1 entry daha
  • bir varmış bir yokmuş. bundan çoook eski zamanlarda, girmemesi gerekenlerin bulamadığı gizli bir ülke varmış. bu ülkede yolunda gitmeyen, birbiriyle uyumsuz hiçbir şey yokmuş, öyle ki adeta bir cennet gibiymiş. burası, ülkenin 4 bir yanından başlayan, ortasına doğru sayısız kola ayrılan gümüş renkli ırmakların aktığı, dağlarında ve ovalarında sayısız çeşit meyve ve yemişlerin bittiği, güneşin tepesinden eksik olmadığı, havasının insanı her daim tatlı bir çakırkeyif bıraktığı, dünyanın en güzel müziklerinin oradaki 1001 çeşit kuşların cıvıldamalarıyla dinlendiği bir ülkeymiş.

    bu ülkede hiç hastalık olmazmış çünkü sadece bu ülkeye özel şifalı bir ağaç varmış ve kendini kötü hisseden veya hastalananlar o ağacın gölgesinde birkaç dakika uyuduğunda hemen şifa bulurmuş. o ağaç adeta sihirliymiş. altında oturanlara ninni okur, onları hemencecik uyutuverirmiş. şifanın süresi de çok kısaymış, altında saatlerce uyuyup kalan hiç olmaz, ağaç şifasını verdikten sonra dalları ve yapraklarıyla altında yatanı uyandırırmış. uyananlar sanki yüz yıldır uyuyormuş gibi dinç ve sağlıklı bir şekilde uyanırlarmış.

    bu ülkedeki ırmaklar da çok şifalıymış ve ilk günden beri aynı hızla ve berraklıkta akarmış. suyun şifası açık yaralanmalara karşı kullanılırmış. bir yerden düşüp kazara yaralanan biri varsa hemen yarasını bu suda temizler, ormandaki başka bir ağacın reçinesiyle gölgesi şifalı olan ağacın yapraklarından da bir karışım yaparak yaralanmış bölgesine sürerse, yara ne kadar derin olursa olsun hemen ertesi gün eskisinden daha iyi hale gelirmiş. burada hastalıklar genellikle baş ağrısı veya yaralanmalar şeklindeymiş. baş ağrıları da özellikle ayın ortalarında çok yaşlılarda veya çocuklarda olurmuş. bunun sebebini de dolunaya bağlamışlar. dolunay olduğunda, değişen yerçekimi kuvveti ve manyetik enerjilerin insanlar üzerinde etkisi olduğuna inanıyorlarmış. yaralanmalar ise yalnızca kazara yaşanan durumlardan meydana geliyormuş, insanlar arasında birbirini yaralama diye bir durum söz konusu bile değilmiş. çünkü burada herkes barış ve mutluluk içinde yaşar; kavga, kötülük, fitnelik nedir bilmezmiş.

    bu ülkede yaşayanlar son derece gelişmiş bilimsel bazı yöntemleri bilir ve kullanırlarmış. yeryüzüne ne kadar saygı gösteriyorlarsa gökyüzüne de o kadar hakimlermiş. gökyüzünü incelemek için ellerinde herhangi bir teknolojik cihaz veya benzer bir şey yokmuş. bu insanların gücü tamamen zihinlerinden geliyormuş. bu ülkenin insanları güneş ve ay hareketlerinin dünya ve insanlar üzerindeki etkilerini bilirler ve işlerini doğanın çeşitli kanunlarına göre sıralarlarmış. planlar her zaman doğaya uygun şekilde yapılır ve benzeri hiç görülmemiş bir düzenle yaşamlarını sürdürürlermiş. bu ülkedeki insanlar çok uzun yıllar yaşarlarmış, ortalama ömrü 700 ila 800 yıl kadarmış. insanların bildikleri bilimsel bilgiler dışında kullandıkları başka türlü yöntemler de varmış. bu insanlar bazı majisel güçlere de sahipmiş ve aynı zamanda bu insanların doğanın kanununu bozmadan ve başka hiçbir canlıya zarar vermeden kullandıkları büyüler varmış. böylelikle doğanın kendilerine verdiklerinin yanında, başka türlü ihtiyaçları için de bu büyüleri kullanırlarmış. bu ülkenin adı altın ülke’ymiş.

    ülkenin insanları huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamlarına devam ederken, dünyanın başka bir ucundaki uygarlıklardan demir krallığı bu ülkeyi keşfetmiş. demir krallığı’ndaki durum hiç de altın ülke’deki gibi değilmiş. burada da ırmaklar, ormanlar, şifalı ağaçlar varmış ama o kadar hor kullanılmış ki ırmakların yolları kuruyarak durgun birer göle dönüşmüş. gölün yüzeyinde pis ve kalın bir zehir tabakası oluşmuş. gölün dibinde yaşayan hiçbir canlı kalmamış. ağaçlar sorgusuzca kesilmiş ve ormanlar birer birer yok edilmiş. yok edilen ağaçların yerlerine ileri teknolojilerin kullanılacağı demirden devasa yapılar inşa edilmiş. hastalıklar kol geziyormuş ve tedavileri ise çeşitli zehirlerin birleşiminden yapılmış renkli boncuklar vasıtasıyla oluyormuş. bu boncukları yutanın bir hastalığı iyileşiyor ama o anda kendinde olmayan başka bir hastalığa tutuluyormuş. ayrıca demir ülkesi’nin insanlarının hepsinde nedenini bilmedikleri bir mutsuzluk hastalığı da varmış. hemen hemen herkeste bir tatminsizlik, memnun olmama ve mutsuzluk hakimmiş ve bu hisler her geçen gün çoğalıyormuş. bu mutsuzluklarını gidermek için yine kendilerinin ürettikleri ve aslında ihtiyaçları olmayan çeşitli eşya ve maddeleri sorgusuzca tüketiyorlar ama bir türlü gerçek huzuru yakalayamıyorlarmış. demir krallığı en gelişmiş ve ileri bir medeniyet olarak kendilerini diğer uygarlık ve krallıklardan üstün görmesine rağmen giderek artan iç huzursuzluklarına bir çare bulamıyormuş. demir kralı da altın ülkesi’ndekiler gibi birçok majik uygulamalara sahipmiş ve büyücülük yeteneklerini çok ileri seviyelere taşımış. bu büyücülük yeteneklerini her zaman daha ileri medeniyet seviyesine ulaşmak için kullanıyor ve kara maji uygulamalarından hiç çekinmiyormuş.

    demir kralı her zaman yaptığı gibi, bir gün yine çevresinde olup bitenleri görmek ve diğerleri üzerinde hakimiyet kurabilmek için sihirli küresine odaklanmış. daha evvelden kesik kesik birer imaj olarak gördüğü altın ülke’yi görmek istiyormuş. altın ülke’yi hiçbir zaman sürekli olarak göremiyor, takip edemiyor ama içinden bir his demir kralı’nı böyle bir ülkenin var olup olamayacağıyla ilgili yiyip bitiriyormuş. altın ülke’yi göremiyormuş çünkü bu ülke yalnızca onu hak edenler tarafından görülebilirmiş. başka bir bilinç seviyesindeki varlıkların altın ülke’ye girememesi için bu ülke özel olarak koruma altındaymış. kendini kara maji konusunda oldukça geliştiren demir kralı, sihirli küresine odaklandığı o gün sonunda altın ülke’yi birkaç dakika boyunca izleyebilmiş. sonra birden görüntü kesilmiş. artık demir kralı böyle bir ülkenin varlığından emin olmuş ve içini önüne geçilemez bir heyecan kaplamış. hemen bu ülkeyi bulması ve oraya gitmesi gerektiğini düşünmüş. ancak o ülkenin nerede olduğuna ve oraya nasıl ulaşacağına dair hiçbir fikri yokmuş. kaldı ki birkaç saniyelik görüntüyü izlemesi bile aylar hatta yıllar alan bu ülkeyi bulmak hiç de kolay olmayacakmış. demir kralı apaçık bir şekilde o ülkenin korunduğunun ve oraya normal şartlarda ulaşamayacağının farkındaymış. oraya ulaşabilmesi için zaman kaybetmeden bir plan yapması gerekiyormuş. bunun üzerine hemen krallıktaki diğer büyücüleri ve bilim adamlarını toplamış ve onlara durumu anlatarak yapabilecekleri en mükemmel ve işler planı yapmalarını, aksi halde hepsini zindana tıkacağını söylemiş. bunun üzerine telaşlanan büyücüler ve bilim adamları hemen başlamışlar düşünmeye ama işin içinden bir türlü çıkamıyorlarmış. bilim adamları, hemen dünya çapında en detaylı aramayı yapabilecek insansız bir hava aracı yapabileceklerini söylemiş. bunun üzerine büyücüler bilim adamlarına karşı çıkarak bu ülkenin gizlendiğini ve bilimsel yöntemlerle bulunamayacağını söyleyerek onlara uzaktan ileri derece büyü yapmaları gerektiğini söylemiş. bilim adamları da bu fikre, altın ülke’nin de büyü özellikleri olduğunu ve tek başına büyü ile başa çıkamayacaklarını söyleyerek karşı çıkmış. uzun toplantılar sonucunda büyücülerle bilim adamları, her iki yöntemi de eşit düzeyde kullanacakları başka bir yöntem bulmaları gerektiği konusunda hemfikir olmuşlar. aradan birkaç hafta geçmiş olmasına rağmen hala ortaya en mükemmel fikri çıkartamayan bilim adamları ve büyücüleri kral yeniden toplamış. operasyon konusunda ne durumda olduklarını sormuş, aldığı cevap karşısında çok hiddetlenmiş. kral onlara, 1 hafta içinde iyi bir fikirle gelmezlerse hepsini zindana tıkacağını söylemiş. toplantıdan çıkan bilim adamları ve büyücüler tir tir titriyorlarmış ve yeniden işin başına koyulmuşlar. birkaç günün sonunda ortaya nihayet bir fikir çıkmış ve o heyecanla hemen krala gitmişler. çıkan fikri anlattıklarında kral bu fikirden çok memnun kalmış ve hemen hepsine işe koyulmalarını emretmiş. ayrıca bu fikir için hepsine birer sandık demir para vermiş, iş bittikten sonra da birer sandık vereceğini söyleyerek büyücü ve bilim adamlarını ihya etmiş.

