• ufacık bir gülümseme için yıllarca beklenir... verilen küçük bir mektubun kırk yıl aynı heyecanı sürer... pencere önünde günlerce ihtimal olmasa dahi beklenir... bir an' ın yıllarca hevesle ve aynı heyecanla hatırlanması... kıymetli olmak... saygı, sevgi... eskiden kadının peşinde koşulurdu. kadınlar şimdi adam peşinde koşuyor...

    halime şükrediyorum...
  • toplam altı ayakkabı kutusundalar. ben taşınıyorum, onlar da benimle geliyorlar.

    ben taşıyorum, onlar da geliyorlar.

    taşıyorum.

    geliyorlar..
  • hemen arkasından deliler başlardı, küçüktük o zamanlar... sırf arkasından deliler başladığı için severdim. şimdi daha anlamlı ve değerli tabii, "eski" lafının bi anlamı var artık çünkü.
  • gelin size bugün eski istanbul' da aşk nasıl olurdu onu anlatayım.

    başka şehirleri bilmem ama eski istanbul' da aşk başkaydı. altmışlı yetmişli yıllarda istanbul aşıkları dillere destan bir fedakarlık gösterirdi.

    bir yakadan bir yakaya aşkını görmek için en azından, seyrek gelen otobüs, sonra vapur ya da motor ve gene yolcu gelsin de kalksın diye beklediğin bir dolmuşla sınandığın bir arenaydı bu kent.

    telefon yok, kıza kolayca yanaşmak hiç yok. zaten mahallenin hemen hemen tüm kadınları çalışmıyor.
    evlerinde bütün gün camdan cama muhabbetteler. kızın sokağından iki kere geçemezsin dikkat çeker. mahallelinin gözleri dürbünleşir, kulakları tilki kulağı gibi uzar.

    kıza gidip eline zarf içinde bir mektup sıkıştırabilen genç kendini şanslı bulur.
    kız, arkadaşlarıyla göğsüne bastırıdığı ya da koltuğunun altındaki kitaplarıyla giderken delikanlı kıza yaklaşır.
    elindeki zarfı titreye titreye kıza uzatır
    - bu sizden düştü galiba.
    der.
    zarfı kızın şaşkın bakışları altında, bir yandan kikir kikir gülen arkadaşlarının yanında eline tutuşturur.
    hızlı bir şekilde arkasına bakmadan gider.

    kızın suratı kıpkırmızı, gülen arkadaşlarına mı kızsın, yoksa o da gülsün mü kararsız bir şekilde zarfı açar. içindekini okur.
    kağıtta yazanları aktarmama gerek yok.

    hanımefendi.
    sizi görür görmez aşık oldum
    la başlayan üç aşağı beş yukarı hep aynı ifadeler çünkü.
    sözün kısası kız oğlanın teklifini kabul ederse denilen randevu yerine gider ilişki başlar.
    etmezse genç randevu verdiği yerde bekler bekler durur, artık ne halde geri döner onu yaşayan erkekler bilir ben bilmem.
    telefon yok dedim ya, ezkaza kızın evinde telefon varsa ankesörlü telefondan numaraları çevirebilmek için çevir sesinin gelmesini, en az otuz dakika, hatta bir saat beklemek gerekir.
    randevu saatini kaçırdım haber vereyim diye bir lüksünüz yok. geç kalma lüksünüz hiç yok.
    geç kaldınız kız geldi baktı ki siz yoksunuz ya işteee, o kızı unutun daha da yüzünüze bakmaz.
    siz kızı beklediniz gelemedi, erkek kısmı mutlaka ertesi gün aynı yer aynı saatte gider bekler.
    zaten mektupta da yazar delikanlı .

    salı günü saat 12.00 de filan fişmekan yerde sizi bekleyeceğim, eğer olur da gelemezseniz ertesi gün aynı yer aynı saatte gene gelirim diye.

    erkek ya da kız şanslısıysa sevgilisini kendi oturduğu yakadan bulur, buluşup konuşmak daha kolay olurdu.

