• siyasetçilerin yalan söyleme klişesinin ötesinde günümüz post truth dönemine damga vuran mevzu. ayrıntılı incelenmesi gereken bir konudur.

    the economist bu hafta (2 kasım 2019) "credulity in politics" demiş, çok iyi yapmış.

    mantıktan çok sezgiyle karar verdiğimiz olgusunun yanında oy verdiğimiz kişileri inandırıcı bulmasak da oy verdiğimiz gerçeğinin altını çizen makale özetle şunları anlatmış:

    -konu çok önemli, zira veciz uydurduğu için gazeteden atılan boris johnson şimdi ingiltere başbakanı, ofiste olduğu 2.5 yıl içinde 13,435 yalan söyleyen trump desteğini hala korumakta, 2019 şubat ayında pakistan ucağını düşürdüğünü söyleyen modi'nin iddiası seçim kazandırdı ama amerikalı uzmanlar pakistanın hiç uçak kaybetmediğini tespit ettiler.

    -diktatörlükler her zaman yalanlar üzerine inşa edildiler, kuzey kore'nin kim'i yarı tanrıdır, 1989 tiamen meydanında hiç birşey olmadı, hatta sovyetler birliği yalanlar yazan gazetesine pravda(gerçek) adını verdi.

    esasında pek çok kararımızı akli sebep sonuça göre değil de duygusal sezgilerimizle vermekteyiz. bu konuyu 2001 yılında "duygusal köpek ve mantıklı kuyruğu" adlı makalesinde new york ünivesitesi'nden jonathan haidt irdelemişti. bu, iskoç aydınlanmacı david hume'ün dediği gibi, "mantığın sadece ve sadece tutukularımızın kölesi olması gerektiği" görüşüne paraleldir.

    -birinci olarak, belkide bu derece bir yalancılıkla daha önce hiç karşılaşılmadığı için nasıl karşılık verileceği kestirilemediği için olabilir. diğer bir açıklama ise seçmenlerin ne olursa olsun oy verdikleri siyasetçilere inanmak istemeleri olabilir. trump'ın cumuriyetçilerin geleneksel olarak savundukları serbest ticaret ve rusya şüpheciliğini bırakmış olmasına karşın, cumhuriyetçiler trump'ı desteklemektedirler, partililer trump'ı savunduğu pozisyonlar için değil şahsı için desteklemektedirler.

    -öte yandan, gerçek hayatta insanlar sıklıkla yalanı tespit edemezler. bunun sebebi evrimsel olarak insanların söylenenleri gerçek kabul etmeye yatkınlık kazanmış olmaları olabilir, herkesin dediğini kontrol etme ihtiyacı iletişimi imkansız kılacaktır.

    -otorite karşısında insanların muhakeme yetilerini bırakmaları daha güçlü bir sebep durmaktadır. bu durum, mahkumlara elektirik verdiren milgram deneyinde ortaya çıkmıştı. alabama üniversitesinden dr. tim levine, bu deneyde deneklerin deneyin gerçekliğinden şüphe etmiş olabileceğini ancak "truth default" olarak tanımlanan olguyu geçememiş olabilceklerini ifade etmektedir.

    -ayrıca, yalan haberlerin insanların doğuştan gelen kolay inanma saflıklarını gösterebilir. zira sosyal medyada yalan haberlerin daha hızlı yayıldıkları tespit edilmiştir. yalan haberler seçmenelere alıp kullanabilecekleri geniş bir seçenek sofrası sunmaktadır.

    -tabii olarak bu açıklamalar siyaset için tek açıklama olamazlar. bu paradoxun içinde ilginç bir husus daha var. seçmenlerde siyasetçilerine inanma ve onlara oy veme oranları farklılık göstermektedir. trump'un oy desteği ona inanma oranında 11 puan fazla, buna benzer olarak ingiliz seçmenin 3'te biri johnsonu desteklerken sadece 5'te biri ona inanmaktadır.

    -cevap büyük ölçüde sezgisel karar vermenin büyüklüğünde yatmaktadır. gerçekten de emory üniversitesinde cumhuriyetçiler ve demokratlar üzerinde yapılan mr incelemesinde, karşı tarafın yalanlarının beyinde ödül kısmını uyardığı, kendi partisinin yalanlarının ise hoşlanmama (dislike) duygularının bulunduğu beyin bölgesini uyardığı, mantıkla ilgili beyin kısmının ise hiç bir durumda uyarılmadığı tespit edilmiştir. yani seçmenlerin muhakemeleri duygusal ve sezgisel ise gerçekler ve deliller ikincil derecede kalmaktadır.

    -duygu ve sezgisel karar vermede en önemli boyutlardan biri doğrulama hatasıdır (confirmation bias) - insanın inanç ve düşüncelerini doğrulayıcı bilgi ve olgular araması. bu bir defo (bug) değil mantığın bir özelliğidir. bunun için şu güzel bir örnektir: amerika'da kabaca cumhuriyetçiler fox news izler, demokratlar "new york times" okur. pew'in 2018 yılı araştırmalarına göre demokratların %82'si medyanın başkanın söz ve davranışlarının kontrolünde önemli ve yararlı bir gözcü olduğuna inandıklarını ifade etmişlerdir. cumhuriyetçilerde ise bu oran %38'dir. aynı araştırmanın beş yıl önceki sonuçlarında bu oranlar obama için %67 ve %69 idi sırasıyla.

    -confirmation bias'ın yeni bir versiyonu "kimlik koruycu biliş(identity-protective cognition)". buna göre insanlar bilgiyi kendilerinin ve çevrelerinin kendisi hakkındaki imajını koruyucu şekilde yorumlamaktadırlar. kişi dışlanmaktan korunmak için bulunduğu ortama uygun düşünüp inanmaya başlamaktadır.

    -yalan haberler, bilişsel yanılgılar ve doğru kabul etme eğiliminin yalanlara inanmayı nasıl etkilediğini araştıran cornell üniversitesinden thomas gilovich, insanın önceki eğilim ve inançlarına uyan bir yalana inanmak için kendine "buna inanabilir miyim" diye soru yönelttiğini ve buna ilişkin tek bir araştırma veya yazının inanmak için yettiğini, ancak insanın inanmak istemediği bir şey için "buna inanmam gerekiyor mu" diye soruyu sorduğunu ve bunun için yaptığı araştırmada karşı tarafla ilgili tek bir açıklamanın yeteceğini belirtmektedir. küresel ısınma septikleri, bilim çevrelerinin %99'unun doğrulayıcı desteğine karşı karşı %1'i dinleme eğilimindedirler.

    -ayrıca düşünceye önem veren entellektüellerin fikirlerini değiştirmeye yatkın olduğu beklentisi de yanlıştır. harvard üniversitesiden david perkins'e göre entellektüeller kendi inançlarını doğrulama yanılgısına daha yatkındırlar.

    *bir okuyucu derginin 23 kasım sayısına konuyla ilgili şöyle bir mesaj göndermiştir: "hepimiz bilişsel yanılgılara maruzuzdur. bir seinfield bölümünde george constanza'nın yalan dedektörüne girmeden önce dediği gibi: inanıyorsan yalan değildir"
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap