69 entry daha
  • sanılanın aksine gücünü ve etkileyiciliğini yaratıcısından değil; yaratıcısından bağımsızlaşabilme, yaratıcısı olmadan da başka sahipler bularak kendi varlığını sürdürebilme ve bir şekilde yaratıcısını geri plana itebilme potansiyelinden alan bir düşünce sanatıdır. bu sebeptendir ki, ironi ile zeka arasında çoğu zaman kurulan bağlantı, ikisi arasında yapılan korelasyon çağımızın hüsn-i kuruntusu olmaktan öte bir şey değildir(anlamayanlar ya da ikna olmayanlar hüsn-i kuruntu yerine ironi kelimesini koymayı deneyebilirler). ironi ile zeka arasındaki asıl mesele ironiyi ehlileştirebilmekte yatar. ironi zeki insanların işidir, ironin anlaşılması zeka seviyesiyle ilgilidir gibi günümüzün genel geçer doğruları da zekaya yapılan bir vurgudan ziyade aslında ironinin gücünü ve etkinliğini ispatlamaktadır zira burda görünüşte "anlaşılmak" olarak ortaya konan mesele aslında bir olumsuzlama düsturuyla "sahiplenebilme" yeteneğine indirgenmiştir, yaratıcı artık devreden çıkmıştır, ironiyi kimin nasıl sahipleneceği söz konusudur, ironi artık zekadan bağımsızlaşıp, zekayı belirleyen, ölçen bir unsur haline gelmiştir. artık temel kaygı, neyin ironi olduğunu anlayamama tuzağına düşmeme kompleksini de aşıp, ironiyi sahiplenebilme telaşına dönmüştür. yanıltıcı olan artık ironi değil, kişinin gerçeği algılayışıdır. gülünç olan artık ironinin kendisi değil, kişinin ironiye verdiği tepkidir. nesnellik bu sebeple ironinin acımasızca bizi yönlendirdiği öznellik mevhumu için kurban edilmelidir.

    bu bağlamda ironiye anonimlik sıfatını yakıştırmak da bu bağımsızlaşabilme gücünü tam olarak açıklayamaz zira ortada bir bilinmezlikten, bilgi eksikliğinden ziyade bir referanssızlık hali mevcuttur. örneklemek gerekirse, atasözleri ve deyimler ile günümüzde ironin en önemli besin kaynağı olan aforizmalar ya da özlü sözler karşılaştırabilir. atasözleri, deyimler derin bir tecrübeyi, toplumsal birikimi işaret eden, içinde gizli referanslar barındıran bir anonimlik barındırır, oysaki artık yazılı, sözlü tüm iletişim kanallarında fazlasıyla yer kaplayan aforizmalar mutlaka bir isim ile, genellikle de okuyanlara bir anlam ifade edecek özel bir isimle beraber kullanılır. bu şekilde yapılan artık bir referans değildir, aforizmanın kendisi de, yaratıcısı da artık birer referans olmaktan çıkmıştır zira hem aforizmanın kullanıldığı metnin, diyalogun kendisi ve bağlamı, hem de yaratıcının hayat tecrübesi ve güdüleri algı, ilgi alanlarından çıkartılmıştır ve kullancılarının, okuyanlarının zekasının, mantığının insafına bırakılmıştır. referans artık yerini differance işlemine bırakmıştır. kişiye ya da metne özgü bir özelleştirme de yoktur zira günümüzde başarılı bir aforizmadan beklenen her zaman içinde bir genelleme gücü barındırmasıdır.

