• olmasaymi$ belgesel kanallari acilamazmi$
  • mısır tarihi, neolitik çağ'dan perslerin ve makedonyalıların istilasına dek kesintisiz devam etmiştir. dış etkiler, istilalar ve yabancı akımlar, hiçbir zaman eski mısır uygarlığının özünü ve temel karakterini değiştirememiştir. bunun en önemli nedeni, mısır uygarlığının coğrafi ortama, nil vadisi'ne bağlı olmasıdır. uygarlık mısır'a dışarıdan getirilmemiş, nil vadisi'nde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. nil vadisi'ne özgü bu uygarlık, nil'den doğmuştur (afrikalıdır). onu güçlü kılan da bu olmuştur. tarihi boyunca mısır, bir ülkenin başına gelebilecek olan iç savaşlara, anarşiye, kıtlıklara, yabancı istilalara ve din kavgalarına sahne olmuş; ama, onların egemen olmasına izin vermemiştir. vadi'ye egemen olmak isteyen istilacıları toplum içine çekmiş, kendine benzetmeye çalışmış; uygarlığının gereklerine uymayanları ise dışlamıştır. herhalde bu dışlama ve çevresel koşullara uyamama, istilacıların giderek ülkeden ayrılmalarının başlıca nedeni olmuştur.

    nil'e baktığımızda doğal ortam olmasının yanı sıra o bölgede yaşayan insan topluluklarını etkiler, şekillendirir. 1830 yılından beri yapılan bir dizi baraj ve savak ile hızlı ulaşımın gelişmesi, nil vadisi'ndeki yaşamın bütünüyle değişmesine yol açmıştır. ama daha önce mısır, uzunluğu genişliğinin yaklaşık on katı ve sahraya özgü iklimi olan bir ırmak vahasıydı. mısır toplumunu etkileyen coğrafi öğe bu vaha oldu. bir vahanın oluşabilmesi ve gelişebilmesi, fiziksel ve insansal koşulların elverişli olmasına bağlıdır. bu iki uygun koşul aynı zamanda gerçekleşmezse, vaha kalıcılığını sürdüremez. sahraya özgü iklim koşullarındaysa, bu öğeler üçe çıkar; su, tarıma elverişli toprak ve insan gücü. toprak uygun olmazsa su, yalnızca bir gölcük oluşturur. su olmadan elverişli toprak çöle dönüşür. insan gücünün olmadığı yerde ise toprak ve su önemsizleşir. nil, bu mucizevi ırmak, mısır'a yalnızca suyu getirmekle kalmaz, etiyopya'nın yükseltilerinden söküp çıkardığı şiltleri de (mil) akdeniz kıyılarına dek taşır. yüzyıllar boyunca humusla karışarak biriken bu şiltler, afrika'nın en verimli topraklarını oluşturur. kalınlıkları genelde 10-12 m'dir, nil deltasında bu kalınlık 25-30 m'ye çıkar. eski mısırlıların ta-kemt (kara toprak) adını verdikleri bu verimli toprakların işlenmesi ise insana kalmıştır. (eski mısır haritası: görsel)

    dünyanın en uzun ırmağı olan nil, viktorya gölü dolayında ortaya çıkar. kuzeye doğru akar, uganda'yı ve sudan'ı geçer mısıra ulaşır, bir çin yelpazesi gibi açılarak geniş bir delta oluşturur ve akdeniz'e dökülür. uzunluğu 6695 km'dir. viktorya gölü'nden "viktorya nili," albert gölü'nden "albert nili" adıyla çıkar. batıdan bahrü'l gazal ve doğudan sobat ırmaklarıyla birleştikten sonra "beyaz nil" adını alır. hartum dolayında doğudan, etiyopya dağlarından gelen "mavi nil"in katılmasından sonra ise "nil" adıyla mısır'a ulaşır. nil üzerinde kuzeyden güneye numaralandırılmış altı çavlan -katarakt vardır. birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çavlanlar, sırayla, assuan, vadi halfa, amara ve napata yakınlarında; beşincisi napata ile meroe ve altmcısı meroe ile hartum arasında bulunur.

