aynı isimdeki diğer başlıklar:
77 entry daha
  • filmleri öyküleriyle hatırlanan -kamerayı fark ettirmeme ekolundeki- yönetmenlerin aksine, filmleri genelde atmosferi ve klasik sahneleriyle hatırlanan sinemanın tuhaf adamı. elbette ki, kafasındaki bu fikirlerle herhangi bir 3. dünya ülkesinde, değil usta bir yönetmen olarak saygı görmek, sıradan bir vatandaş olarak adam yerine konması bile mümkün olmayabilirdi. şimdi ben eraserheadvari bir ilk film düşüncesi ile filmime bütçe bulmaya çalışsam, bana destek verecek türk yapımcıyı gördüğüm anda adamın saflığına acırım, senin vereceğin paradan da hayır gelmez diyerek balyaları yüzüne çarparım.

    genelde usta yönetmenlerin elek asarken aklına gelen "ulan, ben de en kişisel filmimi çekeyim, ölmeden önce bi içimi döküp huzur bulayım" tarzı "en kişisel filmi" yaftasını, daha ilk filmine* yapıştırarak helal, ve ilk filmi kişisel olan adam, ileride en has büyük bütçeli filmlerin müdavimi* olur tezini kısmen çürüterek adanalı celal dedirtmiştir kendisine.

    filmografisine gayet sığ bir şekilde, ufak bir bakış atacak olursak:

    1.eraserhead: bu filmden bir şey anlayanın uyruk değiştirdiği söylenegelir. öyle ki üstad bu filmde birbirinden abuk-gudik karakterler ve mizansenler resmi geçidi yapar, kendine tip olarak benzeyen bir karakteri başa koyar, rahatsız edici bir ses miksajı ve akıllara zarar bir çok sahnesiyle kafanızı hedef alan bir filmdir. uzak durulabilir.

    2. the elephant man: gerçek bir karakter olan john merrick'in, yüzündeki deformasyon sonucunda bir fil adam olarak yaşayan bu insanın hikayesi. toy bir anthony hopkins*, siyah-beyaz görüntüler ve hüzünlü-realist yapısıyla kanımca italyan yeni gerçekçi -alman dışavurumcu karışımını andıran güzel bir film olmuştur. severiz

    3. dune: üstad burada frank herbert'in oyunu da yapılmış olan kült bilim-kurgu romanını sinemaya uyarlamaya kalkışır. kadrosu da geniştir filmin. ama büyük bütçeli işler lynch abiye göre değildir. film de kimseye yaranamaz.

    4. blue velvet: lynch'in en eli ayağı yere basan filmlerinden biri desem sonra dönüp iki saat doğru mu tanımladım acaba diye düşünebilirim. lakin pek sevdiğim bir filmdir, röntgencilik kurumuna özgün bir bakış, kulak, dennis hopper, ödipal kompleks, in dreams ve filme adını veren efsane şarkı "blue velvet" gibi detaylar "izle beni" diyor adama, izlemeli cidden, ama aile, çoluk çocuk olmamalı yanda.

    5. wild at heart: ustanın uçtuğu film. yetmedi nicolas cage'in tozuttuğu film, william defoe'nin döktürdüğü film, olmadı müzikleri yapan angelo badalamenti'nin bile ayak uydurduğu film. ben pek beğendiydim. sonunda cage, elvis'in love me tender'ını söyler, mest eder.

    6. twin peaks: efenim bu diziyi, ve diziden uyarlanan fire walk with me filmlerini izlemediğim için yorum yapamıyorum. ancak tüm zamanların en özgün dizilerinden biri olduğu, ve diziyi izlemeyenin filme karşı öküzvari bakışlar atmasının kaçınılmaz olduğu söylenir.

    7.lost highway: hakkında analiz kitabı çıkan bir filmden bahsediyoruz. çembervari kurgusuyla gerçekten zor bir deneyim, lakin soundtracki tartışılmaz güzellikte.

    8. the straight story: başroldeki amcanın elini öpme isteği kaldı bu filmden geriye, su gibi akan, mini mini minimal bir yol filmi. gayet güzel, david lynch'in çektiğine hala inananamam. bir de filmde oynayan amca*, bir yıl sonra, 80 yaşında kendisini tüfekle vurarak intihar etmiştir, tuhaf.

    9. mulholland drive: üstadın seyirciyi itin malum bölgesine soktuğu son alamet-i farikası. algı üzerine güzel şeyler söyleyen bir filmdir, psikolojik alt metni ile pek çok türlü okumaya açıktır. bir de bizi roy orbison'un crying'inden çevirme llorando şarkısı ile tanıştırmıştır.

    evet efenim, david lynch'in işleri şimdilik bu kadar, arada kısa filmler, reklamlar, ortak projeler* ve bir adet rammstein klibi çekmemiş değil, ama bunlar başka bir entrynin konusu diyor, ve bir diğer filmografi bölümünde görüşmek üzere, hepinize esenlikler diliyorum. hoşça kalın.
651 entry daha
hesabın var mı? giriş yap