    aylar süren çalışmalardan sonra fikir artık uygulanabilir hale evrilmiş. bilim adamları ve büyücüler bir insan üretmek için çalışmışlar. sonunda saf duygular taşıyan, henüz kirlenmemiş, içinde kötülük beslemeyen ama derisinin altında milyonlarca çip taşıyan bir insan yaratmışlar. yarı robot yarı insan gibiymiş. gerçek manada içinde kötülük taşımayacak ancak bulunduğu her yeri ve o yerin özelliklerini, koordinatlarını, konuştuğu insanların bilgilerini o çipler vasıtasıyla demir krallığı’na iletecekmiş. gerçek anlamda kötü biri olmadığı için de altın ülke’nin insanları tarafından reddedilemeyecek, altın insanların duru görü yetenekleri de bu robot üzerinde işleyemeyecekmiş. böylelikle altın ülke, içeriden fethedilecekmiş.
    sonunda ürettikleri robot insanı altın ülke’yi bulması için yollamışlar. bir yandan büyücüler de çalışıyor, altın ülke’nin bu insanı bulup aralarına alması için büyüler yapıyorlarmış. robot insan zaten robotik özellikleri de bünyesinde barındırdığı için açlığa, susuzluğa, yorgunluğa ve tehlikelere karşı dayanıklıymış. aradan yaklaşık 1 ay geçtikten sonra robot adam altın ülke’ye ulaşmış. altın ülkeliler, onu saf ve temiz olduğu için hemen aralarına kabul etmişler. gel zaman git zaman altın ülke’nin 873 yaşındaki en yaşlı bilgesinin içinde bir süredir anlamlandıramadığı bir huzursuzluk oluşmuş. yaşlı bilge bu durumu çevresindekilere anlattığında, yaşının ilerlemiş olabileceğinden dolayı böyle olduğunu düşünerek yaşlı bilgeyi sürekli şifalı ağacın gölgesine götürüyorlarmış ama yaşlı bilgenin huzursuzluğu yine de geçmiyormuş.
    bu sırada demir krallığı, altın ülke ve insanları hakkında oldukça bilgiler toplamış ancak bir türlü koordinatları ele geçiremiyorlarmış. bu durum demir kralı’nın canını çok sıkıyormuş. o ülkeyi görünür kılmanın yollarını aramaya başlamış.
    altın ülke’de her şey eskisi gibi devam ederken yaşlı bilgenin huzursuzluğu hiç azalmamış, aksine yaşlı bilge ile birlikte yeni doğan bebeklerde de daha evvel görülmemiş huysuzluklar ortaya çıkmış. şifalı ağacın altı eskisine oranla daha fazla dolmaya başlamış. bu durumu çözebilmek için altın ülke’nin insanları gökyüzünü incelemeye başlamışlar. gökyüzündeki bir değişikliğin ülkelerindeki bu huzursuzluğa sebep olabileceğini düşünmüşler ancak her şey yolunda görünüyormuş.

