• üst edit: bunun uzun bir yazı olduğundan muzdaripseniz doğrudan önyargılı bir entry girin rahatlayın, okudum diye de yalan söylemeyin. benim mücadelem ataerkil toplum kültürünedir burada. yobaz şehir dediğime kızanlar var. türkiye'de şehir diye bahsedilen yerler kasaba, yaşanılır denilen yerlerin çoğu yobazdır. seküler, özgürlükçü ve bireyci bir toplum yapısını savunuyorum. atam öyleydi diye bu ortadoğu geleneklerini devam ettirecek değilim. bu en başta kızım için yapmam gereken bir şey. burada bir avuç yazar var ki satır aralarındakini çok iyi okuyorlar. mesela özgüven sorunu var diyen var. ya tabiki var, olmadığını iddia ettiğim bir yer mi var, anlamadım ki. çabuk alt olan bir psikolojim var, bunu belirtene teşekkür ediyorum. lanet olası geçmişimde yaşadığım şeylerin etkisinden kurtuldum diyen yazar varsa buyursun, dinlerim. yaşı benden küçük olup nazikçe öneri verenler oldu. çok çok teşekkürler, huzurlu bir yaşam diliyorum sizlere. sözün özü bu baskıdan eşimi de kendimi de kızımı da kurtarmak ve hayatı yaşamak için varım. unutmadan bir de eşimin sunduğu lüksten yararlandığımı iddia edenler var. ya hangi lüks, rezidansta mı yaşıyorum, lüks araçlara mı biniyorum, lüks mağazalardan mı giyiniyorum, bir doktor bir öğretmen evliliği olunca cem uzanvari bir düzen mi oluyor anlamadım ki? evimdeki eşyalar bildiğiniz herkeste olan eşyalar. bir mobilya alcaksak bir marangoza kendimiz tasarlayıp yaptırıyoruz. bu mu ki lüks? e ucuza geliyor ama. nusret'e, çeşme'ye, barlara, lüks otellere mi gidiyoruz gerçekten anlamadım. bunu yazdığım bilgisayarı evlenmeden almıştım zaten. casio saat takıyorum, normal öğretmen gömleği giyerim ve toplamda 15 kadar kravatı takar dururum. ya ben kendi halinde yaşayan biriyim işte. lüksle, eşimin sunduğu olanaklarla yaşadığımı zevkü sefa sürdüğümü söyleyenler kayınvalidemle aynı zhiniyeti taşıyor. bu da böyle bir küfürdür.

    lütfen sondaki editi okuyunuz.

    **********

    ibret alınası bir aile olamama hikayesidir.

    insanlar! çevrenizde nasıl insanların dolaştığına, yaşadığına şahit olmanız için yazıyorum. okuduktan sonra ders çıkarın ve ona göre evlenin, çocuk yapın, anne olun, baba olun, evlat olun, dost olun, sevgili olun.

    üç dört yaşlarında kendimi 1 oda 1 mutfak, tuvaleti, ankara'da olmamıza rağmen, dışarda olan bir evde hatırlıyorum. su şebekesi yoktu, bahçedeki çeşmeyi kullanıyorduk. mutfak rutubet kokardı, sık sık fare gördüğüm olurdu. kışın soba yansa da buz gibi olurdu ayaklarım onca yorganın altında. gecekondu işte.

    dedem bu evin yanına yine kaçak köçek büyükçe 2 katlı ahşap bir ev yaptı. ilk kez buzdolabımızın ve renkli televiyonumuzun olduğunu hatırlıyorum. dedemin babasından çok arsa, mülk kalmış. bunların küçük bir kısmının satışından elde edilen sermaye ile sanayide bir dükkan açmış dedem. işçi de bol, para da bol ama kibir de boldu. dedem ve babaannem çok kibirli, kindar ve kavgacı olduğundan verilen selamı almazdı bile. ben şahit olmadım ama dedemin kızı yaşındakilere bile sulandığı söylenir. ama gizli kapaklı bir işler çevirdiğine de şahit oldum tabi.

    işler iyi, ama ailem sefil bir hayat sürüyordu. babam kazanılan parayı bizimle paylaşmıyordu.

    mesela her iş yerinde telefon olmazdı ama bizim iş yerinde telefon vardı. bu telefonun zamparalık için kullanıldığını bilmeyen yoktu. ama evimize su bağlı değildi herkeste bağlıyken.

    eve kaplarla su taşırdık, taşırdım çocuk yaşımda. yaz, kış...

    bu arada evin etrafına müştemilat gibi üç beş müstakil oda da yapılmıştı, kira amaçlı. tabi yine plansız. buralarda köyden gelen uzak akrabalar ya da düşman olmayan köylülerimiz kalıyordu.

    ağabeyim evin ilk torunu. bize gelmeyen parayı almasını bilirdi o, en olmadı çalardı. dedem ve babaannem okumana gerek yok, bu dükkan sana kalacak ne de olsa diyerek şımartıyorlardı onu. sonuçta okumadı, serserinin teki oldu. buna rağmen hala imtiyazlıdır. annemse ezilen, çalıştırılan yeni gelin rolündeydi. babaannemden azarı, dayağı eksik olmazdı. güzel bir kadındı. annemin babası onu malı mülkü var, zenginler diye döve döve vermişti babama. dayım engel olmaya çalışmış ama nafile.

    ağabeyim müştemilattaki köylü akranları ile video kaset oynatıcı ile erotik filmler izlerdi. evdeki renkli televizyonu söküp, onların müştemilata kablo çekip götürürlerdi. en az 15 yaşlarındaydı.

    ben oyun derdindeyim tabi. daha okula bile başlamamıştım. evimiz bahçelikti, akşama kadar dışarda oynardım. yemek için, çay için eve girerdim. tuvalete bile gerek yoktu zira müştemilatlar yapılınca müstakil tuvaletlerde yapılmıştı. tamamı tuğla ahşap ya da sadece ahşap. hayatımın ilk travmasını yaşamaya az kalmıştı. ağabeyimin birlikte film izlediği akranlarından biri beni, o tuvaletlerden el hareketi ile çağırıyordu. yanına gittiğimde ise bir şeyler söyleyerek o organını ağzıma sokuyordu ve o malum hareketi yapmamı istiyordu. ben de yapıyordum... birkaç dakika sonra ablam evin oradan seslendi yemek için, beni tuttu ve bekle dedi. ablamın seslenişleri artınca kaçıp gittim. ankara'nın bir ilçesindeydim ve bu olayın bana kötülük olarak gelmeyeceği bir yaştaydım. büyüdükçe bu olay da büyüdü benimle. kimse de bilmez bu olayı. bunu bana yapanın en son ikiz kızları vardı, çok da başarılı olduklarını duydum. köyden uzaktan akraba sayılır bu kişi. hala o mahalledeler. ne yapabilirim ki içimde tutmaktan başka.

    ilkokuldaydım. hayatta en çok utandığım şeylerden biri yaşanmıştı. babaannem dersi basıp yanımda oturan anneme "orospu gibi koca bulmaya mı geldin?" diye bağırıyordu. gözlerimi kapatıp, bu anın geçmesinin beklemiştim. öğretmen ne yaptı, annem ne yaptı bilmiyorum, hatırlamıyorum ama babamın hiçbir şey yapmadığını hatırlıyorum. kendimi sahipsiz ve korunaksız hissettiğim zamanlardı. birinci sınıftaydım ve ölmeyi bile düşünmüştüm. yanımda sadece annem vardı. 23 nisanlarda ailem hiç gelmezdi izlemeye. annemin hep morali bozuk olurdu. gerekçesi buydu. çalışkan ve zeki bir çocuktum.