    ancak ironi gene de gerçeğe karşı girişilmiş basit bir olumsuzlama süreci değildir, her zaman için var görünenden daha fazla gerçeği vaat etmek ya da en azından speküle etmek zorundadır. doğrudan bir tanımı ya da pürüzsüz bir içeriği olan bir ironi ne kadar iddialı ve gösterişli olursa olsun kendisini kolayca tüketir. bu sebeple ironi yöntemsel olarak dolayılmamaya dayanmalıdır. böylelikle kendisini bir olumsuzlamaya karşı muaf gösterebilir ve zihnimizdeki mutlaklıkları yıkacak cüretkarlığa ve yıkıcılığa haiz olur, böylece gerçeğin olası türetimlerinin(derivasyon) gene insan zekası aracılığıyla hayat bulmasını sağlar ve bütün bu süreçlerde bütün kerametin düşünsel üretimde değil, kendi gizeminde yattığına bizi ikna eder. buna göre çağdaş bir bireyin ironiden beklentisi bir hipnoz seansını andırır. içsel yoğunluk gönüllü bir katılımla (toplumsal normlara göre)istem dışı olarak dışa vurulur. ancak burda bireyin ıskaladığı şey ironi açısından bu beklentinin çok da hayati olmadığıdır zira ironi için bir uyumsuzluğun ya da çarpıklığın var olduğu bilgisi yeterlidir, bunların aslen neler oldukları ironi için teferruattan başka bir şey değildir. ironi(ve tabi ki günümüzün çağdaş bireyciliği) için bu kadar teferruata girmek yerine kendi kendini olumsuzlayarak varlığını sona erdirmek her zaman için daha akılcıdır, zira teferruat her zaman için vaatleri ve spekülasyonları geri plana itebilme tehlikesini taşır.

    günümüzün varoluşçuluk, bireycilik eğilimleriyle şekillenen popüler söylemleri de aslen ironiyle beslenir, çok fazla sözü edilmese de gizli suç ortaklarıdır. kendi olmak, kendini gerçekleştirmek, birey olmak gibi eksenler etrafında gelişen bu eğilimler varlıklarını ve devamlılıklarını büyük ölçüde ironinin günümüzdeki gücüne ve etkinliğine borçludurlar. bütün bu varoluşsal kaygılar aslen kendi olumsuzluk hallerinin(kendi olamamak, kendini gerçekleştirememek, birey olamamak ve hatta varoluşa karşı hiçlik) ironik birer tezahürüdürler. birey olmak, kendi olmak, kendini gerçekleştirmek birer hedef değil içinden çıkılmaz birer problemdirler ve bireyin hayat tecrübesi bütün bunların bunaltısı ve baskısı altında geçer. tıpkı ironi gibi bireyin bu durum karşısında yapabileceği en iyi şey bağımsızlaşabilme ve aşkınlaşabilmedir. bütün bu olumsuzluk hallerinin aşılması özgürlüğü getirecektir, özgürlük bir zorundalık farkındalığından öte artık aslen bütün bu zincirleri bir kenara bırakıp, kendini yeniden keşfetme fantezisidir ve insanı uç noktalarına ulaştıracak bir türetim ile mümkündür ve anca bu noktalara varınca aşkınlık ve bağımsızlaşma gerçekleşebilir. bu yüzden de öznelliğin kıyısında durmak varoluşçular için vazgeçilmezdir, bu çileci çabayı besleyen de artık salt bir inanç değil, ironinin kendisidir zira inanç sabit bir ilişkiyi ve feragati gerektirir ama oysaki ironi bağımsızlaşarak kendini çeşitli olasılıklarla varsayabilir. varoluşun kimliğe olan üstünlüğü de gene ironide yatar çünkü kimlik çelişkileri yok etmez tam tersine çelişkiler kimliği çürütür ve yok eder, oysaki varoluşun çelişkiyle olan ilişkisi ironinin dolayımlılığı sayesinde gizli bir işbirliğine dayanır, ki zaten varoluşun başlangıcını da kimliksizleşmeye dayandırmak gayet makul bir akıl yürütmedir. bu bağlamda varoluşçuluğun asıl sorunu birçok muhafazakarın ve dogmatiğin anlayamayacağı biçimde bireyi gereğinden fazla yüceltmesi değil, gene birçok varoluşçunun ve kendilerini "farklı" olarak görenlerin anlayamadıkları gibi bireyi yeteri kadar yücelt(e)memesidir, zira ironi gibi birey de kendini yüceltmek yerine kendini yüceltecek, kendi bağımsızlığına götürecek başka kaynaklar aramaktadır.

