabı, neden yazdıklarımı anlamıyorlar, neden çevrede kimse yok vs. belki de anlaşılacak, önemsenecek bir şey yazmadım, yapmadım. sadece yazı hayatı denilen çamura bulaştım, yeni öfkeler edindim o kadar." yalnızca hayatın olumsuz yönlerine dair yazılar yazmaktadır artık.

    1976 yılının kasım ayında, müthiş bir baş ağrısıyla hastaneye gider oğuz atay. tetkikler yapılmış, fiziki hiçbir sıkıntı görülmemiştir. "acaba son zamanlarda kendisini üzen bir olay mı yaşamıştır? belki de beden, yoğun yaşanmış bu stresi bu biçimde dışa vurmuştur." der doktorlar. ilerleyen günlerde bir ayağı sekmeye başlar. hatta bir sabah çift görmeye başladığını söyler. aile dostları dr. cezmi kazancıgil, oğuz atay'ın derhal ingiltere'ye nakledilmesi gerektiğini söyler. aralık ayında londra'ya gider oğuz atay. yanında eşi pakize barışta da vardır. 24 aralık'ta beynindeki iki tümörden biri alınır, diğerine ise dokunmak mümkün değildir. bu esnada oğuz atay bir yandan günlük notlarını tutmaya devam etmektedir. christmas gününe özel hindi ve pudingden kendisine ikram edildiğinde, "hayırdır, ölüyorum da son yemeğim mi veriliyor?" diye şaka yapar. akabinde radyoterapi seansları başlar. atay'ın o gür ve karakteristik saçları dökülür. bkz: oğuz atay'ın kemoterapi gördüğü dönemde çekilen bir fotoğraf: https://eksiup.com/p/3i105629iop2

    yoğun ağrılarla geçen bu dönemin ardından, 1977 ekim'inde, yani ölümünden yaklaşık 2 ay önce, istanbul'a geri dönerler. artık yapacak bir şey kalmamıştır. doktor richardson, tümörün hızla yayıldığını ve önünü almanın mümkün olmadığını oğuz atay'ın yüzüne karşı söylemiştir. eşi pakize barışta, oğuz atay'dan bir hafta on gün önce istanbul'a ulaşır. bunun sebebini de şöyle anlatır: "aslında son bir hafta sevin'le yalnız kalsın istedim. bir daha birbirlerini göremeyeceklerdi. bu konuda ısrar ettim." böylece atay, londra'daki son bir haftasını, sevin seydi'nin londra'daki evinde geçirir. sevin seydi'nin o dönemdeki eşi maurice whitby de, ikilinin son günlerinde son hesaplaşmalarını yapmaları, birbirlerine son sözlerini söylemeleri için evden uzak durur.

    belki de bunun etkisiyle, tüm o sıkıntılı günlere rağmen londra dönüşünde, sanki mutlu bir avrupa gezisinden gelen biri gibi herkese hediyeler getirmiştir oğuz atay. hatta bir arkadaşının neredeyse 1 yıl önce londra'ya giderken ısmarladığı bir mobilya cilasını bile unutmamıştır. dostları son aylarında artık öleceğini bilen oğuz atay'ın bu durumu gayet soğukkanlı karşıladığını, asla karalar bağlamadığını anlatırlar. eşi pakize barışta da bu durumu "üzgündü sadece, ama sakindi." diye tasdikler.

    burada, son sözü yıldız ecevit'e bırakıyorum ve kitabında oğuz atay'ın ölümünü anlattığı kısmı olduğu gibi aktarıyorum.

    "o gün saçını kestirdikten sonra altay gündüz'lerin mecidiyeköy'deki evine gider. pakize ile birlikte çok sık gidiyorlardır özcan ve altay gündüz'ün evine. hele son dönemde onlara güçlü omuz veren bu ailenin evi ikinci evleri olmuştur. her zaman konuğu bol olan bir evdir burası. o gün akşamüstü saatlerinde oğuz atay geldiğinde çay içiliyordur. bir süre yanlarında oturup sonra arka odaya giderek uzanmak gereği duyan oğuz atay'daki durumun olağandışılığını pakize'den başka algılayan olmamıştır. devinimleri yavaşlayan, sesi güçsüzleşen, tutması için kendisine sessizce elini uzatan oğuz atay'ın durumu, özellikle doktorların verdiği bir yıllık sürenin eriyip sona dayandığı o günlerde kaygı ve kuşkuyu dorukta yaşayan pakize'nin aklını başından alır. telefonla arayıp kendisine durumu anlattığı istanbul'daki doktoru ayhan songar ise, "bir şey olmaz" diyordur, yatıştırmayı amaçlayan soğukkanlı sesiyle. daha sonra, "ilaçlarımı alıp banyoya kapanıyorum, durumumu kimse görmesin diye kapıyı kilitliyorum" diyen kurmaca ruh ikizi selim ışık gibi o da banyoya girer ve -pakize'nin kaygılı bakışları arasında- kapıyı kilitler. içeride kalınan süre, dışarıdaki bekleyişin içerdiği kuşkuyu doğrular uzunluğa eriştiğinde, banyonun kilitli kapısı altay gündüz tarafından kırılır. ölmüştür."
819 entry daha
hesabın var mı? giriş yap