    okul kantininde haftada bir, bir adet ürün alacak kadar param olurdu. onun parasını da dedem verirdi, isteyemezdim de. üç beş bozukluk... bir kısmını biriktirirdim darda kalırsam harcarım diye. ilkokul üçüncü sınıftaydım.

    annem her şeye rağmen tertemiz giydirip, kahvaltı yaptırıp gönderirdi beni okula. ankara ayazında, sabah erkenden kalkar, sobanın kovasını doldurur yakardı. çayımı ısıtıp, biraz peynir, biraz zeytin de koyardı. yumurta yiyemezdim o yaşlarda.

    babam el emeği bir şeyler yapardı canı sıkıldığında. zamanının çoğunda gündüz dahil evde uyurdu. bazen de gizli kapaklı işler yapardı. farkına varınca anladım ki hazine avcılığı kazıları yapıyormuş kaçak köçek. bunun ilerde onda saplantı olacağını henüz kestirememiştim.

    okulda hep sıkıştırırlardı, haklı bile olsam öğretmen döver, yetmez çocuğun gelir babası döver diye sesimi de çıkaramazdım. içimde bir sinir birikmesi yaşıyordum. sinmiş bir çocuktum.

    evin suyu dışardaydı. kışın çok üşüyordum yüzümü yıkarken. gece nefesimle ısınıyordum yorganın altında. çok üşüyordum.

    iyi bir puan ile anadolu lisesini kazandım. etrafımda siz bunu okutamazsınız, ingilizce kitaplarını alamazsınız, verin meslek lisesine diyen akrabalarımla doluydu. hatırı sayılır bir ortalama ile mezun oldum liseden. istediğim bölümü türkiye'nin çoğu yerinde okuyacak kadar puanım vardı. sadece ankara'ya yetmiyordu. eskişehir'e gittim. yakın olsun da... evden kurtulmak istiyordum. çağdaşlığa açtım, yeni yerler, yeni kitaplar derdindeydim.

    derken babam hapse girdi. su testisi su yolunda misali... işin acıklı tarafı bu da değil. annem bunu yarım dönem benden saklayabilmiş. üstelik en yakın sırdaşıydım ben. o yıllar üniversitedeyim ve bölüm birincisiyim ya da ikincisiyim. boşuna para gitmesin diye bir dönem eve hiç gitmedim. çoğu arkadaşım her haftasonu giderdi evine. meğer o arada babam hapse girmiş, mahkemeler filan oluyormuş. notlarım etkilenmesin, moralim bozulmasın diye anlatmamış. telefonla babamla zaten neredeyse hiç konuşmazdım. farkına bile varmadım. yoksulluk bir işe yaramıştı. :) mezun olurken bile hala hapisteydi. o yüzden mezuniyet törenime gelemedi. araba yok, para yok. yurtta bir hayırsever başarılı olmamdan dolayı tüm yemek masraflarımı karşılıyordu. bir taraftan da yerel bir dersanede ders veriyordum.

    annem teyzeme mezuniyet törenine götürün beni demiş, arabanızın benzin parasını veririm demiş. git gel, benzine yetecek kadar para da vermiş. eniştem babamı sevmezdi, bu gerekçe ile beni de sevmezdi. neyse geldiler, törenden sonra bir şeyler yedik kampüsün mesire alanında. sonra yola koyuldular, arabaya ben de bindim. biraz ilerde yol ikiye ayrılıyordu. uzun zamandır özel bir otomobile binmenin rahatlığı vardı o anda. kyk yurdu solda kalıyor, memleket yolu sağda. eniştem beni 8 km ilerdeki şehir merkezine atar diye ummuştum. "ben atamam oraya kadar benzin yetmez." dedi. otostop çekerek geldim o yolu. o mesafe çok uzun da değil ama siz mevzuyu anladınız. akrabalarım böyle insanlar işte. hapisteyken beni ve annemi soran bir kişi dışında kimse yoktu. annem muhtaçtı, garipti, bense ezik ama gururlu.

    arabadan inerken bu çaresizliğe üzüldüm, sinirlendim, uzunca bir süre ağlayarak yürüdüm.

    babam, hapisten çıktıktan sonra da adam olmadı. bir süre daha batak işleri oldu. annem üzülüyor diye cezaevine ziyarete bile gitmiştim kaç kere. babamı tek kelime ile ifade etsem "utandırmak" aklıma gelirdi. daha niceleri var...

    ekmeksiz kaldığımız günleri hatırlarım, bakkalın ekmek borcunu okula gelip arkadaşlarımın yanında benden istediğini hatırlarım. parası olmasına rağmen ekmek almadığı günleri hatırlarım babamın. farelerle yaşadığımı, yüzlerce böceğin türediği yerde yemek yediğimizi hatırlarım. üst katın tuvalet borusundan kanalizasyon suyunun saçıma damladığını hatırlarım.

    ağabeyim evlendi. tüm aile seferber oldu. bankada birikmiş paralar, çeyizler, eşyalar... ne de olsa evin ilk torunuydu ve erkekti. lakin babam elini cebine atmadı onda da ablamın düğününde de. ağabeyi karakter olarak babam gibiydi ama en azından çalışırdı. bana hiçbir katkısını görmedim. ablam kibirli ve cimri biriydi. yaptığı iyiliği mutlaka yüze vururdu. eşi de öyledir.

    türlü engellere rağmen üniversiteyi dereceyle bitirdim. dönemin rektörü özellikle bölümde asistan olarak kalmamı söyledi, gerekeni yapacağını söyledi. bir an önce çalışmaya başlamalıydım, geri çevirdim. koskoca rektör, prof. dr. bana güvendi ki o zamanlar, rektörlerin rektör olduğu dönemdi.

    son sınıfta hem çalışıyor hem derslere devam ediyordum. anneme de artırıp para gönderiyordum. kpss'yi kazanamadım. bir yıl atanamadım. annem atanamadım diye duvardaki mezuniyet fotoğrafımı indirmişti, şu meşhur kepli olan. "ne biçim çıkmışsın resimde!" demişti. ah be anne, çok oturmuştu bu yüreğime. gittikçe ailemden, akrabalarımdan, memleketimden nefret eder hale gelmiştim ama geleneksel kültür baskılıyordu bir şekilde beni. sonra atandım ve bir hayli de başarılı oldum. muhalif olup öğretmenlik görevinde her gittiğim yerde etki bıraktım. doya doya çalıştım. muhalif olmasam, adli bir düzen olsa milli eğitim'de ya da akademide iyi bir mevkide olacaktım. bunu okuyorsanız az çok kafanızda nasıl biri olduğum belirmiştim.

    gelelim asıl meseleye... eşim. hazırlık sınıfından sıra arkadaşıyken aşık olmuştum ona. farklı bir kasabadan geliyordu okula. anadolu lisesine girişte ilk tanıştığım kişi oydu. dün gibi hatırlıyorum. sınavı kazandık, okula geldik. herkeste havalı duruşlar, çok zengini de var orta hallisi de... en garibanı ben. bir kız gözüme ilişti. "ne hoş kız bu ya, bu kızla bir şeyler yaşayacaksın vicsail" demiştim içimden kendime. oluk oluk hissettim bunu. o yılın yaz tatilinde aşık olduğumu anladım ona.

    tarlalarda çalışırdım, uçsuz bucaksız topraklarda, sıcağın altında annemle çapa sallardım. öğle yemeği geldiğinde bir sakız ağacının altında yemeğimi erkence yer, çok uzaktaki bir ağaca tırmanır onu düşünürdüm. ağaca adının baş harfini kazırdım. yeliz'di adı.