    orta afrika'daki büyük göllerden kaynağını alan bu ırmak, bütün yıl boyunca süren ekvatoral yağışlardan oluşan bir rejime sahiptir. ne var ki, ırmağın suyunun büyük bir bölümü sudan havzalarında emilir. nil'in kabarmasına, yatağından taşmasına yol açan, aslında mavi nil'in suyudur. bu ırmağın kaynağını ise, muson rüzgârlarının mayıs ayında etiyopya dağlarına çarpıp dağılmasıyla başlayan, günlerce ardı arası kesilmeyen sağanak yağışlar ve hazirandan eylüle dek süren yağmurlar oluşturur. yağmurlar sırasında beyaz nil'in suyu da gitgide kabarır. iki ırmağın hartum yöresinde birleşen suyu, aradaki uzaklık nedeniyle, mısıra temmuz ayına doğru ulaşır. temmuzdan ekime dek nil yükselir. yükseklik yukarı mısır'da (güney mısır; memfis'in güneyi; vadi) 13-14 m'yi, aşağı mısır'da (kuzey mısır; memfis'in kuzeyi; delta) 7-8 m'yi bulur. ekimden sonra nil, yavaş yavaş yatağına çekilir. taşkın sona ermiş, ekim mevsimi başlamıştır. bu nedenle mısırlılar, taşkını temel almışlar ve bir yılı akhet "taşkın" (haziran-ekim arası), peret ''ekim'' (ekim-şubat arası) ve ve shemu "hasat" (şubat-haziran) olmak üzere üç eşit mevsime bölmüşlerdir.

    mısır'da maksimum sıcaklık temmuz ve ağustos aylarında oluşur. oysa mısır, güneşin her şeyi yakıp kavurabileceği bu dönemde taşkın sularının koruması altındadır. eski mısırlılar için bu, nil'in, kutsal suyun yarattığı mucizeydi. bu nedenle onu tanrılaştırmış, adını hapi koymuşlar. abidos'daki ıı. ramses tapmağı'nın kumtaşından yapılmış bir kolonunun üzerindeki rölyefte hapi, yeşil sakallı, kadın göğüslü bir erkek olarak temsil edilir. başında papirüs demeti bir taç bulunur. elinde, üzerinde çeşitli besinler olan bir tepsi vardır. sarkık göğüsleri verimliliği belirtir. mısır mitolojisine göre hapi, göklerden gelir, yeraltı dünyasına girer. elefantin mağaralarında girdap oluşturur, yeryüzüne çıkar ve mısıra ulaşır. mısırlılar onun namına ilahiler bestelemişlerdir: "dalgalarla gelen hapi'yi görenler titreşirler. ama o güler; yeşerir çayırlar; göklerden iner tanrıların vergisi. tapınır insanlar, ferahlar yüreği ilahların." "selam sana hapi, çık yeraltından yeryüzüne, gel mısır'a hayat ver; gelişini koyu karanlığa gizleyen sen... susamış olan herkese hayat vermek için bahçelere yerleşen dalga..."

    mısır'ın iklimi, genelde, sahraya özgüdür. yalnızca delta'nın kıyı şeridinde akdeniz iklimi egemendir. yağış hemen hemen yok gibidir. iskenderiye'de 125 mm olan yıllık yağış, assuan'da 2.5 mm'ye düşer. yıllık ortalama sıcaklık iskenderiye'de 20.7°c ve assuan'da 25.8°c olur. kuzeyden esenler dışında, rüzgarlar kurudur. bununla birlikte bu kurak iklim her zaman mısır'a egemen olmamıştır. piramitler çağı'na dek (mö 2575) iklim oldukça nemliydi, günümüzün çölleri ağaçlı bozkırlardı.

    toplum tarafına gelindiğinde, on ya da yirmi binyıl önce sahra'nın gittikçe kuraklaşması ve çölleşmesi bu bölgede yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen göçebe toplulukları delta'ya ve nil vadisi'ne göç etmeye zorladı. vadi'de var olan halka katılan bu insanlar, zamanın akışı içerisinde çiftçilik yapmaya, sebze ve meyve yetiştirmeye ve hayvanları evcilleştirmeye başladılar. arpa ve buğday ektiler, koyunları ve uzun boynuzlu sığırları ehlileştirdiler. toplumsal ekonomileri bütünüyle değişen bu genelde göçebe topluluklar, zamanla yerleşik toplumlara dönüştü.

    ilk yerleşik toplumlar ve en eski neolitik kültürler mö 5000'i izleyen yıllarda delta bölgesinde ortaya çıkmıştır. dolayısıyla eski mısır toplumu temelde afrikalıdır. ama, antropolojik ve etnolojik araştırmalar, tarihsel döneme ilişkin rölyefler, freskolar, afrika'ya özgü bu toplumun hiçbir zaman katıksız bir ırktan oluşmadığını göstermektedir. örneğin, antropometrik özelliklerine göre, mısır'ın erken dönemlerinde iki tür insan yaşamıştır: uzun boylu, dar ve uzun kafalı (dolikosefal); orta boylu, geniş ve kısa kafalı (brakisefal). 19. hanedan dönemi'ne (mö 1307- 1196) ilişkin kral mezarlarının duvarlarındaki resimler, mısırlıların dört etnik grubun fiziksel özelliklerini bildiklerini yansıtmaktadır. freskolar da bu gruplar farklı renklerle betimlenmiştir: mısırlılar kızıl kahverengi, asyalılar ya da samiler sarı, ve güneyliler ya da zenciler kara tenli resimlendirilmiş; libyalılar, batılılar ya da kuzeyliler de sarışın, mavi gözlü ve sarı sakallı gösterilmiştir. ayrıca bu tipler, yüzlerinin belirgin nitelikleri ve kendilerine özgü giysileriyle betimlenmiştir.

    eski krallık döneminden (mö 2575-2134) sonra mısır halkının, samilerin ve nübyelilerin özelliklerini taşıyan açık tenli insanlardan oluştuğu görülmektedir. eski mısır'da yaşayan insan sayısının belirlenmesi ise hemen hemen mümkün değildir. grek ve latin kaynaklarına dayanılarak bu nüfusun yaklaşık yedi milyon olduğu tahmin edilmektedir.

    eski mısır'ın toplumsal yapısını oluşturan katmanlar da önemlerine göre şöyle sıralanabilir: firavun, kral ailesi, devlet görevlileri, silahlı kuvvetler, yazıcılar, sanatkarlar ve zanaatkarlar, köylüler, işçiler ve köleler. bu sınıfların yapısı, başlıca özellikleri ve etkinlikleri kısaca şöyle özetlenebilir. kralın, kaynağı tanrısal olan kapsamlı yetkileri vardı. dinsel, yargısal, askeri ve ülkenin yönetimiyle ilgili yetkiler yalnızca krala özgüydü. devlet başkanı, mısır topraklarının tek sahibi, silahlı kuvvetlerin başkomutanı, ulu rahip ve uyruklarının en yüksek yargı organı kraldı. gerçeği ve doğruyu söyleyen, toplum içinde tanrısal adaleti dağıtan ve hukuku yaratan doğrudan doğruya kralın kendisiydi. halkın gözünde kralın gücü o denli büyüktü ki, hiçbir kimse onun adını ağzına alamaz; ondan tanrı ya da firavun 'büyük evin efendisi' diye söz ederdi.

    kral ailesi yüce kraliçe, prensler ve prenseslerden oluşuyordu. yüce kraliçe, kralla evli olan ve ondan sonra gelen en önemli kişiydi. bu nedenle resimlerde ve heykellerde, çoğu zaman kralın yanında onunla birlikte ayakta durur ya da oturur gösterilir. eski mısır hukuku akrabalar arasında evlenmeyi yasaklamamıştır. örnekse bir kral, kız kardeşiyle hatta kızıyla evlenebilirdi. bu, sıradan insanlar için de geçerliydi. kralın yüce kraliçeden büyük oğlu veliaht olur, kralın ölümünden sonra tahta çıkardı. yüce kraliçenin en büyük kızı da kralın mirasçısıydı. kral ailesinde erkek mirasçı olmadığı zaman anılan prenses için kralın soyundan uygun bir eş aranır ve onunla evlendirilirdi. bu durumda yeni bir hanedan ülkenin yönetimini devralırdı.

