673 entry daha
  • samimiyet hem şahsi hayatımda önem verdiğim hem de toplumsal olarak önemli bulduğum bir kavram, o yüzden samimiyet üzerine yaptığı yorumla başlattığı tartışmaya dahil olacağım.

    öncelikle samimiyet eş sesli bir kelime, ve yaygın kullanılan iki anlamı var: birincisi insan ilişkilerinde yakınlık. bizim bununla alakamız yok, burada bahsettiğimiz samimiyet kavramı kelimenin diğer anlamı: içi dışı bir olmak, düşünülenlerin yapılanlarla, niyetlerin amellerle örtüşme niteliği. yani immanuel tolstoyevski'nin takipçileriyle samimi olması başka şey, takipçilerine karşı samimi olması başka şey. bunun ayırdına vararak başlayalım.

    gelelim kendisinin samimiyet yorumuna: ne diyor kendisi? "sana ne benim samimi olup olmadığımdan, at yarrağı, alacağın bir şey varsa al, yoksa siktir git." aşağı yukarı böyle diyor. ben buna katılmıyor değilim, katılıyorum. katılmamın en büyük nedeni samimiyetin bir eleştiri zemini teşkil etmiyor olması. samimiyetin eleştiri zemini teşkil etmiyor olmasının nedeni de ölçülebilir olmaması. yani bir insan x derken o x'i demesinin altında yatan başka bir amaç mı vardı, hangi hesaplarla, nasıl bir içten pazarlılıkla, ne gibi bir gizli gündemle x dedi, bunu bilmemizin bir yolu yok, çünkü birinin kafasını açıp da gerçek düşüncelerini görmemiz mümkün değil. dolayısıyla hiç kimsenin gerçek düşüncelerini bilemediğimiz için, gerçek düşüncelerle ağızdan çıkanlar ve yapılan eylemler arasında ne kadar tutarsızlık olduğunu, yani birinin ne kadar samimiyetsiz davrandığını tam olarak bilmemiz de mümkün değil.

    öyleyse samimiyet konusunda yapılan yorumların hepsi bomboş ve yalandan ibaret mi? o da değil. "samimi bulmuyorum" yorumlarının bir çoğunun kendisi de aslında samimi olmasa bile bir kısım samimiyetsizlik eleştirisinin oturduğu taban sezgidir. birinin samimi olmadığını genellikle "sezinleriz". bu sezgiler de güvenilir bilimsel gerçekler olmamakla beraber tümüyle yanlış ve/veya anlamsız uydurma hisler de değildir, deneyimsel dayanakları ve gayet yüksek isabet oranları olduğu söylenebilir. bu konu özeline bağlarsak, birinin tolstoyevski'yi samimiyetsizsin diyerek "eleştirmesi" makul değildir, zira eleştiri somut bir tabana dayanmadığı sürece bir değeri de yoktur. ancak birinin tolstoyevski'yi samimi bulmaması, o kişinin görüşlerine değer veren, sözüne itibar eden, onunla samimi olan diğer kişiler tarafından dikkate alınabilir bir yorumdur.

    benim asıl takıldığım ve rahatsız olduğum nokta ise tolstoyevski'nin bu durumu "samimiyet abartılıyor" şeklinde ifade etmesiydi, zira bana göre samimiyet abartılan değil, tam aksine hak ettiği değeri görmeyen bir kavram. böyle düşünmemin sebebi de şu: insanlar samimiyete ne kadar değer verirse gerçeklerle bağları o kadar güçlü oluyor, ve gerçeklerle bağların güçlü olması da pek çok yönden faydalı. en basitinden allah ne kadar süper lan diyerek kafa kesme ihtimalini ortadan kaldırıyor mesela, çünkü allah diye (fenomenal) bir gerçek yok.

    samimiyetin gerçeklerle olan bağı güçlendirdiği ne alaka diyen olabilir diye onu da açıklayayım: samimiyet başta da dediğimiz gibi içerideki gerçeği dışa vurmak demek. dolayısıyla mümkün olduğunca samimi olabilmek için insanın önce kendi içindeki gerçeğin farkına varması gerekiyor. dışarıya karşı samimi olmak kendine karşı samimi olmakla başlıyor. dolayısıyla samimiyet kavramına değer veren bir insan öncelikle kendi gerçeğini fark edebilmek, kendi gerçeğiyle yüzleşebilmek için çaba harcadıkça kendisine dair, düşünme tarzına dair, istedikleri ve yaptıkları, yapmak zorunda hissettiklerine dair bilgi sahibi oluyor. bu da onu gerçeğe daha da yaklaştırıyor ve gerçekle bağı bu şekilde kuvvetleniyor. hal böyle olunca bir toplumda samimiyet kavramına ne kadar değer verilirse insanların o kadar samimi olmaya çalışacağı, neticede de gerçeklere o kadar yaklaşacağı ortada. yani mesela bir insanın ben neden allah'a inanıyorum, gerçekten bu inancımı haklı kılan yeterli kanıtlara sahip miyim, ailemin bana böyle öğretmiş olmasının bu inançta ne kadar payı var, yokluk/boşluk kavramından korktuğum için bu inanca sarılıyor olabilir miyim gibi bir sorgulamaya girebilmek ve istediğin cevapları vererek kendini tatmin etmek yerine mümkün olan en doğru cevaplara ulaşmaya çalışabilmek için kendine karşı samimi olabilmek, bir önkoşul, bir mecburiyet. bu arada örnekleri allah'tan verdim hep ama burada tek bir konudan bahsetmiyorum, samimiyetsizlik insanın her davranışında gözlemlenebilir. akrabalarla aile yemeklerinden tutun da iş arkadaşlarımızla ilişkilerimize kadar içine samimiyetsizlik işlemiş bir kültürümüz var tc'de. en basitinden herkesin samimiyete değer verdiği bir yerde yüzüne gülmek istemediğiniz hiç kimsenin yüzüne gülmek zorunda kalmazdınız, gerginlik olmasın diye kendinizi gülmek zorunda hissetmezdiniz. bu bile kendi başına samimiyete daha çok değer vermek için bir sebeptir bence.

    tabii her zaman her yerde tam samimiyet gibi bir önerim yok. bu zaten imkansız sayılır. hiç kimse en yakınına bile yüzde yüz samimi olmaz. hatta kendisine de olmaz, kendi eylem ve fikirlerimiz üzerine düşünmek de bize çoğu zaman zor, kimi zaman zulüm gelir. kendimize "bunu neden yaptım" sorusunu sormaya zahmet etsek dahi çoğu zaman arkadaki gerçek saiki bulmakta kararlı olmayız, onun yerine muhtemelen üstünkörü bir cevap uydurarak konuyu geçiştiririz, rasyonalize ederiz. ancak bu durumların, zihinde işleyen bu süreçlerin elimizden geldiğince farkında olmak; kendi gerçeğini anlayan bireyler olmamız ve avrupa bizi kıskaniyi, cennette huriler müslümanları bekliyi gibi masallara inanan sersem bir toplum olmaktan çıkmamız açısından önemli, faydalı ve değerli diye düşünüyorum. nitekim bu insanlar da böyle şeylere sadece iq düşüklüğünden değil, biraz da motivasyonsuzluktan inanıyor. oysaki samimiyete değer veren bir toplum olmak, gerçek arayışı için de motivasyon sağlayacak, bizi kendi sersemliğimizden kurtarmada bir payanda işlevi görecektir.
287 entry daha
hesabın var mı? giriş yap