    çağımızın distopyalarına daha dikkatli baktığımızda da ironin vurgulanma ihtiyacını daha iyi anlayabiliriz. yazılı olanından görsel olanına, kıyıda köşede kalmış olanlarından en popüler olanlarına kadar, bütün bu distopyalarda kötülük, felaket ya da şeytanilik ironi eksikliği tasavvuruyla hayat bulur. anlatılan düzenin, sistemin, yeni dünyanın acımasızlığının, bürokratikliğinin, aldatıcılığının, yıkıcı egemenliğinin gücü ve devamlılığı derin bir toplumsal birikime, tarihsel dinamiklere değil, ironiyi ortadan kaldırarak, gerekirse onu yasaklayarak kurduğu olağanlaştırılmış bir tekdüzeliğe(birikimsizliğe, üretimsizliğe) ve standartizasyona(statikliğe) dayanır. bütün bu eserlerde, pesimistliğin seviyesine göre zavallı bir kurban ya da messianic bir kurtarıcı olan(ve nedense hep tekil bir örneklem olmak zorunda olan) kahramanımız bize mutlak bir ironinin tüm özellikleriyle sunulur. kendini yeniden keşfetmeyle ortaya çıkan aidiyetsizlik duygusu eninde sonunda bağımsızlaşma ihtiyacını doğurur, düzenin tahammülsüzlüğü ve tavizsizliği ölçüsünde kahramanımız da bir o kadar cüretkarlaşır ve yıkıcı olur çünkü, kendisi öyle düşünmese de, ortada düzenle kurduğu çarpık uyumsuzluk ilişkisinin sınırlarını çizebileceği bir olumsuzlama, inkar durumu yoktur çünkü yaşadığı düzen tarafından bir reddediliştir. maruz kaldığı dışlanma mutlaka bir içe dönüşü beraberinde getirir, kendi sınırlılığının farkında olsun ya da da olmasın yapması gereken olabildiğince bu sınırları zorlamak ve bu farkındalığının daha ötesine geçebilmektir. böylece varoluşçuluğun kutsal paradigması burda da kendini tekrarlar, sonuç ne olursa olsun gerek kahramanımız, gerekse de okuyucu ya da izleyici, sorunun gerçeğin belirsiz olmasında değil tam tersine gayet belirli olmasına karşın saçma olmasında yattığına ikna olur. ironin son aşaması olan kendini olumsuzlama hali gerçekleşmiştir böylece, karşılığında aldığımız ödül ise gerçeğin ne olduğundan öte gerçeğin içeriğine dair bir aydınlanma duygusu ve aşkınlık hissidir.

    varoluşsal kaygıların ve bireyciliğin en yoğun biçimde tartışıldığı, içselleştirildiği günümüzde sıradanlığı ve sıradanlaşmayı ve akla gelebilecek başka her türlü olumsuzluğu dayattığı düşünülen popüler kültürün egemenliği, gücü ve etkinliği bir ironi olmaktan öte günümüzde ironinin gerçekliğinin ta kendisidir. hemen herkes popüler kültürün ne olduğunu çok iyi anlamakta ve bilmektedir ya da en azından öyle gözükmeye çalışmaktadır. oysaki bu çabalar eninde sonunda popüler kültürü sahiplenmeye dönüşmektedir. moda olanın bir yaratım olarak algılanmasının demode olarak addedilenin yok edilmesi, görünmez kılınması ama aynı zamanda da moda olan için demode olarak şifrelenmiş bir çağrışım nesnesi olması gerekliliğindeki negatif simbiotizm ve moda olan ve demodelik arasındaki kusursuz geçişlilik halleri bireysellik ve popüler kültür için de geçerlidir. ruhun varoluşunu ve özgürleşmesini bedenin ölümüne indirgeyen ruh çağırma seansları gibi, demode olanın ölümü, görünür olmaktan çıkması moda olanı ortaya çıkartacaktır. ironi tarafından gerçeğin olası türetimleri gene gerçekleşmiştir, moda demodeliğin ruhu olduğu gibi benzer şekilde çağımızın bireyselciliği de popüler kültürün ruhudur. bütün bunların üzerinden ruhun varlığını tartışmak ya da metafiziğini sorgulamak veyahut onu bağımsız kılmaya çalışmak da ironiye tevekkül için gerekli mistisizimin çerçevesini oluşturmaktadır. popüler kültür sonsuz küçüklerin sonsuz toplamından başka bir şey değildir demek de, bütün bu süreçlerin sağlaması olsa da çoğunluk için sıkıcı ve zahmetli bir işlemdir sadece.

    günümüzde ironiden her bahsedilişinde, ironik olana yapılan her vurguda, her ironikleşme çabasında gördüklerimiz halen sokratesvari bir cehalet, kierkegaardvari bir eylemsizlik, schopenhaurvari bir umutsuluk ve nietzschevari bir güçsüzlük varyasyonları olması da ironinin gücünün zekaya özgü değil değil çağımıza özgü bir hastalık/anomali olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
511 entry daha
hesabın var mı? giriş yap