    devlet görevlileri kuramsal açıdan devletle ilgili işlevleri yürüten kraldı. ama uygulamada anılan işlevler, kralın buyruğu yönünde, devlet görevlileri tarafından gerçekleştiriliyordu. öteki dünyayla ilgili işlevlerin yürütülmesi ise rahiplere bırakılmıştı. erken hanedanlık dönemi'nde (mö 2920-2575) yüksek devlet görevlileri kralın yakın akrabaları arasından seçiliyordu. zamanla bu konuda mısırlıların felsefesi doğrultusunda bir kurumlaşma oldu. bir yüksek devlet görevlisi öldüğü zaman onun mirasçısı babasının görevini üstlendi. siyasi haklardan yalnızca kralın ailesine ilişkin olanlar ile onun maiyetinde bulunanlar yararlanıyordu. anılan sınırlı topluluğun dışında kalan halk katmanıysa hiçbir siyasi hakka sahip değildi.

    silahlı kuvvetler tarih alt bölümünde görülebileceği gibi mısır, kral narmer'in güney mısır ile kuzey mısır'ı birleştirdiği zamanda bile (mö 3000) bir orduya sahipti. mısır'ın koruyuculuğunu üstlenen ve mısırlıların barış içinde yaşamasını isteyen kral, aynı zamanda ordunun başkumandanıydı. gerektiği zaman kral bu görevi veliahtına ya da oğullarından bir başkasına bırakabilirdi. örnekse 12. hanedan'dan ı. amenemhet, hükümdarlığının son yıllarında kendisinden sonra tahta çıkan oğlu ı. sesostris'i ordunun başkumandanlığına atamıştı. eski krallık ve orta krallık dönemlerinde ordu, eyalet valilerinin kralın buyruğu uyarınca yolladığı köylülerden ve çiftçilerden oluşuyordu; kentliler askere alınmıyordu. sürekli ve düzenli silahlı kuvvetler, nübyelilerden seçilen güvenlik güçleriyle sınırlıydı.

    on üçüncü hanedan'ın sonunda ve 14. hanedan'ın başına gelindiğinde mısır'ın delta bölgesi, ortadoğu'dan gelen ve çoğunluğu belki de sami olan hiksosların istilasına uğradı (mö 1640). mısırlılar, bu istila sırasında ilk kez atlar koşulmuş, kolayca manevra yapılabilen iki tekerlekli savaş arabalarıyla karşılaştılar. mö 1532'de hiksoslar mısırdan kovuldular.

    mısırlılar uğraşları çiftçilik ve balıkçılık idi. akdeniz ve çöller, onlar için saldırıların gelebileceği potansiyel tehlikeli yerler olarak bilindiği için hiksos istilası, mısırlıların orduya çeki düzen vermelerinin, sürekli ve düzenli bir ordu kurmalarının itici gücü oldu. yeni krallık dönemi'nde (mö 1550-1070) mısır ordusu şu birimlerden oluşuyordu: savaş arabaları ve sürücüleri, piyadeler, keşif kolları ve denizciler. askerler mızrak, balta, topuz, hançer, yay ve oklarla donatılmıştı. savaş stratejileri ve taktikleri, firavunun başkanlık ettiği savaş kurulunda kararlaştırılıyordu. kurulu oluşturan generallerin ve kurmay subayların okuryazar olması ön koşuldu. bunun için bu subaylar, askerliğe yatkın yazıcılar arasından seçiliyordu.

