122 entry daha
  • çok vardır, özellikle de siyasetçilerde.

    günümüz açısından da anlamlı bir örnek olması açısından adnan menderes'i gösterebilirim.

    kendisi bilindiği üzere, bir toprak ağasıdır. chp ile ayrışması da zaten chp'nin toprak reformunun yapılması konusundaki ısrarlı politikası dönemlerine denk düşer. bu bakımdan dünya literatüründe sağ çizgiye denk düşen bir konumda yer almıştır kendisi, ama bizde sağın milliyetçi, islamcı kesimlerle çok iç içe girmiş olmasından mütevellit, kendisi idamından sonra dindar, milliyetçi bir insanmış gibi lanse edilmiş, süleyman demirel gibi siyaseti iyi okuyan bir adam ile başlayarak türk sağının samimiyetsiz bir şekilde yücelttiği bir "sağcı" lider olarak topluma yutturulmaya çalışılmıştır.

    menderes'in partisi olarak bilinen demokrat partinin, ilk kuruluşunda en ağır topu kendisi değil, celal bayardı. bunun karşılığını da cumhurbaşkanı olarak almıştır. ancak bizim siyasi tarihimizde uzunca bir süre sorun olmaktan çıkmayan bir problem vardı. cumhurbaşkanı görevi ve konumu gereği tarafsız olmak durumundaydı ve bu yüzden de partisi ile bağları kısıtlanıyordu. bayar da bu sorunun üstesinden gelebileceğini düşünerek, genç ve kontrol edebileceğini düşündüğü menderes'i partinin başına getirip başbakan yaptı. ancak kaderin cilvesi, adnan menderes zamanla partiyi kendi eksenine kaydırarak demokrat partinin gerçek anlamda lideri oldu. aynı hikayeyi çok daha sonra tansu çiller ve mesut yılmaz gibi örneklerle de yaşadık.

    chp'ye "güvenilir" bir muhalefet olsun diye kurulması ismet paşa tarafından da teşvik edilen demokrat parti, yönetim kadrosuyla da aslında chp'nin yapısına ters bir partiydi. chp elitleri, ağırlıklı olarak asker ve bürokrat kesimlerden oluşurken, dp kadrosu toprak ağalarından, erken dönem iş adamlarından oluşuyordu. bu da, yönetim felsefesinde temel bir takım değişikliklere yol açacaktı.

    bunun ilk sinyali aslında taa tek parti döneminde verilmişti. köylünün topraklandırılması (toprak reformu) yasa tasarısı görüşüldüğü sırada çok etkili bir muhalefet örgütlemişti adnan menderes ve sonradan dp'nin temelini atacak bazı siyasetçiler. asker ve bürokratlardan oluşan kadro için, toprak reformu kişisel çıkarlarına aykırı değilken, toprak ağaları için durum tam tersiydi. o dönemin cehaletinde ve tabi başka gerekçelerin de dahil olmasıyla, toprak ağaları ve köylüler ortak bir şekilde karşısında durdu bu reform paketinin. gerçi zaten, bu reform paketi geçseydi bile, muhtemelen sonraki dönemde abd ile yakınlaşmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak reform ya eksik bırakılacak ya da tamamen terk edilecekti.

    menderes dönemine geri dönelim. türk sağındaki muhalefetteyken hak hukuktan dem vurup iktidara geldiğinde ceberut bir yönetim anlayışı geliştirme hastalığı türkiye siyasi tarihinde ilk bu dönemde hükümet düzeyinde cereyan etti diyebiliriz sanırım. aslında bunun mazisi daha da geriye gider, mesela abdülhamid'i sert olmakla suçlayan ittihat terakki de iktidara geldikten sonra çok sert politikalar izlemeye devam etmiştir ama onu türkiye tarihinin dışında tutuyorum.

    demokrat parti, siyaset işinin, hele bu yeni dünya düzeninde iktisadi gelişmelerle çok yakından ilgili olduğunu iyi kavramış gibi görünüyordu. dünya genelinde pamuğa olan talebin artması, bu konuda türkiye'nin en büyük rakiplerinden birisi olan mısırda üretimin azalması gibi sürpriz bir gelişme sonrası türkiye pamuktan hatırı sayılır bir gelir elde etmişti. sonra, abd'nin türkiye açısından dileği kabul olmuş, türkiye demokrasiye başarılı sayılabilecek bir giriş yapmış ve daha da önemlisi, soğuk savaşın henüz başında abd'ye ciddi anlamda yakınlaşmıştı. bu yolu menderes'in seçtiğini söyleyemeyiz tabi tam olarak, ama bu yeni politik konjonktürü iyi değerlendirdiğini söyleyebiliriz en azından. türkiye kore savaşı ile batı'nın önemli bir müttefiki olmuştu ve artık ordusu da nato'ya dahil edilmişti.

    içeride ise demokrat parti, en büyük rakibi olarak gördüğü chp'yi zayıflatma çabasına girişti. seçim sistemi, tek parti döneminden kalma oldukça anti demokratik bir sistemdi. mesela diyelim a şehrinin on vekil hakkı var ve birinci parti yüzde elli, ikinci parti yüzde kırk dokuz oy alıyor. on vekili de birinci kazanıyordu (bkz: first past the post). zaten bu şekilde, demokrat parti iktidara geldiği seçimlerde yüzde on üç farkla, meclisin çok büyük çoğunluğunu elde etmişti. dp, bir çok konuda tek parti döneminin izlerini silmeye çalışırken bu konuda onların planına sadık kalmayı yeğledi. hatta bununla da kalmadı, malatya'dan bir adıyaman çıkardı, kırşehir'i ilçe yaptı ve sistemi kendi çıkarına kullandı.

    bir yandan da tek parti döneminde chp'nin haksız bir güç elde ettiğini öne sürerek halk evlerini kapattı, chp'nin mal varlıklarına el koydu. fakat bunu yaparken demokrat partinin haksız bir şekilde ve devlet imkanlarıyla yapılanmasının, ciddi kaynaklarla anadolu'da güçlenmesinin ve örgütlenmesinin önünü açtı.

    bu dönemin çok önemli bir başka gelişmesi ise marshall yardımları oldu. bu yardımlar sayesinde, tek parti döneminde kendi yağında kavrulmaya çalışan türkiye amerikan ürünleriyle tanıştı. tanışmak ne kelime, hastası oldu bu ürünlerin. mesela türkiye'nin çeşitli yerlerinde patatese kartopu, ya da kartol denir neden? çünkü bu dönemde patates almanya'dan ithal edilmiştir ve kasaların üstünde kartofel yazmaktadır. oto yollar yapıldı bedavadan, ama o yollarda sürmek için otomobil üretmiyorduk biz. onu da bir zahmet kendi paramızla dışarıdan alacaktık. demir yolları ve raylı sistemler terk edilmeye başlandı. o zamana kadar çok güçlü bir konuma gelen tcdd, piyasaya yerli otomobil de üretememesinin etkisiyle yarış dışı kaldı.

    türk halkının birinci dünya savaşından beridir karakteristik bir özelliği olan aza kanaat etme alışkanlığı ortadan kalkmıştı artık. halk daha fazlasını, hemen şimdi istiyordu. bu yüzden de dışarıdan alınan krediler, dp iktidarı için hayati bir öneme sahipti. bu da bizi abd'ye göbekten bağlı bir hale getiriyordu çünkü türkiye'nin bu talebi karşılayabilecek güçte bir endüstrisi yoktu.

    ama abd için zamanla dost ve müttefik ülkelere yardım fikri, biraz tuzlu gelmeye başladı. yapılan yardımların sürdürülebilirliği tartışma konusu olmuştu. bu kavrama yabancı olan türkiye ise topun ağzındaydı çünkü yapılan yardımlar üretimi artıracak alanlara yatırılmadı, onun yerine günü kurtaracak şekilde harcanmıştı. tabi bir de, iktidar temsilcilerinin kişisel servetleri artmış, bazı toprak ağaları da bu dönemde devlet desteğiyle daha karlı hale getirilen sektörlerde iş adamlığına soyunmuştu.

    velhasıl, müttefik ülkelere sorgusuz sualsiz dış finansmanın sağlandığı dönemler geride kalmıştı artık. bundan sonra, planını projeni yapıp öyle gidecektin kredi istemeye. bu da türkiye'nin biraz yabancı olduğu bir şeydi. onun yerine bir takım tavizler verildi, yeri geldi türkiye'nin sahip olduğu stratejik önem koz olarak kullanıldı. ama asla affedilemeyecek bir hata yapıldı ki, dillere destandır ve buna rağmen bizde pek konuşulmaz.

    abd ile sovyet rusya arasında nükleer gerilimin tırmandığı bir dönemdi. abd uzaya sputniki başarılı bir şekilde gönderince, abd de bu teknolojik birikimle rusların abd'yi uzaydan nükleer silahlarla vurma ihtimali konuşulur olmuştu. abd buna, rusya'yı nükleer bir silahın menzilline alarak karşılık vermek istiyordu. proje hemen uygulamaya konuldu. fransa yoklandı ama fransızlar çok net bir şekilde karşı çıktı bu füzelerin fransa'ya yerleştirilmesine. italya denendi, italyan hükümeti kamuoyundan gelen ciddi tepkiler sebebiyle çekimser kalmıştı. komşu yunanistan da bu öneriyi reddedince türkiye 1957de, enteresan bir şekilde bu füzelerin türkiye'ye konuşlandırılmasına talip oldu. menderes hükümeti, bu silahların türkiyenin savunulması için gerekliliği konusunda muhalefeti de bilgilendirmiş(!) ve onları da ikna etmişti ki bu da aslında o dönemki chp muhalefetinin ne kadar vizyondan uzak olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

    neden biz hariç hemen hemen hiç bir ülke bu füzeleri kendi topraklarında istemiyordu peki? öncelikle, soğuk savaşın en kızgın olduğu o dönemde aklı başında hiç bir millet kendi topraklarına nükleer füzeler konuşlandırarak sovyetlere gel gel yapmak istemezdi. daha da önemlisi, türkiye'ye konuşlandırılması talep edilen jüpiter füzelerinin güvenilmezliği konusunda çok ciddi endişeler vardı. öyle ki, abd'li uzmanların hazırladıkları raporlara göre en olası senaryo, bu füzelerin ateşlendiği topraklarda infilak etmesi olacaktı. isabet oranı çok düşük olan bu füzeler, nükleer başlıklı füze teknolojisinin en ilkel formlarından ve dolayısıyla en başarısız örneklerinden birisiydi. kim isterdi ki böyle bir riske, bir hiç uğruna girmeyi? tabii ki türkiye.

    menderes hükümeti ise bu konuda farklı düşünüyordu. şimdiye kadar abd'ye tek taraflı olarak bağımlı hale gelinmişti. bu füzeler, türkiye için büyük bir koz olabilirdi abd'ye karşı.

    öte yandan batı açısından da bu füzelerin türkiye'ye yerleştirilmesi ciddi bir huzursuzluk yaratıyordu. menderes'in times'ın kapağına yerleştirildiği dönemler geride kalmıştı. türkiye'nin diplomatik çıkışları, yoktan kriz ortamı yaratma kabiliyeti, o dönemki suriye geriliminde ayyuka çıkmıştı. öte yandan menderes'in "batılı değerlere sıkı sıkıya bağlı, vizyoner bir lider" olmadığı anlaşılmıştı ve içeride popülaritesini artırmak ve iktidarını sağlama almak için batıdan sürekli olarak yardım ve kredi talep etmesi de artık gına getirmişti. öte yandan menderes hükümetinin istediği cevabı alamaması gibi durumlarda batıya bir anda sert çıkması, zaman zaman sovyetlere göz kırpması ya da göz kırpıyormuş gibi yapması da, türkiye'nin sovyetlere yanlayarak avrupa'yı bir anda sovyet tehdidinin ortasında bırakabileceği kuşkusunu uyandırıyordu.

    büyük ihtimaldir ki, dp iktidarı soğuk savaş döneminin ciddiyetini yeterince kavrayamamıştı. türkiye kore'de savaşarak, nato'ya dahil olarak, batı'nın sovyetlere karşı giriştiği bu çekişmede çok kritik bir konuma yerleşmişti. türkiye ve yunanistan, sovyet bloğunu akdeniz'den ayırıyordu ve bu durumun değişmesi, abd ve batı bloğu açısından göze alınamayacak bir risk oluşturuyordu.

    o dönemde içeride ve dış politikada yapılan bir yığın hatalar zinciri var, ama yazıyı yeterince uzattım. kim okur, onu da bilmiyorum fakat türk siyasi tarihi açısından önemli olduğunu düşündüğüm menderes dönemiyle ilgili bunları yazmak istemiştim. çünkü her nedense bu dönem, üzerinde yeterince çalışılmamış ve üzerine yeterince konuşulmamış bir dönem. hala bile menderes dönemi denilince akla ilk gelen darbe ve idamlardır. evet, demokrasilerde hiç bir darbe girişimi kabul edilemez. ama o dönemlerde türkiye demokrasiyi ne kadar benimsemişti, halk demokrasiye ne kadar alışmıştı, bunlar da pek fazla sorgulanmaz.

    adnan menderes, şahsi kanaatimce, o çok kritik dönemde, o koltuğa hiç oturmamış olması gereken bir siyasi kişilikti. hep söylerim, kendisindeki kafa karışıklığını birinci elden anlayabilmek için mahkemedeki konuşmalarını dinlemek dahi yeterlidir. aşırı ürkek ve biraz da yılmış tavırları, kafasında belli bir takım idealler olan ve bu idealler için canhıraş çalışan bir lider portresinin tam tersini işaret etmektedir. öte yandan siyasi kariyeri, çok tartışmalı kararlarla doludur. daha da önemlisi ise, türkiye'nin dışa bağımlı bir ekonomik düzene geçişini başlatan kişidir kendisi. tüm bunlara rağmen neden ismi bu kadar yüceltilir? çünkü kendisinden sonraki iktidar taliplileri için bir sembol olmuştur artık. mesela darbeden sonra iktidara gelen partinin ismi "adalet partisi"dir. buna rağmen adalet partisi, hiç de öyle sonradan salınan devrilmiş demokrat partisinin temsilcilerine kucak açmamış, onlara temkinli yaklaşmıştır. adnan menderes ise öyle değildir. en nihayetinde idam edilmiştir ve artık hiç kimsenin rakibi değildir. uzunca bir müddet daha askerle çekişmek zorunda kalacak olan iktidar partileri için eşi bulunmaz bir semboldür artık. "biz bu yola kefenimizi giydik de geldik" mesajını en net şekilde veren bir sembol. halbuki kefeniyle gelen adamın akrabaları banka hortumlar mı, çoluğu çocuğu tombalağı donanma kurar gibi gemiler alıp ticaret yapar mı? hiç.

    öte yandan mendere dönemi, demokratik hayata geçişten beridir dilimize pelesenk olmuş olan "milli çıkarlar" kavramının siyasiler tarafından nasıl kolayca manipüle edilebildiğinin tipik bir örneğidir. ne ilk, ne de son olmayacaktır elbette. bunu da cehaletiyle bu manipülasyona geçir veren güzel ülkemin insanlarının kalesine atılmış bir gol olarak değerlendirerek haddinden fazla uzamış entrimi sonlandırıyorum.
87 entry daha
hesabın var mı? giriş yap