    çok yanlış zamanda çok aşıktım. bir sene sonra taşındı ailesi. nereye gitti duymadım bile. ama o yaşta beş yıl süren depresyona sokmuştu beni. okulun en gözde öğrencisiyken en sersem, en sessiz öğrencisine dönüşmüştüm.

    lise ikiye başlarken artık unutmuştum. okula yeni bir kız gelmişti. güzeldi de. elif. bu sefer de ona aşık oldum ama yeliz gibi değildi. bu kızla üniversitenin ikinci yılına kadar epey konuştum ancak sevdiği başka bir çocuk vardı. bense bir çeşit kenarda hazır duran çocuktum. tabi kız bana sırlarını açıkladıkça tehlikenin ne kadar büyük olduğunu da fark etmiştim. zira kız tarikatçiydi ve aptal derecesinde başarısızdı. anadolu lisesinde güzelliği ile kendini zeki ve sosyetik olarak pazarlamayı başarmıştı. iki yıllık abuk bir bölümde okuduktan sonra tesettüre bağlanmıştı. bu nedenle kendimde herhangi bir üzüntü oluşmadı. bir de annem bu kızı nerden duyduysa benimle konuştuğunu öğrenmişti. kulis yapıp zaten bitmiş ilişkiyi tamamen bitirdi. annemin benim aşk hayatıma müdahalesi korkutmuştu. ağabeyimden ağzı yandığı için beni bir kurtarıcı olarak görüyor, üzerime titriyordu. aağabeyim okumadı, her türlü serseri kızla anıldı, mala zarar verdi. bense evin efendi çocuğu...

    üniversitedeyken yeliz'i unutturacak seviyede bir kıza aşık olmuştum. komşu mahalledendi. babası hırdavat boya satardı. adı özge'ydi. babasının yanına gelir giderdi. sırf onu görebilmek için villasının oraya yürür, oradan dükkana gider tekrar villaya kadar geri giderdim. ev dükkan arası 2 km filandı. çok ilginçti ama sık sık bu yolla karşılaştığım olurdu. ne için, belki bir saliselik bir bakış için. bazılarında o da bana bakardı. bu beni uzunca bir süre salak yapardı. üniversitede başka bir bölümde özge'ye benzeyen bir kız vardı. sırf bu yüzden onunla arkadaş olmak istedim. olmadı. en çökmüş zamanlarımda, kpss'ye hazırlandığım anlarda en temel motivasyon kaynağım özge'ydi. bir ara chp örgütünün çalışmalarına katılıyordum, o da geliyordu. meğer eski partili bir ailenin kızıymış. bazen onu görmek, onunla konuşmak için dükkana gider ihtiyacım olmamasına rağmen boya, tutkal, fırça alırdım. nazik, ince sesli, asil yüzlü bir kızdı.

    sınav bitmiş, iyi bir derece yapmıştım. atanacağım kesindi, ben balıkesir'e o da artvin'e atanmıştı. bir şekilde onunla konuşmam lazımdı. numarasını bir alicengiz oyunu ile babasından aldım ve onu aradım. uyuyordu. :) hayatımda daha heyecanlı bir an olduğunu hatırlamıyorum . nazik bir reddedişle numarasını aklımdan da telefonumdan da silmiştim. işte hayatımdaki kritik hatalar bundan sonra başlıyor.

    çok temiz sevdim, çok sevdim, ağladım ve yine, hala yalnızdım. içimde dyo'cunun kızına duyduğum aşk vardı. kar ilk yağdığında hep onun evinin sokağında yürür, onun bastığı yerlere basardım, bu beni mutlu ederdi ziyadesiyle.

    özge'nin mahallesinde, evinin yakınlarında yürümek bana asil bir his kazandırırdı. bir gün güzel evlerde yaşayabilmeyi, kaba saba bir çevreden uzak olmayı, yüksek kültürü hep özge'yle özdeşleştiriyordum. avril lavigne'e benzemesi beni avril şarkıları hayranı yapmıştı. lakin yoktu artık. bunca yoğun bir şekilde hissettiğim duygunun ölmesine kederlenirken beklenmedik bir işaret gelivermişti dünyama.

    "..." adlı tek dostum can arkadaşım vardı. en büyük dert ortağımdı. ondan başka aşk acılarımı, aile acılarımı bilen yoktu. "..." onun ısrarı ile facebook açtım. en popüler olduğu zamanlar. ilkokul, ortaokul, lise, üniversite arkadaşlarımı ekledim. akrabalar dahil. bir haftaya kalmadan arkadaş isteklerinde birinin adını gördüm. ortaokul ve lise hayatımı derinden sarsan o kız. yeliz. bir an tereddütle ekledim. ne olabilirdi ki? çocukluk anılarıydı geçmişte kalan ne de olsa. geceye doğru mesajlaşmaya başladık. önce "özür dilerim" ile başladı, sonra "vicsail seni seviyorum." ile...

    telefon numaralarımızı aldık. o gece soğuk bir ankara gecesinde annem'den gizli evin önünde telefonla yeliz'le konuşuyordum. yıllar sonra bana ilanı aşk ile ulaşması şüphe çekiciydi ama bunu sorgulamak istemedim, zira ilahi bir olay içinde olduğumu zannettim. benim felaketim olacak bu kızda dikkatimi çeken şeyler vardı. çocukluk başka şeydi, aslında doğal olarak hiç tanımamışım onu. ben hassas, nazik biri olmama karşın o çok maskülen tavırlara ve geleneksel kültüre sahip biriydi. aslen ardahanlı bir kürt'tü. ailem solcu ve milliyetçi bir kesimden oluştuğu için tedirgin oldum. aklıma bunun bir sorun olup olmayacağı vardı. çevremde neredeyse hiç yaygın değildi bu kültür. akraba evliliklerinin olmadığı bir sülalem vardı ve onlarda hala akraba evliliği vardı. tıp fakültesi okuyordu ve ankaralı değildi. işte bu kız meğerse sabah akşam facebook başında beni arıyormuş , o lise zamanlarındaki "ben" ile yanıp tutuşma halinde. o antisosyal bir "inek" öğrenci olarak erkeklerden ve çevresinden dışlanmış, kürt arkadaş çevresi onu siyasi olarak etkilemiş, çevresinin sevgilileri olunca, aileden ataerkil baskıyı görünce özgürleşecek ve kendini sahiplenecek bir "temiz" erkek aramış ve aklına tabiki ben gelmiştim. bense özge'ye aşık olduğum ve hala ruhumun derinliklerinden atmayı başaramadığım kızın reddedişi nedeniyle ya başka biriyle evlenemezsem korkusuyla evet dedim. kendimce aptalca bir varsayımda da bulunmuştum: lise yıllarındaki aşkı canlandırabilirdim, özge'ye olan aşkımı yeliz'e verebilirdim.

    doktor öğretmen birlikteliğinin parasal kısmı aklımın ucundan bile geçmemişti. sadece ablamın uzmanlık alanı olan para konusunda "doktorlar çok kazanır vicsail." uyarısını işitmiştim.

    bir ay sonra yanına gittim. fiziksel bir güzellik arama derdindeydim sadece. beklediğimden kiloluydu. evde kalıyordu, bir hafta kadar birlikte yaşadık, saatlerce seviştik. işte o bir hafta bana bazı işaretler vermişti. aşkın ve id refleksinin büyüsü ile görmezden geldiğim işaretler... annesinden herhangi bir şeyi gizleyemiyordu, senin benim rutin yaptığım şeyleri rapor ediyordu. arkadaş grubu ile bir etkinlik yapacak, izin alıyordu. annesi her iki saate bir arıyordu, o aramasa yeliz mutlaka arıyordu. bu kritik bir işaretti, ben görmezden geldim. telefonda ilk konuştuğumuz günü bile ertesi gün annesine anlatmıştı. annesi öğretmen olduğumu duyunca burun kıvırmıştı. ben hala türk kürt olayımdayım tabi.

    annesi, yeliz'in iknasıyla halk eğitim'e giderek okuma yazmayı yeni öğrenmiş. ardahan'dan 25 yıl önce göçmüş, kürtleri küçümsüyor, sevmiyor. kocası akrabası ve ikisi de kürt. tam bir sonradan görme ve paraya hele hele de altına aşık. her şeyden haberdar olmak isteyen bir kadın. ama öyle değilmiş gibi rol yapma halinde. beni tanıştırdığında başarılı olduğumu söylemiş yeliz'in aktardığına göre, yine yeliz de "benim sınava tabi tutulduğumu, daha böyle çok sınav olacağımı" müstakbel kayınvalidenin yanında dile getiriyor. huydur geçer diye düşündüm.

    ben yoksullukla büyümeme rağmen üniversite yıllarından başlayarak akademik bir çevre edinmiştim. üniversite bana çok şey katmıştı. ama tersi bir kültürün içine doğru çekiliyor ama bir taraftan buna itiraz edemiyordum.

    yeliz eğitimini tamamladı ve erzincan'a göreve ben de diyarbakır'a askere gittim. askerlik bittiği sırada yeliz, tus ile istanbul'a psikiyatri uzmanlığına gitti. ters giden bir şey vardı. son zamanlarda alttan almama rağmen tartışmasız telefon görüşmemiz olmuyordu. sebebi ona hala evlenme teklif etmemiş olmamdı. bir yıldır konuşuyorduk alt tarafı. işşn doğrusu zaten teklifi gerçekleştirirdim ama romantik ve özel bir şey olsun istiyordum ama yeliz boş zamanı olduğunda bana değil ailesine ayırıyordu. sonra da beni evlenmek istememekle itham ediyordu. öyle bir evlilik teklifi düzenlemişti, sonu otelde başka bir sürprizle devam ediyordu. o süpriz sonunda odamıza çıkmıştık ve soyunarak "senin olmak istiyorum." demişti. bense hala ayrılık yaşanabilir diye zaptedilmesi zor bir irade ile ilişkiye girmemiştim. hala benim o güçlü irademi anlatır ve hayran hayran över.

    bundan sonrasını maddeler halinde anlatıyorum:

    1. tüm düğün hazırlıkları sürecinde kayınvalidenin kontrolü eline alması ve her türlü eksiklikte annem yerine beni muhatap alarak hem yeliz'i hem de beni yıpratması

    2. erkek evinde düğün istenmemesi, düğün ve kınanın sadece kız evinde yapılmak istenmemesi

    3. ısrarla çeyiz sandığını erkek evine getirmek istememesi, sonunda aslında bir çeyiz sandıklarının olmadığının anlaşılması (halbuki bizim aile için önemli değil böyle şeyler)

    4. yeliz'e alınacak altınların kayınvalidenin istediği kuyumcudan alınması gerekliliği

    5. kayınpederin "kızım bizi nasıl insanlarla muhatap ediyorsun?" şeklinde veryansında bulunması

    6. babamın yine düğün masrafına katkısının sıfır olması, ağabeyimin düğüne gelmemesi, ablamın da düğüne gelip it gibi koşturan ben ve anneme hiç yardım etmemesi, bazı eski kavgalı akrabalarımın düğünü sabote etmeye çalışması

    7. birinci sinir krizini geçirmem (oysa çok neşeli ve sakin biriyimdir.)

    8. kayınvalidenin her türlü aile üyeme emrivaki yapması

    9. kayınvalidenin düğünde yeliz'e takılan altınları, takılır takılmaz alıp götürmesi ve bir salon insanın önünde rezil olmamız

    10. balayında her şeyi geride bırakmanın verdiği huzurla tatil yaparken, kayınvalidenin eşimi arayıp "düğünü beğenmedim, halanın oğlu da beğenmemiş." demesi

    11. bir hafta sonra evimizde kahvaltı yaparken kayınvalidenin eşimi arayıp "kızım bizim bir komşu vardı ya evlenen, altınlarını senin gibi evde saklıyordu, kadının kocası altınlarını alıp kaçmış, dikkat et sen de." demesi ve kahvaltının son bulması

    12. kayınvalidenin eve her iki ayda bir gelmesi ve yirmi günden az olmamak üzere kalması

    13. kayınvalidenin eve gelen herkese, her akrabasına yeliz'den bahsederken "doktor kızım, doktor kızımın arkadaşları, doktor kızım çok yoruldu..." gibi sonu gelmez avamlıklara bulunması

    14. araba alındığında "neden yeliz'in üstüne yapılmadı bu araba?" denilmesi ve tüm akrabalara doktor kızının araba aldığının duyurulması

    15. arabanın lastiğinin patlamış olduğunu fark ettiğimde dışarı çıkmam ve kayınvalidenin garip pijaması ile "ben de bakacağım." diyerek yanımda gelmeye çalışması sonucu çıkan kavgada ikinci sinir krizini geçirmem

    16. kayınvalidenin "kızım çok yoruluyor, vicsail hiç çalışmıyor." cümlesini yüzlerce kez kurması

    17. anneme bir hediye alıp paketletmişken, hediyeyi merak edip açması ve bozuk bir şekilde geri kapatması

    18. kayınvalidenin evde küfürlü konuşması, kayınpederin sık sık geğirmesi

    19. kayınvalidenin yeliz'e sık sık "artık başkaları senin annen olmuş, beni anne olarak sevmiyorsun, başkalarına anne diyorsun" diyerek kavga çıkarması ve sık sık onu ağlatması

    20. kayınvalidenin evliliğin sekizinci ayınca "kızımla parası için evlendin." demesi

    21. çocuk yapmamıza kayınvalidenin karar vermesi (çocuk yapmaya biz karar vermiştik ama kayınvalide kişisi kızına "1 yıl geç yap." şeklinde yanında ben varken beyanlarda bulunuyordu.)

    22. avamlıklar nedeniyle eve dostlarımı, ailemi davet edemiyor oluşum (bir de çok misafir sevdiklerinin söylemişlerdi, meğer misafir diye kastettiği kayınvalide, baldız filan?

    23. benim evimde, benden habersiz karar alınması ve bu kararlara uymamın istenmesi

    24. bir yaz on günlük sürpriz bir gezi planı yapmam ve gezinin sabote edilmesi (romantik geceler, nice rezervasyonlar. eşime birkaç gün kala söyledim. eşim her şeyi annesine anlatan biri olduğu için annesi "ablan, enişten ve ben de geleyim" demiş. eşim de "gel" diyor tabi. sığıntı gibi onları gezdirdim on gün boyunca.)

    25. üstteki olay nedeniyle üçüncü sinir krizini geçirmem ve daha bir buçuk yıllık evli olmam

    26. anneme ayda 200 lira gönderdiğim için kayınvalidenin olay çıkarması ve kızının sömürüldüğünü söylemesi

    (bu olay sonucunda eşimin şu cümlelerini duymak zorunda kalacağımdır:
    "annene bir kuruş para göndermeyeceksin, yoksa haram ederim."
    "annene anne demem, evine de gitmem."
    "yoksa boşanmak istiyorum."
    "bundan sonra harcamaları ikiye bölerek paylaşalım, aynı evde kalan avrupalı evli insanlar gibi."
    "ben annemle aramın bozulmasını istemiyorum."
    "annemle anlaşacaksın yoksa boşanırız.")

    27. eşimden ilk kez boşanmak ve "bu ev senin paranla değil benim paramla dönüyor." sözünü duyduğumda kızım daha üç aylık, henüz iki buçuk yıllık evli olmam

    28. kızım bir yaşına geldiğinde eşimi doğu görevinin çıkması ve tekirdağ'dan elazığ'a gitmek zorunda olmamız ve bazı şeyleri daha iyi anlamak için eşimi romantik bir akşam yemeğine çıkarmak istemem sonucu gelişen olaylar (kayınvalide evde. eşimi bir süredir yemeğe çıkaramadığımı, bunu çok istediğimi, o yüzden akşam eve gelemeyeceğimizi söyledim telefonda. eşimi aramış ve beni dışlıyorsunuz diyerek tartışmayı başlatmış. bunun romantik bir akşam yemeği olacağını anlamamış meğer. o gece eşimi izledim. samimiyetini, vurgularını, gözlerini... ellerini tuttum. artık hiçbir şey hissetmiyordum. kültür çatışması ve kayınvalide terörü evliliğimi iki buçuk yılda eritmişti, aşk bitmişti.

    29. sokakta yürürken kayınvalidenin eşimin elinden bana rağmen tutması, ve sokakta el ele tutuşmuş üç kişinin oluşturduğu salaklığa son vermek adına eşimin elini bırakmam

    30. eşim kızım doğduktan sonra tümüyle anneci olmuştu. kötü olan her şey daha radikal olmuş, benim için kötü buhranlı günler başlamıştı. o şen kahkalarla gülen ben gitmiş, melankolik biri vardı ama eşim neden böyle olduğumu bile sormuyordu. boşanmayı düşünmeye başladım, çok mutsuzdum. beni durduran tek şey kızım oldu her defasında. onu çok seviyordum ve ondan ayrı kalamazdım. boşansam dahi eşimin olduğu şehirde çalışırdım, kızımı koklamadan, görmeden yapamazdım. ben baba sevgisi olmadan yaşadım, bunu yapamazdım kızıma. boşanamadım.

    31. eşimin annesiye birlikte nezaketende olsa bana sormadan ev alması

    32. iş arkadaşlarımın, komşularımın beni çok sevmesi ama evimin içinde cehennemi yaşamam

    33. elazığ'a geldikten sonra artık aile içi çatışmanın bir aktörü olmayacağıma dair kendime söz verdim. kayınvalide ve tayfası hep sataştı ama kızımı örnek bir kültürle yetiştirmeye, ona bakmaya çalıştım. başarılı da oldum. maşallah, pek de akıllıdır.

    34. bu buhrandan kurtulmak için genç bir kızla önce internetten, sonra telefondan günlerce konuştum. bu kıza aşık olmuştum, işin garip tarafı yüzümü görmeyen bu kız da bana aşık olmuştu. bir tiyatro ile buna son vermek istedim ama ne o başarbildi ne de ben. sonuç olarak hiç biraraya gelmedik ama beni derin bir depresyondan o kurtardı. bunu reddedemem. şimdi başkasıyla güzel bir birlikteliği var. arada bir "hiçbir şey olmamış gibi" konuşuruz.

    35. artık yobaz bir doğu ilindeydik ve ben sessiz derinliklere gömülmüştüm. bir taraftan düşünüyor, hala bir çıkış yolu arıyordum. belki de çocuk doğunca oluşan eşten soğuma ve anneye bağlanma sorunu yaşıyordu eşim. her gece aynı yatağa giriyorum ama ben sırtımı dönüp ağlayarak uyuyorum. bir yıl boyunca da eşimle aramızda cinsel hiçbir şey yaşanmadı. bir yılın sonunda eşim "senin neyin var aşkım, hiç konuşmuyorsun, yorum yapmıyorsun, herhangi bir konuda öneri sunmuyorsun, çok yalnız hissediyorum kendimi, n'olur beni yalnız bırakma, boşanmayı mı düşünüyorsun sen, yoksa başka birine mi aşık oldun?" dedi. bir yılın sonunda... o benden ailemizin "reisi" olmamı istedi. bense onun aile yapısı nedeniyle olamayacağımı söyledim. zira ailesi ve kendisi de işine gelince islam hukukuna göre erkek reistir, işine gelmeyince "yeliz'imin hayatı"... sadece kızımın çıkarı uğruna konuşurum dedim. 20 dakika tartıştık. öyle sakindim ki çirkef olamadı, ilk kez duygusuz ve eleştiriye kapalı eşim ağladı. bir şeylerin değişmesi gerektiğini fark etmişti belki de.

    36. tüm bunları ekşi duyuru'ya yazmıştım. en az 50 yorum aldığını hatırlıyorum. 45'i boşan, yoksa sağlığından olursun dedi. yalvararak boşan diyenler oldu. boşandın mı diye soranlar oldu bir süre sonra. aradan birkaç hafta geçti. 5 yıllık evliydim ve nörolojik bir rahatsızlık geçirdim. yazarlar haklı çıktı. "...". "...". ömür boyu ilaç kullanacaktım.

    37. bu sefer de okulda bir öğretmene aşık oldum, o da bana. daha ilk yılıydı. okula bazen geç kalırdım, geldiğimde ders başlamış olurdu. idareci olmamın getirdiği bir kolaylık olsa da nadiren olurdu bu. teneffüs zili çalmadan odama girerdi, uzunca birbirimize sarılırdık. hiçbir zaman daha ileri gitmesine müsaade etmedik. sonraları bu ve milli eğitim'in yolsuzluğa batması nedeniyle o okuldan ayrıldım. o ise evlendi, çok mutlu. olması gerektiği gibi.

    38. hastalıktan sonra aile ilişkilerindeki baskılar, kışkırtmalar son buldu ve hayatımla ilgili radikal kararlar aldım. bu yobaz şehirden özgür, sessiz, sakin bir sahil kasabasına gitmeme gerekiyordu. eşimle parasal birliğim yoktu. kendi maaşımı kendime, evime ve kızıma harcıyordum. eşim parasını ne yapar ne eder bilmiyorum. bazen parasız kalıyorum, farkına bile varmıyor. istesem bol bol verir ama istemek için duygu birliği de yok.

    39. işin garip yanı çevremiz bizi çok mutlu bir çift zannediyor. hatta eşim bile. bana güya aşık. bazen "siz örnek çiftsiniz, yeni evlenenlere mutluluk dilerseniz kabul olur." diyen konu komşular çıkıyor.

    ...

    bunları çok uzatabilirim. 200, 300 madde olur ama işin özü herhalde belli oldu.

    40. geçmişe dönüp baktığımda sağlığım gittiği için şöyle diyorum: keşke zamanında bunun için bu kadar sinirlenmeseydim. keşke bunu kafaya takmasaydım. eski vicsail öldü işte. tekirdağ'da bir evde ruhu dolaşıyor, bazen o sokaklarda...

    41. boşanamadım çünkü "boşanırsam ankara'ya gelemem, ailemle yaşayamam, babamı görmek dahi istemiyorum. yalnız yaşayamam, kızımı görmediğim için iyice derinleşen bir kapalı ruh haline bürünürüm. annem bir daha evlen baskısı kurar... vs." boşanmamış olmanın artıları daha fazla benim için. üniversitede başarılı bir akademisyen olacakken en değerli yıllarımı avam kayınvalide ve ailesinin kültürüne mücadele ile harcadım. bir şekilde resmi mesafemi, diğer damatları gibi olmayacağımı anladılar. eşimin kariyeri için doktoramı yarıda bıraktım, kariyerimi elimin tersiyle ittim.

    42. eşim ailesinin nasıl bir aile olduğunu anladı. benimse ne kadar haklı olduğumu. ama duygusal bir kişilik olan benim için aşk öldü. tekrar aşık olayı istiyorum ama bunu yapacak halim ve zamanım yok. hayat kısa. eşim hala duygusuz. 2 çocuğumun olmasını isterdim ama bu olaylar bana ders oldu. maalesef kızım kardeşsiz büyüyecek. eşimin ailesi baskı yaptı, başaramadılar. eşim de bir ara yoğun olarak istedi, o da başaramadı.

    43. sahil kasabasına geldik ama eşim tembel olduğu için "ben üniversiteye geçip doç. dr. olcağım." diye tutturdu. ne istediğini kendi de bilmiyor. kayınvalide arkamdan "kızımı bu kasabaya vicsail getirdi." diyormuş. eşim buranın kızları çok güzel ben değilim diye dertleniyor sık sık. sırf doç. dr. olmak için doğu ve güneydoğu'daki abuk tıp fakültelerine gitmeye razı. bense kızımı yurt dışında okutmanın yollarını ararken...

    44. bunları yazarken bile kayınvalide bizim evde. herkes uyumuş, birkaç saat önce her gece yaptığım gibi kızıma masal okudum. güzel rüyalarda o.

    45. ne olur bunda sonra derseniz sanırım er ya da geç pilim bitecek ve boşanacağız. belki de öleceğim. ama istediğim kızımla daha çok anıyı zihnime kaydedebilmek.

    **********
    edit: savunmamdır. onlarca mesaj gelmiş. hepsine tek tek cevap vereceğim. ama öncelikle entrylere cevap vermem gerekiyor.

    1. bu konuda yazı yazma fikri uzunca bir süredir vardı ancak hangi noktaları yazacağım konusunda belirsizlik vardı. zira yüzlerce olay yaşamıştım. temmuz ayında da yazmaya başladım.
    2. yazı iki bölümden oluşuyor: karakterim ve evlilik öncesi yaşamım ile evliliğim
    3. eşim sadece benle evliydi, bense onun tüm ailesiyle.
    4. çocuk olana kadar eşim bir şekilde annesi ile savaşıyordu, sonra rüzgar tersine döndü ve o pes etti. annesi ilk fırsatta evlatlıktan ret ile korkutuyor sonrasında ağır beddualar sıralıyordu. eşim ondan özür dileyene kadar günlerce konuşmuyordu. kayınvalide dindar biridir üstelik. olaylar benle ilgili olsa da olmasa da gönlünü hoş tutmaya çalışıyordum kayınvalide ve baldızın. onlarca kez haklı olmama rağmen özür dilediğimi bilirim. kayınvalide kızlarının ve oğlunun eş aileleri ile de konuşmuyor. son derece kibirlidir. iletişimi hep onlardan bekler. evlatlarından ve sülalesinden ilgi de bekler.
    5. annemle eşim arasındaki kavga sonrası annem evden ilk otobüs ile ayrılmıştı. o gündür evime gelmez, ben memlekete giderim ama babamı görmemek adına başka bir yerde görüşürüz. onun bunlara eyvallah demesine gönlüm razı olmadığından haklı olmasına rağmen annemin özür dilemesini istemedim. annem evliliğimle ilgili son olarak şu cümleyi kurdu: oğlum, sen mutlu ol da ben evine gelmemeye de razıyım. ama o kaynana ile bu zor. üzülme sen. istersen yine de özür dileyeyim yeliz'den.
    6. annem bizim evdeyken yemeğimizi yapardı, tam yemekteyken kayınvalide arar ve "kızım kaynanan sana yemek yaptı mı, ne yaptı, karnın doydu mu?" diye sorardı. eğer annem ve kayınvalide aynı anda bizdeyse kayınvalide devamlı eşimle fısır fısır kulaktan kulağa konuşurlardı. annemi bu durum çok üzerdi.
    7. kayınvalide ve ailesi yokmuş gibi de davrandım, bu beni bir nebze rahatlattı. ama sorun kızına aldırdıkları kararlrın benim ve kızımın hayatını etkiliyor olması.
    8. evlenmeden önce "babam çok sert biridir, kızdı mı fena yapar, bizim sülale otoriter, hesap sorar." diye de korkuttular. evlendikten sonra anladım ki hepsi yalan, kız kaçıranı mı ararsın, kaçakçılık yapanı mı, dolandırıcılık yapanı mı... kayıvalideyi zamanında kayınpeder teyzesinin kızıyla aldatmış. kayınvalidenin her iki haftada bir konuştuğu kişilerden birisi kim dersiniz? kayınpederin teyzesinin kızı. adam şu yaşında kayınvalidenin dırdırı nedeniyle uzak diyarlarda nerde iş bulsa çalışıyor. kayınvalide de at koşturuyor haliyle. arada bir kayınpedere iş bulmuşluğum da vardır. hala cv filan doldurur gönderirim şirketlere onun için.
    9. eşimle bunları konuşmadığımı mı zannediyorsunuz. eşim benim annemle ilgili konuları umursamıyor. rahatsızlık duyduğuım konuları anlattığımda da standart iki cevabı vardır: evlenirken göze aldın bunları, beğenmiyorsan kapı orada.
    10. eşim dağınıktır. çocuk da var. evi toparlayı temizleyip yatarım. okuldan erken geldiğimde bulaşıkları boşaltır, çamaşırları asar, çöpleri döker, etrafı titizlikte düzeltirim. yemeğe de yardım eder, mutfağı bal dök yala yaparım. tüm hafta derse girerim 8-5, idareciyken de eğitim veririm öğretmenlere, idareci olmadığım zaman yurtdışı projeler yaparım. çok yorulurum ama eşim hastanede benden fazla yorulmuş kabul edilir. sonucunda şu cümle kurulur: vicsail sen de yemek yapmayı öğren, hastaneden gelip bir de sana yemek yapıyorum!
    11. eğer boşanırsam kızımı bana düşman ederler. bir de ben kimseyi üzemiyorum. eşimi bazen uyurken izliyorum. acıma gibi bir duygu kaplıyor bedenimi, boşanmak o anda kayboluyor zihnimden.
    12. özge'nin bıraktığı duyguyla yeliz'le evlenmemde ya evlenemezsem endişesi de vardı. mucize zannettim. suçluyum.
    13. inanılmayacak kadar kötü mü bu yaşadıklarım. demek ki epey alışmışım ki bazı yazarlara hayal ürünü gelebiliyor.
    14. eşimden ya da ailesinden korkmadım. düzenim bozulur diye, bunları haketmiş olamam demekten korktum.
    15. maalesef hafızam iyidir. çevremde ben gibi çok küçük yaşlarını hatırlayan kişiler var. en yakın örnek kızım. 5 yaşında ama 3 yaşında gittiği bir mağara gezisini hatırlıyor. duyduklarını unutmuyor. bu yüzden yanında sorumlu ebeveyn olmaya gayretindeyiz.
    16. ben suçlu değilim demedim ama karşı taraf suçsuz da demedim.
    17. eşimin tembel olması akademik değil, fiili. sırf hastanede poliklinikten yırtmak için "yapmayacağı şey yok." ev işi yapmaz, kendine de bakmaz. ben ne kadar titizsem o ise o kadar dağınık. kızıma örnek bir anne olmasından başka temennim yok. kaç yıllık evliyiz eşim bir kez banyo, tuvalet yıkamadı, bir kez gömlek ütülemedi. ütüden kastım zaten ben bunu bir şekilde başarıyorum ama pantolon ütülemekte zorlanıyorum, yardımcı olmadı. üstelik bir ara doktor önlüğünü ütülememi de istedi.
    18. evliyken iki kişiye aşık olma sebebim: beni dinleyecek biri lazımdı. biriyle cinsellik yaşama isteğim değil. ama bana göre yaptığım aldatmadır, bu net. bazı yazarlar bunun normal olduğunu söylese de zorlamaya gerek yok, aldatma bu bana göre de.
    19. eşimin makaleleri hazır sayılır. eskiden torpille girme eğilimindeydi ama güç bela onu vazgeçirdim. ilerde kızımın önüne çıkar böyle şeyler.
    20. okul müdürü kız öğrencileri öpüyor, kızlar tacize uğruyor, okul aile birliği paraları usulsüz harcanıyor veya çalınıyordu. bunları ya görmezden gelecektim ya da istifa edip ifşa edecektim. idarecilikten istifa ettim. üstlerimin sağlam yerden akp torpili vardı. beni sırf teknik bilgime dayanarak bu yola soktular.
    21. öğretmen olarak başarılı biriyim. danışmanlık ve burs sağladığım öğrenciler var. mesela bir doğudan bir öğrencim ankara fen lisesi'ni kazandı. ama annesini ikna edemedim. yurt ve burs ayarlamıştım üstelik. gerekçe: hocam bir oğlum var benim, hasretine dayanamam.
    22. sözlük formatı adına özür dilerim.
    23. o zamanlar eşimi fiziki olarak değerlendirdim yanlıştı. ama doğudaki şehirlerde çok kötü şeyler oluyor. anlatamam.
    24. eşim insan ilişkilerinde faciadır. selam vermez, komşulara önyargılıdır. iyilikleri kolay unutur. ben o yoksulluk içinde annemden kibar olmayı, selam vermeyi, insanlara kolay gelsin demeyi öğrendim. o ise öyle alışmış. birkaç kez uyardım ama eleştiriye kapalı olduğunu anladım. sonra boşverdim.
    25. şuna netlik kazandırayım. mutlu olan eşim ve kızım. ben kocalık görevlerimi yerine getiriyorum babalık da. iyi bir baba olduğum yönünde parmakla gösterilirim, iyi bir eş olduğum yönünde de. sorun eşim iyi bir eş değil. dertleşmek yok, ortaklık yok, yok yok...
    26. ikinci sinir krizinde psikolojik destek istedim eşimin arkadaşlarından. aile içi şeyler diye kabul etmedi. halbuki ruhum ölüyordu. eşiydim onun ben. bir de eşim terapi kabul etmezdi. annesinin psikolojik sorunlarını kabul edip destek almasını kabul etmişti ama kayınvalide reddetmişti.
    27. ankara'da tarlarda sakız ağacı gölgelik yemek yeme yeridir.
    28. eşimle, 3 yıldır aşk ve evlilik üzerine konuşmuyoruz. her türlü konu sohbete giriyor ama bazen açmaya yeltense de ben konuyu değiştiriyorum.
    29. kayıvalide kaynaklı onlarca kez konuştuk eşimle, sonuç derin bir çıkmaz. kayınvalide kazandı. zira bu yaşta böyle bir savaşı daha ne kadar verebilirdim ki? yazarların çoğu kayınvalideye sessiz kaldığımı zannediyor. kayınvalide yalancı, ifitiracı ve ruhsal sorunları olan bir sonradan görme. buna benim gücüm yetmezdi. aklıma ailesinden uzak bir yere taşınmak gelse de ve bunu uygulasam da kayınvalide "hastayım" ayağına en çok da doktor kızının yanına gelirdi. diğer damat kayıtsız şartsız kayınvalide hayranı. ben öyle olmadığım için yaşandı ya tüm bunlar.