    yaz günleri fenerbahçe, florya, bostancı plajları gençler için sevdikleriyle en kolay buluşma yerleriydi.
    küçükçekmece, hisar, bakırköy ve emirgan' da denize girilir en ucuz şekliyle sevgiliyle buluşma imkanı olurdu.
    gençler cihangir' de cennet bahçesi' inde, emirgan parkı' nda yıldız korusu' nda , o meşhur ağacın altında gizli gizli öpüşmeler yaşar,
    istanbul' un meşhur anadolu hisarı' na yakın ormanın içinde sevda tepesi' ne sevda tepesi' ne gider çay bahçesinde çay içilir orada dolaşan falcı esmeray' a büyük heyecanla fal baktırılır. esmeray' da elindeki parlak çakıl taşlarıyla gençlere fal bakar. bazılarına siz evleneceksiniz, bazılarına da sevgilin seni seviyor kıymetini bil derdi.

    kadıköy' de, çemberlitaş' ta, taksim' de muhallebiciler sevgililerin gizli gizli buluşma yerleriydi.
    sevgiliye bir şişe uludağ gazozu, bir kase sütlaç ısmarlanır, o bile öğrenci bütçesini alt üst ederdi.
    harçlığı biraz daha yüksek olanlar, sevgilerini pastaneye götürür bir pasta ve limonata ısmarlardı.
    pasta ısmarladı ya, gencin kızın karşısında oturuş halini görseniz dudağınız uçuklar. arkadaş sanki kızı özel jetiyle paris'e götürmüş chanze elysee' de yemek yedirip şarap içiriyor gibi kurum kurum kurumlanırdı.
    oysa yenilen baton bir pastadan kesilmiş bir dilim, yanında bir bardak limonata.
    ama o limonatanın tadı bambaşka o ayrı.
    nerede şimdiki gibi envaii çeşit pasta, tatlı?
    hoş belki de o zamanda da vardı da, öğrenci tayfasının onları bilebilecek, bilse de yiyebilecek parası yoktu.
    muhallebicilerde gizli gizli eller tutulur, o kısacık el tutma anında bile dünya dururdu.
    aşklar alabildiğine masum, kızların çok büyük çoğunluğu elele tutuşmaktan bile çekinen utangaç tiplerdi.

    gençlerin biraz daha cesurları okulu kırar gündüz matinesine sinemaya gider, karanlıkta gizli gizli öpüşmeyi büyük kar sayarlardı.
    çok daha cesurları rumeli hisarı gibi gizli kuytu tenha yerleri çok olan yerlere gider, denize karşı öpüşürler ondan sonra da öpüştük (sahiden öpüşmek diyorum. başka bir şey yok.) hamile kaldım mı korkusu yaşarlardı.

    erkekler mi tuhaftı, kızlar mı garipti bilemedim? neden bilmem kızlarda genellikle ve özellikle ilk erkek arkadaşlarıyla evlenirdi?

    ama evlerinin yüzde doksanbeşinin telefonsuz, hatta kızın evine mektup yazmanın, telgraf çekmenin mangal kadar yürek istediği, cep telefonunun olmadığı, internetsiz bir çağda istanbul gibi büyük bir şehirde aşık olup flörtöz bir ilişki yaşamak destan yazmaktı...
  • insanın her daim içinde bir parça kalan aşklardır. en alakasız bir günde en alakasız yerde bir ses, bir şarkı aklına getiriverir insanın, yitirdiğimiz ya da hiç elde edemeden kaybettiğimiz insanları. süper baba'daki melodiyi dinlerken aklıma geldi bütün bunlar. hakikaten eski aşklar rüyalarda yaşıyorlar. insan o gün ne yemiştir, ne içmiştir, ne yaşamıştır ki tam aklından çıktığını düşündüğü zaman tekrar rüyada görmüştür. zaman zaman insan bu sebeple rüyalardan uyanmak istemiyor, belki biraz daha kanmak istiyor eski aşkına. parçalanmışlıkların içinde bir bütün yakalamaya çalışılan rüyalarda uyanınca her şey yine tuz buz oluyor. eski aşklar hiçbir zaman unutulmuyor. ahmet altan'ın da dediği gibi "gercek ask kilic yarasi gibidir, yara kapanir ama izi kalir."

    (bkz: eski aşklar rüyalarda yaşar)
  • böyle değildi sevmek; eski dönemlerde bir muhallebicide utana sıkıla içilen çayların, sizle başlayan konuşmaların, gözlerinin içine bakamamanın adıydı sevda…şimdi ne o güzel sevdalara şahitlik eden muhallebiciler, ne de utana sıkıla konuşan insanlar kaldı. yitirdik güzellikleri, bize bereketsiz şeyler kaldı.
  • dedem şu an 96 yaşında ve yatlak oldu, kalça kemiğini kırdığı için. annem bakıyor ona babamın babası ben de birkaç günlüğüne ziyaretine gittim. adama bunama teşhisi de koyulmuş bizi bir tanıyor bir tanımıyor. aklından çıkmayan tek isim ise karısı ayş’si. böyle ismine türküler söylüyor ne dediği bazen anlaşılmıyor ama ayşeeeeem adı bir aş gibi, memeleri taş gibi soyun da gel yanıma .....çoğunlukla da belden aşağı dizeler. bir bakıyorsun ağlamaya başlıyor, ayşeeeem nerdesin niye gelmiyorsun? o vakit gözlerim doluyor çok üzülüyorum . ayşe ‘ nin de pek o kadar umrunda değil. sağlıklı olduğu zamanlarda da dedeme giydirip kızarken dedem ona;
    sen ne dersen de ben sana hiiç kızmam ayşem dermiş. zaten güleç, mutlu bir adam yaşnız böyle zihni havalara uçunca acayip fantazileri olduğunu anladık. adam durup durup ayşe’min şuyu buyu diyor gülüyoruz bazen de babamınnyanında olmuyor yani bi mahcup oluyoruz. gel de kirli topuklarından seveyim, senin kızlığını bozdum sayemde kadın oldun gibi abuk subuk da oluyor. duygusal da oluyor. bazen bizi ayşe sanıyor annemi ya da beni yanına çağırıyor uzuyorum o anlarda gözüne görünmüyorum. bu adamın sevgisi elli senedir değişmedi şimdi kafa uçtu diye değil . biz çocullen de ayşe türküleri söylerdi hal aynı. babama dedim geçenlerde bu ayşe hanımdan teknik alsak işe yarar mı ola? babam ise mesele dedende dedi ayşe’de değil.
  • bakın bu çok ilginç !! yeğenimi okula bırakmak için sabah 6. 30 da falan yola çıktım. yoğun trafikte beklerken kaldırımda yürüyen 19-20 yaşlarında bir kız sabahın köründe bluetooth kulaklık takmış ve telefonda karşıdaki erkeğe hesap soruyor. ama öyle böyle bir hesap sorma değil. bluetooth kulaklık taktığına göre sanırsam baya baya konuşacak. nedeni çocuğun mesajını görüp geç cevap yazması. yememiş içmemiş sabahın 6 sında hesap soruyor.
    oysa benim o yaşlardaki zamanımda aşklar böyle değildi. bir kere cep telefonu yoktu. ev telefonu vardı. o da odanın en güzel köşesinde üzerinde dantel ile kenarda dururdu. bir arkadaşa telefon etmek istesek babamızın annemizin ninemizin arasında telefon etmek veya konuşmak zorunda kalırdık. öyle sevgiliyi arayıp herkesin ortasında konuşmak diye bir şey yoktu. hoşlandığım bir kız vardı bir kaç apartman ötemizde otururdu. farklı okullarda ben sabahçı o öğlenci olduğundan görüşemezdik. bol bol mektuplaşırdık. önce mektubu yazardım. sonra balkona çıkar saatlerce beklerdim. kız balkona çıkacakta beni görecek de ben yazdığımı işaret edeceğim de vay babam vay. kafadan 1 gün öyle giderdi. sonra kıza işaret ile mektup yazdığımı bildirdikten sonra kızın kapısının önüne gider bir kaç saat de öyle beklerdim. apartman kapısı açıldığında içeri gizlice iner elektrik sayacının veya posta kutusunun arkasına gizlice mektubu atar dönerdim. 1 gün de böyle gitti.etti 2 gün. sonra kızın mektubu alması, yazması, balkona çıkıp yazdım demesi, benim fırsatını bulup bunu almam 1 gün daha sürerdi alın size 3 gün. ama 0 3 gün hayatımın en güzel günleri olurdu. ''acaba okudu mu ?'' ''acaba o ne yazdı'' diye beklemek hoş bir duyguydu. şimdiki aşıklar 1 dakika bekleyemiyor. oğlum biz 3 gün beklerdik. ha ''telefon denen bir şey var'' diyenler.
    dediğim gibi her evde bir telefon vardı ama oturma odasında dururdu.
    kıza telefon açtığında kız oturma odasında babasının annesinin abisinin yanında telefonu açmak zorunda. mesela kızın annesi bakkala ekmek almaya gittiğinde bana ara işareti yapardı. telefona koşardım. o zamanlar telefon çevirmeli telefondu. o hız ile çevirmeli telefona tuşu çevirmeye başladığımda 10 saniye o çevirmenin bitmesini beklemek zorundasınız. 1 numara çevir 5 saniye bekle 1 numara çevir 5 saniye bekle. tam bitecekken arada numarayı unut 3 saniye geçsin hat bozuk çalıyor tekrar istiyor. haydaaa !! tekrar kalp hızlı hızlı atarken çevir. 5 saniye bekle. çevir 5 saniye bekle. opss !! düşmedi. tekrar devam et.. arada elin ayağın heyecandan tutmasın.. ohhh en sonunda numarayı düşür telefon çalsın ve o ne !! telefondaki ses kızın annesi. ben bunları çevirene kadar kadın aşağıdaki fırından ekmeği almış gelmiş bile.
    hey yavrum hey !!
    ama şimdiki dürrükler 5 saniye geç cevap için karşıdakine sabahın köründe yarım saat hesap soruyor.
    aşk beklemektir. sevdiği kadını yıllarca bekleyen mecnun un hikayesini sevdiği kişiye gönderen tırrekler 5 saniye bekleyemiyor.
    asıl zoruma giden bu zamanları yaşamış orta yaş üzeri kadınlar ile sevgili olduğunda bile aynı davranışı görüyorsun. hadi gençleri anladım. ya !! siz bari yapmayın.
    dediğim gibi, günde en az 100 defa ''aşkuumm aşkğğğuumm'' diyenler 3 gün beklesinler bakalım ne oluyor !!
  • "aralıkta bırakılan kapılar
    soğumaya terk edilmiş fırınlar
    hep yanan alevler arasında

    ancak ayvatüylerine dokunabilmiş bir şamar
    uzağı düşe çeviren bir esrime
    sair ve daim

    kapatılmamış kara defter
    'bir kararda durmayalım
    gel gidelim dosta gönül'

    sonlanmamış bir kelime bir türlü
    cümlesi cümleye varamamış
    söz vaatleri verdim ahına

    bıraktığım yolculuklar
    gelecek vaadi tüm sevgiler
    aşklar, kadınlar, şarap

    açtıkça aralanan kapıları
    dünleniyor günlerim
    yaşlanmış eski aşklarım..."
  • eski aşklar bana daha samimi, içten, doğrudan geliyor.

    şimdiki nesil değişik değişik kahvecilerde buluşuyor.

    eski nesil kuru pilavcıda buluşur kuru fasulye yerdi.

    tabi ki çıkışta malum olay tecelli ederdi.

    -ah kemal bey kusura bakmayın pırtladım

    -ne demek behiye hanım hissetmedim bile ne zarif pırtladınız.

    -ekikiiiiiiiii

    -bodolfffffff ah behiye hanım af buyurun kaçırdım.

    -ah kemal bey ne olacak haşmetinizi bütün istanbul duydu.

    işte bu ilişki yıkılmaz nasıl başlarsa öyle devam eder.
hesabın var mı? giriş yap