    aynı günlerde, demir kralı artık bu işin çok uzadığını düşünerek derhal büyücülere talimat vermiş. büyücülerden, gönderdikleri robot insana uzaktan büyü yapmalarını istemiş. bu büyü ile robot insan altın ülke’de içten içe fesatlığı yayarsa, oradaki herkes yavaş yavaş kirlenecek ve ülke görünür hale gelecekmiş. büyücüler robotu büyülemek için çalışmalara başlamış.
    artık altın ülke’de yolunda gitmeyen şeyler olmaya başlamış. ağaçlardaki meyveler haddinden fazla toplanıyor, insanlar depolama ve stoklama ihtiyacı duyuyorlarmış. yiyecekleri iyi ve kötü şeklinde ayrıştırarak iyileri kendilerine saklıyor, kötüleri dağıtıyorlarmış. hal böyle olunca önce husumetler, sonra kavgalar çıkmaya başlamış ve bir gün altın ülke insanlarından biri diğerine saldırarak onu yaralamış. yarasını iyileştirmek için ırmağa koşan adam, ırmağın faydasını görememiş. reçine ve şifalı ağacın yaprağı da artık işe yaramıyormuş. yara gittikçe enfeksiyon kapmaya ve kötüleşmeye başlamış. böyle bir şeyin olacağını uzun zamandır hisseden yaşlı bilge, sonunda gerçeklerle yüzleşince tüm vücudunu dayanılmaz bir ağrı kaplamış. bu sırada yaralanan adam yarasını iyileştiremeyince iyice kinle dolmuş ve kendisini yaralayan adama karşı fenalık olması için ona büyü yapmış.

    ülkedeki ilk kara maji de ortaya çıkınca yaşlı bilge son nefeslerini alıyormuş. ölmeden önce ağzından şu sözler dökülmüş:

    “insan artık kirlendi, bizler birer melek iken şimdi dönüştüğümüz canavara bakın. dünyanın sonunu işte bu fenalıklar getirecek. artık hepiniz demire dönüşeceksiniz, değersiz ve soğuk birer demire. huzur yüzyıllar boyunca sürecek olan bu kötülükle birlikte yok oldu. görün ey insanlar, her şey düşünceden ibaret. güzel düşünmeyi bıraktığınız an kirlendiniz. bu da sizin ebediyen çekecek olduğunuz cezanızdır. altından vazgeçtiğiniz demirin soğukluğunda cayır cayır yanacaksınız. tanrı sizi terk etmedi ancak siz tanrınızı terk ettiniz”

    ve yaşlı bilge son nefesini almış, aldığı nefesi veremeden ölmüş. içinde halen o nefesi tutan ölü bir bedenin varlığı hiç kimsenin dikkatini çekmemiş.

    bu sırada altın ülke’de fenalıklar iyiden iyiye ayyuka çıkmış. artık güneş bile ülkenin üzerine sislerin ardından bakıyormuş. ırmaklar şifasını kaybettikten sonra kurumaya başlamış. ağaçların üzerindeki eşsiz cıvıltılara sahip kuşlar patır patır yerlere dökülmeye başlamışlar, bazıları da başka diyarlara göç etmişler. yabani ve vahşi hayvanlar ortaya çıkmaya başlamış. insanlar artık hem birbirleriyle hem de vahşi canavarlarla savaşıyorlarmış.

    tüm bunlar olurken, demir kralı ülkeyi rahatlıkla sinema izler gibi izleyebiliyormuş, hatta ülkenin koordinatları da artık belliymiş. istese kısa bir sürede oraya varabilirmiş. ancak kral gördükleri karşısında dehşete kapılmış ve donmuş bir vaziyette olan biteni izliyormuş. aklından “ben burası için mi bu kadar uğraştım! vahşi insanlar ve hayvanların bulunduğu bu orman nasıl oldu da gözüme başka türlü göründü?” diye içinden geçen milyonlarca soruya cevap bulmakta zorlanıyormuş. bu düşünceler kralı sonunda hasta etmiş ve yatağa düşürmüş. içinde daha önce hiç bu kadar fena bir huzursuzluk hissetmemiş. başındaki oğulları ve kızları kral babaları için gözyaşları döküyor ama bir taraftan da fethetmek için onca uğraştığı o ülkeyi neden topraklarına katmadıklarını merak ederek babalarına kızıyorlarmış. kral son nefeslerini alıp verirken ağzından şu sözler dökülmüş:

    “ben ölüyorum. kapkara bir duman bana doğru yaklaşıyor, siz de görüyor musunuz? ah evlatlarım, o kadar pişmanım ki ama artık zamanım yok. son nefesimde öğrendiğim şeyleri umarım sizler yaşarken öğrenebilirsiniz… bunun için size ben yardım edemem. tüm kudret kendi içinizdedir. içinize kulak verin ve onu anlamaya çalışın. güç ve iktidar hırsı kulakları tıkayan bir uğultudan farksızdır. düşünün, sadece en iyiye, en doğruya ulaşmak için düşünün… unutmayın ki alınmış ama henüz verilmemiş bir nefes var, bu sizin umut ışığınız olsun ve nefesin verileceği o gün için çalışın. biz tanrımızı terk ettik, şimdi ona nasıl cevap vereceğim?” derken gözünden bir yaş süzülmüş ve son nefesini vermiş.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap