408 entry daha
  • milli eğitim bakanlığına bağlı herhangi bir okulda öğretmen olduğunuzu düşünün. mesleğinizi layıkıyla yapmaya çalışıyor, öğrencilerinize faydalı olmaya çabalıyorsunuz. günlerden bir gün müdürün odasına çağrılıyorsunuz ve hayatınızın akışını tamamen değiştirecek korkunç bir haberle yüzleşiyorsunuz. yetersiz çalıştığı için kırık not verdiğiniz veya beklediği anlamda ilgi göstermediğiniz bir öğrenciniz kendisine cinsel tacizde bulunduğunuz konusunda şikayette bulunmuş.
    dışarıdan bakıldığında kendi içinde tutarlı ve inandırıcı bir kurguyla ciddi bir iftirayla karşı karşıyasınız. öncelikle tedbiren açığa alınıyor ve muhtemelen tutuklanıyorsunuz. ısrarla reddediyorsunuz fakat derdinizi kimselere anlatamıyorsunuz. damgayı yediniz, lekelendiniz. hızla dışlanıyor, ötekileştiriliyorsunuz. tüm hayatınız, kariyeriniz, onurunuz ayaklar altına alınıyor ve masumluğunuzu ispatlayamıyorsunuz. en ahlaksız kişiler sizin ahlakınız hakkında ahkam kesmeyi hak görüyor kendisine. mahkeme sonucunda suçsuzluğunuz kanıtlansa dahi bundan sonra en yakınınızdaki eşinizin, çocuğunuzun bakışlarına yansıyacak en basit bir kuşku gölgesi dahi hayatınızı karartmaya yetecek.

    bunlar hayatın içinde yaşanması olası durumlar. kötülüğü cahillikle yapanların olduğu kadar kişiliği haline getirmiş insanların bolca bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz. okullarda ve birtakım öğrenci yurtlarında son yıllarda sıklıkla gündeme gelen taciz ve cinsel istismar davaları bu konuda toplumun haklı olarak çok hassaslaşmasına neden oldu. bu hassasiyet ve teyakkuz hali bu tür davalara kurban merkezli bakılmasını sağladığı gibi sanığa karşı da ön kabulle bakılmasını beraberinde getirdi. dolayısıyla böyle bir duruma düşmek endişesi nedeniyle öğretmenler öğrencisinin başını okşamaya korkar, veli ile görüşme odasında yalnız kalmaktan çekinir hale geldi. cinsel istismar ve taciz olayları yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada büyük sorun teşkil eden bir konu ve bu yönüyle de filmlere romanlara sık sık konu edildiğini görüyoruz.

    “monsieur lazhar” filminde, erkek öğrencisinin iftirası karşısında masumiyetini ispat edemeyen ve yaşadığı travmayı atlatamadığı için intihar etmeyi seçen, bunu da o öğrencisinden intikam almak amacıyla sınıfta yapan bir kadın öğretmen üzerinden işlenmişti. 2012 danimarka yapımı “jagten” adlı film de böyle bir suçlamaya maruz kalan öğretmenin sıra dışı hikâayesini konu ediniyor. türkiye’de “onur savaşı” adıyla çevrilen film danimarka’nın lars von trier’den sonra yetiştirdiği en iyi yönetmen olarak gösterilen thomas vinterberg tarafından yazılmış ve yönetilmiş.

    yönetmen thomas vinterberg, senaryoyu yazarken william wyler’ın, ben-hur’dan hemen sonra yönettiği 1961 yapımı the children’s hour (tehlikeli fısıltılar) adlı filmden ilham almış gözüküyor. tehlikeli fısıltılar’da aynı konu yatılı özel okul işleten iki kadın öğretmenin yaşadıkları üzerinden masaya yatırılıyor. sürekli yalan söyleyen kötü karakterli bir öğrencinin, kendisine uygulanan basit bir cezanın intikamını almak amacıyla öğretmenlerin eşcinsel olduğuna dair attığı iftira sonrası iki kadının tüm hayatının adım adım kararması işleniyor. korkunç bir perdelemeye maruz kalan öğretmenler ahlaksız bir ahlakçılığın kurbanı oluyor.

    bu konuya dair pek çok film çekilmiş olmakla birlikte jagten, bu filmler içerisinde ele alacağımız birçok yönüyle muadilleri arasından sıyrılmayı başarabiliyor. filmin psikolojik yapısına uygun renkler seçen vintenberg, soğuk ve kasvetli danimarka kışını arka fona alarak bıçak sırtı bir konuyu, riski üstlenerek tacizle suçlanan sanığın gözünden aktarıyor. kitle psikolojisine ve önyargılarına odaklanmamızı isteyen yönetmen, hikayeyi baştan itibaren sanık durumundaki öğretmenin masum olduğu bilgisiyle aktarırken bu tercihiyle izleyicinin her iki tarafa da empati yapabilmesini kolaylaştırıyor.

    izleyiciye sık sık “ben olsam ne yapardım?” sorusunu sordurtan, dramatik yapısıyla duygu yoğunluğunu üst düzeye yükselten, yaşanan trajedinin içine izleyiciyi de hissettirdiği tüm duygularla sokabilen sert ve rahatsız edici film. özellikle ifade ve duyguları yansıtabilmek için yüzlere yapılan yakın plan çekimler, afişinde yer verilen bakışlara yansıyan masumiyetin ürperttiği ve gerilimin üst düzeye çıktığı kilise sahnesi, marketteki inanılmaz muamele ve köpeğin gömülme sahneleri ile finalindeki yerinizden sıçratan, sonrasında donduran sekans, filmin iz bırakan unutulmaz bölümleri olarak hafızanıza kazınıyor.

    film, 6-7 kişilik orta yaşlı arkadaş grubunun kış günü girdikleri gölde buz gibi suyun içinde şakalaşmaları ile başlıyor. şen şakrak eğlenen bu ekibin içinde sevilen ve saygın bir yere sahip olan lukas, yakın zamanda boşanmıştır ve eski karısıyla oğlunun velayeti konusunda tartışmaları devam etmektedir. işinden de ayrılan lukas, kasabasındaki ana sınıfına öğretmen olarak başlamış, çalıştığı yerde tanıştığı kız arkadaşıyla kendisine yeni bir hayat kurma aşamasındadır. işini severek ve iyi yaptığı için öğrencileri tarafından da çok sevilmektedir.

    henüz beş yaşındaki klara da farklı duygularla yaklaştığı öğretmenine çocukça bir aşkla bağlıdır. klara’nın ailesinde de zaman zaman özellikle klara’nın kreşe kimin götürüp getireceği konusunda kavgalar edilebilmektedir. bu huzursuzluktan ve ilgi eksikliğinden etkilenen klara’ya göre babası poposuna tekmeyi yemeyi hak ederken, evde bir de ergen yaşlarda ağabeyi vardır ve tüm sorumsuzluğuyla arkadaşıyla gülüşerek baktıkları tabletteki pornografik bir görseli uygunsuz cümleler kurarak kız kardeşine gösterebilecek yapıda biridir.

    lukas bir gün okuldan dönerken, annesini kaybetmiş halde marketin önünde dikilen klara ile karşılaşır. onu eve götürürken hakkında daha özel bilgiler edinmek isteyen küçük kızın ayrıntılı sorularını cevaplamak zorunda kalır. birkaç kez daha öğretmeniyle okula gidip gelen klara, sonuncusunda babasından görmediği ilgiyi fazlasıyla gördüğü öğretmeninin elini tutarak yürür.

    lucas yine bir gün erkek öğrencilerle minderlerin üstünde boğuşarak oyunlar oynarken, oyun gereği bir ara ölü taklidi yaparak “beni kim uyandırır?” diye sorduğunda o esnada kapıda büyük bir beğeni ifadesiyle onları izlemekte olan klara, gidip öğretmenin dudaklarından öpüverir. bu arada klara, boncuklardan yaptığı kalp şeklindeki oyuncağı güzelce bir zarfın içine koyup üzerine ismini yazarak gizlice öğretmenin askıdaki ceketinin cebine koymuştur. oyun sonrası klara ile baş başa kalan öğretmen zarfı göstererek “bunu başka bir arkadaşına vermelisin.” dediğinde klara, üzerinde ismi yazmasına rağmen inkar eder ve “sana biri şaka yapmış olmalı.” der. lucas, bunu annene veya sevdiğin bir arkadaşına vermelisin dedikten sonra dudaktan öpmenin de sadece anne ve baba için olduğunu ekler. klara’nın gözlerinde derin bir hayal kırıklığı, yüzünde ise bunu belli etmek istemeyen bir ifade oluşmuştur…

    akşam okul bitiminde herkes gittiği halde hafif karanlık odada sessizce oturmakta olan klara’ya okul müdiresi, gününün nasıl geçtiğini sorduğunda, klara duygusuz yüz ifadesi ve tüm soğukluğuyla “lukas’tan nefret ediyorum!” der.
    “neden ki, çok iyi anlaşıyordunuz?” diyerek şaşkınlığını belirten müdireye cevabı daha sert olur klara’nın:
    “aptalın biri o. hem çok çirkin hem de pipisi var.”
    bu sözlerin şaşkınlığını belirtmekten kaçındığı için gülerek karşılayan müdire “tüm erkeklerde olduğu gibi. babanda ve ağabeyinde de var.” deyince klara’nın cevabı çok ciddi ve ne dediğini bilen bir havadadır:
    “evet ama onunki şu şekilde…” diyerek ağabeyinin pornografik fotoğrafı gösterirken kullandığı cümlenin aynısını kurar.

    müdire şok olmuş şekilde ne dediğini anlamak istediğinde klara aynı kararlılıkla “bu doğru!” diyerek burnunu çeker. ayrıca lucas’ın kendisine kalp hediye ettiğini ama kabul etmediğini söyleyerek lucas’ın almadığı kalbi masanın üzerine atar.
    müdire’nin suratının aldığı şekilden amacına ulaştığını anlayan klara, yine burnunu çekerek çocuk karakterine bürünür: ‘’noel baba gelecek mi?’…

    bu arada oğlu markus kendisi ile birlikte kalmaya karar verdiği için oldukça mutlu olan lucas, öğretmen arkadaşı nadja ile de ilişkiyi geliştirmekte, hayatını yeniden istediği doğrultuda şekillendirmektedir. büyük facia öncesi sahnelerde arkadaşlarıyla hafta sonları geyik avına çıktığına, şarkılı türkülü içki sofralarında sabahlara kadar eğlenmelerine, çocukluklarından beri çok iyi dost olduğu, evlerine teklifsiz girip çıkabildiği klara’nın babası theo ile sıkı muhabbetlerine şahit oluruz.

    lucas, hayatını cehenneme çevirecek haberi müdireden alacak, ismini ve cinsiyetini belirtmek istemediği hayal gücü yüksek bir öğrencisinin, ona özel yerlerini gösterdiğini iddia ettiğini öğrenecektir. hiçbir detay vermeyen müdire, birkaç gün içinde daha fazlasını öğrenebileceklerini söylerken böyle bir şeyin nasıl olabileceğini anlayamayan şok içindeki lucas, o günü çocukların arasında ama işine odaklanamadan boş gözlerle etrafa bakarak geçirecektir.

    bu arada müdire, psikolog bir arkadaşından yardım alarak odaya çağırdıkları klara’dan detaylı bilgi almak ister. söylediklerini reddederek başlayan klara, “her şeyi uydurdun mu?” sorusuna “hayır.” cevabını verir. ‘gördüğün lukas’ın pipisi miydi?’ sorusuna kafasını olumsuzlayarak cevap verince psikolog yönlendirici sorulara başlar:
    “lukas sana pipisini burada mı gösterdi?” sorusuna gelen cevap bu kez olumludur. klara burnunu yine çekmiştir. son sorular da yönlendiricidir ve müdire’nin kusmasına neden olacak kadar gördüğü şeyin özelliklerini detaylandıran ve sadece kafasını sallayarak cevap vermesi istenen sorulardır. bu sorgulama klara’nın işini kolaylaştıran niteliktedir.
    psikolog, şöyle oldu mu, böyle oldu mu türündeki sorularına aldığı ve alamadığı cevaplardan kafasında belli bir gerçeklik zeminine oturttuğu olayın polislik bir mesele olduğunu ve ailelerin haberdar edilmesi gerektiğini söyler. müdire de klara’nın hayal gücünün geniş olduğunu fakat ona inandığını belirtir. lukas eve gönderilir, aileler okula çağırılır.

    klara’nın annesine “çocukların bu tür konularda yalan söyleyeceklerine inanmıyorum.” ön cümlesiyle başlayan, “utandığı için kesinlikle inkâr edeceği fakat cinsel tacize uğramış göründüğü’ ifadesiyle devam eden bir bilgilendirme yapılır. diğer veliler de, birkaç kurban daha olabileceği, dikkatli olmaları ve altını ıslatma, kâbus görme, baş ağrısı gibi belirtileri gözlemlemeleri gerektiği cümlesi eklenerek bilgilendirilir.

    gece yarısı lukas’ı arayan oğlu, kreşte iğrenç şeyler yaptığına dair söylentiler olduğunu, artık onu aramasının ve yanına taşınmasının yasak olduğunu söyler. müdire onları da bilgilendirmiştir.

    kız arkadaşına olanları anlatan lukas, ertesi sabah hızla kreşe gider müdire ile konuşabilmek için fakat görüşmek istemeyen müdire, anlamsız şekilde odadan çıkar ve koşarak uzaklaşmak ister. peşinden giden lukas’a, iğrenç olduğunu, midesini bulandırdığını, kendisine yaklaşmamasını, etrafta bulunmasının çok yanlış olduğunu haykırır. lucas’ın, eski eşini aramasının oğlunu görememesine neden olacağını, asıl yanlışın bu olduğunu söylemesi kadını zerre kadar duraklatmaz:
    “ben çocukları düşünüyorum. onlar asla yalan söylemez. çocuklarımı rahat bırak, sen hastasın. klara minicik masum bir kız…”
    lukas, söz konusu öğrencinin klara olduğunu bu vesile ile öğrenmiştir.
    “o benim en yakın arkadaşımın kızı nasıl böyle bir şey olabilir?” gibi cümlelerle şaşkınlığını atamazken oradaki velilerden biri olan iri yarı av arkadaşı tarafından palas pandıras okulun bahçesinden dışarı atılan lukas, klara’nın babası theo ile görüşmek üzere evlerine gider. klara ile konuşması gerektiğini, kendisine hiçbir şeyin anlatılmadığını, olayın saçma boyutlara ulaştığını söyler. theo, arkadaşına inanmak isteyen fakat şüphe dolu gözlerle bakarken:
    “minik bebeğimi çok iyi tanırım lukas, o yalan söylemez; hiç söylemedi. hem neden yalan söylesin ki?”
    dediğinde lukas, arkadaşının da olayın doğruluğuna, anlamaya dahi çalışmayacak kadar inandığını görmenin hayal kırıklığıyla:
    “bilmiyorum ama bu kez yalan söylüyor. bana inanıyor musun, inanmıyor musun?” sorusunu sorduğu theo’nun da durumu çok zordur. en sevdiği arkadaşıyla kızı arasında kalmış, “bilemiyorum lukas.” derken ağlamaktadır.

    odaya giren anne de sinir krizi geçirmişçesine çok kaba davranarak aile dostlarını evden kovar. karısının hakaret ve küfürleriyle coşan baba da kapıdan çıkmak üzere olan lucas’ı tehdit ederek hırpalar.
    bütün bu olaylara şahit olan klara, ortam sakinleşince annesinin kucağına oturarak:
    “o hiç bir şey yapmadı. aptalca bir şey söyledim hepsi bu. tüm çocuklar bunu konuşuyor fakat hiçbir şey olmadı ki.” der.
    bunları burnunu hiç çekmeden söylemiştir. kızının asla yalan söylemeyeceğine iman etmiş olan anne “beynin kabul etmek istemiyor çünkü hatırlamak hoş değildir.” diyerek karşılar, işlerin istemediği noktalara gittiğini gören çocuğunun itirafını.
    olayı köpürtmeye devam eden okul yönetimi toplanarak lucas’ın kız arkadaşına olayı polise bildirdiklerini, ailelerin çocuklarında cinsel istismar belirtileri olan kâbus görme gibi durumlara şahitlik ettiklerini, lukas’ın, klara ile okula gelip giderken görüldüğünü, çocuklarla tuvalette ve oyun odasında yalnız kaldığının söylendiğini anlatarak onun lukas’la ilişkisini bitirmesini sağlarlar.

    bu arada klara, lukas’ın köpeği fanny’i gezdirme talebiyle eve gelir. aralarında geçen diyalog lukas için çok önemlidir. annesinden izin almadan dışarı çıkmaması gerektiğini söyleyen lukas’a:
    “bana zarar verdiğini söylüyorlar.” şeklinde cevap veren klara,
    “sen de öyle mi düşünüyorsun?” sorusuna:
    “bilmiyorum, hatırlamıyorum.” cevabını verir.
    lukas: “ne yaptım ben sana tatlım?” diye sorduğunda klara için gerçeklik ve hayal dünyası birbirine karışmıştır.
    “artık hatırlamıyorum, diğerlerini de…” deyince
    “diğerleri derken klara, onlar kim?” diye elini uzattığında hafifçe uzaklaşan kız:
    “bilmiyorum, korkuyorum!” der…
    verdiği cevaplarla kafasının iyice karışmış olduğu belli olan klara’nın son cümlesi başka biri veya birileri tarafından gerçekten taciz edilmiş olabileceğine işaret etmesi bakımından ciddiye alınması gerekirken filmde sadece soru işareti yaratılıp geçiliyor. korumak adına konudan uzak tutulmaya çalışılan klara’nın yaşadıkları profesyonel kurumlar eliyle çözümlenebilecekken toplum, önüne atılan ‘’av’’ı sorgusuz sualsiz şehevi bir hazla parçalamakla meşgul oluyor.

    lukas ise hayatını perişan eden bir yalanın büyüklerin katkılarıyla korkunç bir iftiraya dönüşmesiyle hiçbir şekilde masumiyetini izah edememektedir. sosyal bir linçe tabi tutulduğu için derdini kimseye anlatamadığından ağır bir psikolojik baskı altında olan lukas, işinden atılmış, kız arkadaşı tarafından terk edilmiş, oğluyla birlikte yaşama planları suya düşmüşken oğlu markus’un ziyaretiyle biraz olsun moral bulur. fakat hakkındaki iddialar genişlerken, diğer çocuklara da dokunduğu suçlamasına maruz kalmaktadır. markette alışveriş yapan oğlu, marketten kovulmakta, linç oğlunu da kapsayacak boyuta yükselmektedir.

    ve nihayet tutuklanmasıyla, güvensizlikle lanetlenen, kafalarda mahkum edilen ve toplumca infaz edilen lukas’ın hayatı tamamen kontrolünden çıkar.
    babasına şeksiz şüphesiz inanan ve klara’yı sorgulamak isteyince babasının arkadaşları tarafından dövülen markus, aynı zamanda vaftiz babası olan ve babasına tek inanan arkadaşının evine gider. babasına ne olacağını sorduğu vaftiz babası, tutuklanabileceğini, bütün çocukların aynı hikâyeyi anlattığını ve lukas’ın duvar kağıdı ve kanepenin rengine kadar bodrum katını tarif ettiğini belirtir. şaşıran markus’un cevabı nettir:
    “ama babamın evinde bodrum katı yok ki’’

    kasabada yaşanmakta olan akıl tutulmasının seyirciye de sirayet etmeye başlayacağı anda patlayan bodrum katı iddiası rahat nefes aldırıyor. aynı duygular ‘’tehlikeli fısıltı’’da da benzer gerilimle yaşatılıyor izleyiciye. konuyu jagten’deki gibi iftiraya uğrayan öğretmenlerin gözünden aktaran tehlikeli fısıltı’da iftiracı kızın olanları izlediğini söylediği kapıda anahtar deliğinin olmaması jagten’de olmayan bodrum katı hikâyesi şeklinde kullanılmış. ana mantığı ve mesajları aynı olan iki filmde de uğranılan iftira, atılan çamur, bulaşan leke ve bundan kurtulamamanın yarattığı çaresizlik, insanların ön yargıları ve sabit fikirleri, çocuğa olan sınırsız güven ve bundan zarar gören insanların mahvolan hayatları benzer çarpıcılıkta başarıyla aktarılmış.

    kötü niyetli insanların istismarına açık bir alan yaratan “kadın böyle bir konuda namusunu ortaya koyarak iftira atmaz.” şablonu hukuk sistemimizde halen geçerli yaklaşım iken bu şablon filmlerde “çocuklar asla yalan söylemez!” şekline dönüşüyor. oysa çocuklar sıklıkla gerçekte var olmayan şeyleri uydurmaktan çekinmezler. büyüklerin dünyasında olan biten şeylerin gayet farkındadırlar ve onların, çocukların hiçbir şey bilmedikleri zannından sonuna kadar yararlanarak ustaca yalan söyleyebilirler. bunu en iyi bilmesi gereken eğitimcilerin felakete giden fitili ateşlemelerinin olayın en acıtıcı yanı olan filmde lukas, delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştır fakat sosyal linçin fiili linçe dönüşme ihtimali baş göstermiştir. çocukların yalan beyanları net olarak ortaya serilmiş olmasına rağmen kitle psikolojisiyle hareket eden sürünün ikna olmaya niyeti yoktur. evine attıkları kocaman taşla camlarını kırmış, çok sevdiği köpeği fanny’i öldürüp kapısının önüne atmışlardır. öğretmen, satış yapmayı reddeden marketin personeli tarafından da çok ciddi şekilde dövülmüştür.

    aylardır yaşadığı travmatik olayların psikolojisinde yarattığı tahribat, noel gecesi kilisede çocuklar korosu şarkı söylediği esnada uzun uzun ve acı acı baktığı theo’nun, karısıyla kendisine bakarak fısıldaştıklarını görünce patlamaya dönüşür. arkadaşını yumruklarken bir yandan da “rahat bırakın artık, huzur verin insana!” diyerek isyanını dile getirmektedir.

    yediği yumruklar ve lukas’ın gözlerinde gördüğü masumiyetle kafası karışan theo, o gece kızının uykusunda sayıklarken söylediği “böyle olmasını istememiştim lucas.” cümlesiyle iyice dağılır. klara’nın uyandığında da “ben bazı aptalca şeyler söyledim. o hiçbir şey yapmadı.” sözleri babasının gözlerini parlatmıştır. (olaylar çığırından çıktıktan sonraki hiçbir sahnede klara’nın burnunu çektiğini görmüyoruz.)

    bir yıl sonra uyarısıyla devam eden filmde sonraki bölümlerde lukas’ın masumiyetinin ispatlanması veya linç psikolojisinin artarak devam etmesi seçeneklerinin özünde birbirinden farkı olmasa gerek. tacizci lekesi onun yakasını bir ömür bırakmayacağı gibi o çevrede yaşadığı sürece insanların bakışlarında yakalayacağı en küçük bir “acaba” düşüncesi, asla hiçbir şey yaşanmamış gibi devam edemeyecek olmanın eğretiliğini hissettirecek. belki bakışlar, belki toplu bir av partisi sırasında suratını yalayarak geçip yanındaki ağaca saplanan bir kurşun, aslında hiçbir şeyin silinmediğini hatırlatacak, içinde bir yumruk gibi çakılı kalan ukde sonuna kadar kendisiyle yaşayacak.

    ya da masumiyeti bir şekilde kabullenilirse kendisine tüm bunları yaşatanları affedebilecek midir? hissettirilen duyguları sıfırlamak kolay olacak mıdır? akıl tutulması yaşanırken klara’nın, öncesinde yaptıklarını ve hangi sâiklerle hareket ettiğini, çocuğun geleceğini etkilememek adına asla açıklamayan bu yüzden de kendisini savunamayan lukas, acaba hala eğitimci duyarlılığı ile devam edebilecek, toplumsal baskının kendisini ezmesine izin vermeyerek kızın psikolojisine odaklanıp ihtiyacı olduğu bir anda onu kucağına almaya cesaret edebilecek midir?

    sürü psikolojisine sahip kitlelerin olay hakkında kesinlik içeren hiçbir malumatı olmasa bile genelin düşüncesi doğrultusunda hareket etmesi hatta bu düşüncenin silahşorluğuna soyunması, yönetmen tarafından, marketteki kasap ve diğer çalışanlar ile köpeği öldürenler üzerinden çok iyi ifade edilmiş. beş yaşında bir çocuğun ortaya attığı kırık dökük birkaç cümleden yola çıkan, kendilerini ahlakın baş temsilcisi ilan eden bir toplum, verdikleri kesin taciz hükmüyle vicdanı, sağduyuyu ve adalet ilkelerini yerle bir ettiler. ancak sürü psikolojisi ve korkunç bir ön yargıyla bir insanın hayatına tecavüz etmeleri, onları tacizcinin yaptığı iğrençlikten hiçbir zaman daha ahlaklı kılmayacaktır.

    ıssız ormanın muhteşem görselliğinde her şeyden habersiz otlanan, dürbünlü tüfekten çıkan kurşunun, ateşlenme sesine tepki vermeye fırsat bulamadan, kalbine saplanıvermesiyle yaşamı son bulan geyiğin ve o tetiğe basan parmakların sahibi olan lukas’ın oluşturduğu kompozisyonda av olan geyiğin yerini sosyal hayatında bir iftira kurşununa hedef olan lukas alıyor. yalnız, avcı iken av haline gelen lukas’ın geyikten tek bir farkı olacak. geyik, yediği kurşunla o anda hayatını kaybederken lukas, aldığı darbeyi ömrünün sonuna kadar iyileşmeyen bir yara olarak yaşamak zorunda kalacak.
149 entry daha
hesabın var mı? giriş yap