    30. kızım otorite olarak annesini ve babasını görüyor. kuralım şu: yeliz hakkındaki tüm gelişmeler kayınvalideyi, kızım hakkındaki tüm gelişmeler beni bağlar. söz konusu kızımsa henüz kızımı yönetme ve fikir aşılama yönünde bir cüret geliştiremedi kayınvalide.
    31. annem yaşadığım sorunların çoğunu bilmez ama kayınvalide, yeliz'in yaşadığı sorunları bilir. kayınvalidenin evde olması için fiziksel varlığı gerekmiyor. o hep evde. eşim yorgunluktan telefonda bitki konuşsa: "vicsail bir şey mi yaot sana?" diye başlar konuşma.
    32. her türlü konuda kayınvalide ve ailesi hatalı olduklarını asla kabul etmezler. işlerine gelmediğinde boşanma kozunu oynarlar. yeliz'in kardeşleri de böyle... gerçi biri her an yurtdışına kaçarak kendini ailesinden kurtarabilir.
    33. eşimi sarılarak ve konuşarak aldatma süreci eşimin hiçbir derdimi dinlememesi, beni evin hizmetçisinden başka bir şey olarak görmemesi ile ilgilidir.
    34. siyasi ideolojik düşünceler üniversite yıllarına dayanır. şu anda eşim de ben de farklı düşünceler besliyoruz siyaset adına. bir de babamın sorumsuz, kültürsüz, kaba, saba olması benim öyle yetişeceğim anlamına gelmiyor sevgili yazarlar. amcalarım entelektüel insanlardır. anne tarafım da ankara'nın yerleşik bilinen ailelerine mensuptur. yuva kurmaması gereken bir adamdı babam. ailenin yüz karasıydı. hala anneme çektirir, yeri gelir döver. anneme boşanmasını söyledim yıllarca, ona benim bakacağımı söyledim, yapmadı. artık annem için de çok fazla üzülmüyorum. evlatlık görevim neyse onu yapıyorum. bu arada kötü evde yaşayan bir tek bizdik. dayılar, teyzzeler, amcalar, halaların durumu çok iyidir. ama babam işte...
    35. kızıma bakıcı bakıyor.
    36. bir zamanlar yaşamayı çok istiyordum, artık yaşamla ölüm arasında bir yerlerdeyim.
    37. bankadaki parayla kastettiğim dedemin, satılan arsalardan ve dükkandan kazandığı paradır. bu para neredeyse sadece ağabeyim için harcandı.
    38. eşimi yeteri kadar anlattım. kayınvalide hemen her cümlesine "ben biliyorum." diye başlar. en alakasız konularda bile bir fikri vardır ve tersi gerçekleşse bile "ben demiştim..." diye devam eder.
    39. eşim bir ara sık sık dışarı çıkardı. bir arkadaşıyla görüşmesini istemiyordum bir sebeple. ortam erkek ortamı. kayınvalide "kızım sen özgürsün, kimse senin özgürlüğüne karışamaz." dedi benim de duyacağım şekilde. eşim, annesinin sözünü dinledi. bir buçuk yıllık evliyiz daha. belki de orada bırakmam gerekiyordu. zira eşim onurumu kırmış, kayınvalide de sırf bana inat kızını kışkırtmıştı ve ne yaptığının farkında bile değildi. bir de sık yaşanan tartışma nedenlerinden biri de şu: kayınvalide, eşim, baldız kendi aralarında evde konuşuyorlar. baldız ve kayınvalide yüksek tonda konuşur. bir plan yaparlar bu esnada. planın saati geldiğinde de eşim "haydi vicsail gidiyoruz." nereye? "e konuştuk ya, şuraya gideceğiz diye." ??? ben sizin kendi aranızda konuştuklarınıza devamlı kulak kabartmak zorunda mıyım? benim o saate şu işim vardı oysa ki. arabada bir yerden geliyoruzdur. yine aynı durum. gürültülü bir konuşmayı benim duymuş olmamı bekliyorlar. ben trafikte dikkatimi yola veririm. şu ana kadar bunlar yüzünden kaza yapmamış olmam da ayrı bir başarı aslında.
    40. kürt vurgusu benim endişe kaynağımı teşkil ediyor. çevremde "kürt biriyle evlenmiş" tepkisi oluşacağını zannettim. bu da boşunaymış, böyle bir olay da yaşanmadı.
    41. arkamda kapı gibi eksikliğini hissettiğim şey: baba, imreniyorum babasıyla ilişkisi iyi olanlara.
    42. boşanırsam annemin yanında yaşamak zorunda değilim tabi ki, ben sadece ihtimallerin tümünü yazdım. zira ""al anneni yanına, ona da bak kendine de." diyen de var.
    43. şu an zaten sahil kasabasında yaşıyoruz. eşim buraya gelince, buradan ayrılmak istedi. üzerine gitmedim. ama kendinin başarısız hissetmesi, hiçbir şeyden anlamıyorum şeklinde veryansında bulunması, kendini çirkin algılaması gibi nedenler ileri sürüyor. çok kötü bir yer bile olsa üniversiteye girme kararı var. bakın kararı var diyorum, bu kararın bir yerinde ben ve kızım yokuz. bu sahil kasabasına gelirken aslında hep onun hayalleri olan yere de gelmiştik. meğerse bazı şeyler hayalden ibaretmiş. eşim için kızımdan da öte kariyer ön planda. ıssız bir tıp fakültesi olsa bile.
    44. yatak odama kayınvalide tayfasından girmeyen kalmamıştır. bunu istemediğimi eşime anlattım, eşim de annesine anlattı. sonuç: burası benim de evim değil mi yani... ben birinin evinde izinsiz herhangi bir odasına girmem mesela.
    45. evliyken aşık olduğum iki kız da evli olduğumu biliyordu, bu yüzden onlardan dostça bu yasak ilişkiye son verdim. şimdi başka birliktelikleri var ve mutlular. her ikisiyle de "ilerde hayatımda kim olursa olsun senin gibi sevmeyecek." diyerek iletişimi noktaladım.
    46. eşimin kazandığı parayla günümü gün etmedim, etmiyorum. şimdi örnek versem acındırdığımı düşünürsünüz. o yüzden ekonomik darlıktayım.
    47. eşim aramızdaki cinsel deneyimi başkalarına anlatıyor şeklinde bir şey yazmadım. bana anlatıyor arada bir tekrar bu anıyı dedim.
    48. fareli evde yaşamam utanç verici bir şey, ayrıca düğünün fareli evde olmasını istemedim. düğün salonları var.
    49. okuduğunu anlamayan birkaç kişi var. diğerlerinin entrylerini okusalar bazı şeyleri çok yanlış okuduklarını anlayacaklar.
    50. özge evlendi. nerededir, kiminle evlidir, bilmiyorum. ama eminim asil bir hayat yaşıyor.
    51. üniversiteyi derece ile bitirmek ile kpss ataması arasındaki korelasyonu öğrenin. her bölüm aynı puanla almıyor. akademik başarı, sınavdan da aynı başarıyı alacaksın sonucunu doğurmuyor. zaten ikinci girişimde türkiye 80. olduğumu belirtmem gerekir.
    52. bazı şeyleri yapmaya cesaretim oldu, emin olunuz. ama aşk, birliktelik körlüğü var. düzelir ya da olsuncu umut var.
    53. evde misafir varken kayınpederin ciddi ciddi "evin reisi doktor kızımdır..." cümlesini kurması, evde aslında onu kimsenin sallamamasını düşünürsek "kızım bizi kimlerle muhatap ediyorsun?" sözü de anlam kazanmıyor mu?
    54. üniversitede çalıştım ben. para biriktirerek mezun olan nadir öğrencilerdenimdir herhalde. boya, fırça alacak kadar param olsun artık.
    55. ablamın para uzmanlığı ironidir.
    56. kayınvalide zengin ve doktor damat istiyordu, evet. ben onun için hayal kırıklığıyım. bu yüzden evliliğimin ilk yılında evde yokmuşum gibi davranıldı bana. bense onlarla bağ kurmaya. hele kayınpederden babalık duygusunu tatmak istedim ama olmadı işte.
    57. ailemle ilgili durumların çoğunu kayınvalide bilmez. burada üzerinde durulması gereken nokta onların da benim ailemden aşağı kalır yanlarının olmamasıdır. mesela şu anda biricik oğulları, karısını aldatıyor. hem de öyle böyle değil. hayal ettiğiniz türden. bunları kendimi aklamak için söylüyor değilim. kimse kimseden üstün değil. bana onların ailesinden baban sorumsuz herifin tekiymiş deseler koruyacak halim yok ki öyle zaten. ama onların günahsızmışçasına kendilerini savunmalarını yedirmediyorum. şimdi kayınvalideye gelinini niye aldatıyor oğlun desem, "hangi don?" der. yemin ederim der.
    58. eşimin doktor olmasından gurur duydum. böylece farklı bir alanda bir akademik çevre daha edindim. nadir görülecek insanlar, hocalar tanıdım. eşimi yurtdışı kongrelere gitmesi için hep teşvik ettim. o gittiğinde kızıma layıkıyka baktım. eşimin uzmanlık tezini ben yazdım. makalelerini ben gözden geçirdim. yurtdışı dergilere ben gönderdim afişlerini.
    59. gelelim kendi doktora mı neden yarı da kestiğime... saha çalışmalarına çıkmam gerekiyordu, literatür taraması yapmam gerekiyordu. mali durumum ve zamanım buna izin vermedi. eşim bu konuda beni mali olarak ve zaman olarak destekleseydi bitirirdim.
    60. ailemin köklü bir aile olup babamın kendini tüm sülaleden dışlaması anlatılacak değil, içinde olunacak bir vaka. zira inanmayanlar oluyor fareli eve. babam dayak da atardı ama bir konu var ki beni hiç dövmedi. ailem, eşimden hiçbir şey beklemedi. doktor bu, maaşını sağalım tarzında en küçük ima olmadı. ağabeyim ve babam sürünür ama bunu yapmazlar. benden para istedikleri oldu ama ben set çektiğim için amaçlarına ulaşamadılar.

    61. bu madde son olsun sevgili yazarlar. yüzlerce de mesaj var. eşimle ben kızım olana kadar karşılıklı bir şekilde mutluyduk kayınvalideye rağmen. sonra kayınvalidenin baskıları iyice arttı. mesela ne kadar maaş aldığımı kendisine her ay iletmem gerekiyormuş, diğer damat böyle yapıyormuş. kadını alıştırmışlar buna. eşimdeki davranış değişikliklerini doğum sonrası depresyon olarak yorumladım ben. zira hem çocuğuyla maddi manevi ilgilenen bir babaydım hem de eşimle ilgileniyordum. mesela hevesimdir kızımın kırkının yapılmasını istedim, bizde öyle adet yok dediler. beni "bunlar hep annenin başının altından çıkıyor." diye suçladı eşim. annesi kendisini sık sık manipüle ettiği için bende de böyle diye düşündü sanıyorum. neyse... baldızın çocuğu oldu ve kırk gün sonra kırkı yapıldı. bunu bana yorumlar mısınız sevgili yazarlar? ben ve eşimin maaşı bir araya gelince iyi bir para oluyor. o benim 2 katımı alıyor. bu para ile kızıma en iyi eğitim olanağını, en iyi çevre koşullarını sağlıyoruz. çok şikayet ettim ama boşanırsam eşim inat uğruna çok şey yapar, telkinlere daha açık olur. kızım da savrulur. illa savrulması gereken biri varsa o da ben olayım dedim, oldum. birçok ihtiyacım var ama alamıyorum. istesem eşimden her fırsatta ister krallar gibi yaşarım. eşimle parası için birlikte olup olmadığını sorguladım. kendime sordum: eşimin parasının bana katkısı ne? daha iyi bir evde yaşamak mı? yoksa o evle ilgili içinde kızımın da olduğu hayaller kurmak mı? daha iyi arabaya binmek mi? yoksa ben o arabayı şahsi işlerimde kullanmadığımı belirtmedim mi? memlekete giderken otobüsle gidip, araba kiralayan insanım ben. eşimse arabayı spor için bazen almadığımı sanıyor. ama bunu er ya da geç anlayacak.

    çok teşekkür ederim iyi söyleyene de kötü söyleyene de... hepsi kabulümdür.

    edit 2: bazı ayırt edici bilgilerin silinmesi (bunu eşim okusa anlayacaktır bizi anlattığımı ama okuma olasılığı çok düşük), büyük ölçüde yazım hatalarının giderilmesi
413 entry daha
hesabın var mı? giriş yap