    yazıcı okulları ve yazıcılar bir merkezden yönetilen eski mısırda çeşitli devlet kurumlarında çalışacak görevlilerin okuryazar olması gerekiyordu. bunun için meslek sahibi olmak isteyen bir kişi saray, hazine ve ordu gibi önemli devlet kurumlarına ya da büyük tapınaklara bağlı okullarda öğrenim görüyordu. öğrenime yaklaşık on yaşında başlanıyordu. öğretmenler çoğunlukla rahiplerdi. küçük köylerdeki yazıcılar da kendisinin ve yakın akrabalarının çocuklarına yazı yazmayı ve okumayı öğretiyordu. öğrencilere önce, çizgisel resimlerle betimlenen ve hiyeroglifik yazının basitleştirilmiş biçimi olan bir el yazısı hiyeratik yazı öğretiliyordu. bu amaçla öğrencilere önce bu tür bir yazıyla yazılmış bir metin veriliyor ve onu kopya etmeleri isteniyordu. karmaşık, öğrenilmesi güç ve zaman alıcı bir gösterge sistemi olan hiyeroglifik yazının öğretilmesi ise daha sonraki evreye bırakılmıştı. okuma ve yazmayı öğrenen öğrencilere coğrafya, matematik, tarih, ticaret ve din dersleri veriliyor; insan vücudunu oluşturan organlar açıklanıyor; çeşitli işlerle ilgili standart mektupları yazma kuralları öğretiliyordu.
    papirüs, pahalı ve seyrek bulunan bir yazı malzemesiydi. üstelik, papirüs üzerine yazı yazmak beceri isteyen bir işti. bu nedenle öğrenciler, kendilerine kopya etmeleri için verilen metinleri, öğretmenlerinin söylediklerini ve verdiği ödevleri, ostrakon'lar 'çanak çömlek parçaları' ya da yassı kireçtaşı parçaları üzerine yazıyorlardı. yeni krallık dönemi'nden sonra bu nesneler yerine tahta tabletler kullanıldığı görülmektedir. öğretmen, öğrencinin tablet üzerine yazdıklarını okuyor, sonra tableti yıkıyor ve gerekirse tabletinin arkasına yeniden yazmasını istiyordu. öğrenimi bitiren yazıcılar, devlet kurumlarına girebiliyorlardı. bir süre girdikleri kurumun değişik bölümlerinde öğrenim gördükten sonra bir sınavdan geçiriliyorlardı. sınavda memur adayı, bir papirüs üzerine kendisine verilen bir konuda bildiklerini yazardı. başarılı olursa asli yazıcı ya da devlet görevlisi olurdu.

    yazıcıların kullandığı araç ve gereçler şunlardı: üzerindeki iki oyuktan birinde siyah, ötekinde kırmızı toprak boya bulunan tahta bir palet, bir su kabı ya da kesesi, iki ucu yassı papirüs düzleştiricisi, kamış kalem ya da kalemler. bunların tümü birbirine bağlanırdı. kimi zaman da kalemler ve papirüs düzleştiricisi paletin üzerindeki sürme kapaklı bir kutuda saklı tutulurdu. mürekkep, toprak boya tozuna ya da parçacıklarına su katılarak elde edilirdi. belgeler, papirüs tomarları üstüne yazılırdı. yazıcı, bir hasır üzerine bağdaş kurup oturur, papirüs tomarını kırıştırmadan açar, düzeltir; yazışım, önce tomarın iç yüzüne ve sonra dış yüzüne yazardı. en çok kullanılan mürekkep siyahtı. kırmızı mürekkep, metin başlığının, bölüm başlıklarının, tümcelerin ilk sözcüklerin yazılmasında ve noktalamada kullanılırdı. papirüsler üzerindeki metinler, sağdan sola; taşlar ve heykeller üstüne hak edilenler ise soldan sağa yazılırdı.

    mısır diline baktığımızda ise, halkı gibi afrika'ya özgüdür. bu dil, mö 6000 yılından çok önceki zamanlarda bugünkü sahra bölgesinde konuşulduğu sanılan ortak bir kök dilden türemiş olan hami-sami dil ailesinin mısır koludur. mısır dilini ve onun yerel lehçelerini kapsayan bu kol beş ayrılır: eski mısır dili mö 3000'den önce ortaya çıkar ve mö 2200'e dek süregelir; orta mısır dili mö 2200'den mö 1600'e, geç mısır dili mö 1600'den mö 700'e ve demotik dil ise mö 700'den ms 400'den sonrasına dek sürer. son olarak kıpti (kıpt ya da kopt) dili ise milattan sonra ikinci yüzyılda konuşulmaya başlanmış on yedinci yüzyıla, hatta bazı köylerde on dokuzuncu yüzyıla dek sürmüştür. bugün bile kimi hristiyanlar arasında kilise dili olarak arapçanın yanında koptça da kullanılmaktadır.

    mısır dili, çizgisel resimlerden oluşan mısır hiyeroglif yazısının, bu kutsal karakterli figürlerin, simgelerin okunması sayesinde günümüze ulaşmıştır. hiyeroglif; özellikle, eski mısırlıların bir kavramı, sözcüğü, sesi ya da heceyi, bir nesnenin çizgisel resmiyle belirttikleri piktografik, aynı zamanda ideografik ve fonetik bir gösterge sistemidir (semiyolojik bir sistemdir) hititler ve mayalar da aynı yazı stilini kullanmışlardır. mısır hiyeroglif yazısının kökeni bilinmemekle birlikte, hanedanlar döneminden önce, mö 3000'de ortaya çıktığı sanılmaktadır. bu dönemde mısır ile mezopotamya arasında ilişki kurulmuş ve mısırlılar, dilin çizgilerle belirtilebileceğinin bilincine varmışlardı. ama mısırlılar, mezopotamya yazısının tutsağı olmadılar, onu kopya etmediler. mezopotamya yazısı yalnızca, mısırlıların kendi yazılarını yaratıp geliştirmelerini sağlayan itici güç oldu. her iki yazı sistemi arasındaki büyük fark, mısır yazısının bağımsız geliştiğini gösterir. hiyeroglifik yazı sisteminin en önemli özelliği tamamıyla yerel olmasıdır. resim işaretlerde nil'e ve bölgeye özgü bitkilerin, hayvanların ve kuşların; aynı zamanda, mısır'ın neolitik çağı'na ilişkin kap kacakların ve alet edevatın kullanılması da bu gösterge sisteminin mısır'da doğup geliştiğini kanıtlar.

    bu bağlamda mısır ve mezopotamya yazıları arasındaki farklılığın iki nedeni olduğunu bilinir. bunlardan birincisi, mısırlıların, belki de afrika'ya özgü bir toplum olmaları dolayısıyla, her zaman resimsel olan şeyleri sevmelerinden, soyuttan çok somut olana karşı güçlü bir eğilim duymalarından kaynaklanır. hiyeroglifik yazı sistemini oluşturan figürlerdeki nesneleri ayrıntılarıyla göstermeleri bu eğilimin belirtisidir. ikinci nedeni ise, yazının, mısır'da önceleri mezopotamyalıların kullandıklarından farklı bir amaç için kullanılmış olmasıdır. mezopotamya'da yazı kentleşmenin ekonomik ve yönetimin pratik gereksinimlerini karşılamak amacıyla ortaya çıkmış ve gelişmişti. oysa mısır'da yazı, ilk zamanlar, anıtlarla ilgili sanatların bir öğesi olarak ortaya çıkmıştır.

    hiyerogliflerin sırrı: eski mısır tarihine ve uygarlığına ilişkin güvenilir bilgi edinmemizi sağlayan filolog, doğubilimci ve mısırbilimci jean-françois champollion'dur (1790-1832). ezbere öğrendiklerini basılı yazılarla karşılaştırarak, kendi kendine okumayı öğrendiği zaman beş yaşındaydı. yedi yaşında ilk kez esrarengiz bir ülke olan mısır'ın adını duydu. uzaktan da olsa bu ülkenin geçmişini araştırma tutkusuna kapılmıştı. daha sonra, gördüğü klasik eğitim sayesinde mısır'la ilgili grek ve latin kaynaklarına ulaşabildi. bir rastlantı sonucu ünlü matematikçi joseph fourier (1768-1830) ile tanıştı. fourier, 1798'de napoleon'un mısır seferine katılmış, orada önemli görevlerde bulunmuş, kahire'deki mısır enstitüsü'nün genel sekreterliğini yapmıştı. eski mısır kültürü üzerine yoğun araştırmalarda bulunmuştu. mısırla ilgilenen jean-françois'yı evine davet eden fourier, ona, mısır'dan getirdiği üzerlerinde figürler bulunan papirüsleri ve taş tabletleri gösterdi. bunların üzerindeki figürleri hayranlıkla seyreden champollion, fourierden bu figürlerin gizinin henüz çözülememiş olduğunu öğrendi. söz konusu çizgisel resimler hiyerogliflerdi. herodot, sicilyalı diodoros ve strabon gibi klasik yazarlar mısır'ı gezmişler ve bu çizgisel resimlerin anlaşılmaz bir yazı biçimi olduğunu belirtmişlerdi. champollion, bu sırrı çözmeye herhalde o zaman karar vermiş olmalı.

    on yedinci yüzyılda yaşamış bir cizvit rahibi athanasius kircher (1601-1680), eski mısır dilinin kıpti dilinde yaşadığını ileri sürmüştü. kıptiler, mısır'ın en eski halkı olan kıpt soyundan gelenlerdi. champollion, çalışmalarında yararlanacağı düşüncesiyle kıpti dilini öğrendi. arap, keldani, süryani, ibrani ve habeş dillerini de biliyordu. artık, temel amacı olan hiyerogliflerin çözümü için yeterli donanıma sahipti. bu arada, grenoble akademisi'ne üye kabul edilmiş, önce grenoble üniversite'sinde ve sonra collège de france'da tarih profesörlüğüne atanmıştı.

    1799 yılında napoléon bonaparte'ın bir askeri, nil deltasının batısında ve iskenderiye'nin kuzeydoğusundaki reşit (rosetta) kasabası dolayında, üzerinde figürler ve işaretler bulunan bir siyah bazalt levhaya rastladı.görsel kenarları vaktiyle kırılmış olan levha, 1.14 m yüksekliğinde ve 0.72 m genişliğindeydi. bulunduğu yer dolayısıyla bu yazıta "reşit taşı" ya da "rosetta taşı" adı verilmiştir. üç bölümden oluşan yazıt üzerindeki metinler, üç değişik yazı stiliyle, iki dilde yazılmıştı: hiyeroglifik ve demotik, mısır dilinde ve grekçe. birinci bölümdeki on dört satır hiyerogliflerle, ikincisindeki otuz iki satır demotik yazıyla ve üçüncüsündeki elli dört satır grekçe yazılmıştı. incelenmesi için iskenderiye'ye gönderilen ve fransızların 1801'de mısırdan ayrılmasından sonra ingilizlerin eline geçen taş şimdi british museum'da bulunmaktadır.

    öneminden dolayı rosetta taşı, bilim dünyasında büyük ilgi gördü. yazıtın üçüncü bölümündeki metin grekçe yazılmış olduğu için hemen çevrildi. metinde, v. ptolemaios epiphanes'in (mö 205-180) bir buyruğundan söz ediliyor ve bunun öteki iki kolonda yinelendiği belirtiliyordu. doğubilimci silvestre de sacy ve isveçli akerblad demotik metni çözmeye çalıştılar, ve yalnızca ptolemaios adının bulunduğu yerleri tespit edebildiler. ingiliz fizikçi, hekim ve eski mısır uzmanı thomas young da metin üzerinde çalışmaya başladı ve ptolemaios'un adının geçtiği yerleri keşfetti. bu ad, oval ve uzun bir çerçeve (kartuş) içinde bulunuyordu. o halde, kral adları kartuş içinde yazılmış olmalıydı görüşünü öne sürdüler.

    söz konusu araştırmaları çok yakından izleyen champollion'un zihnini kurcalayan kimi sorular vardı: hiyeroglif, her simgenin bir fikri ya da bir kavramı ifade ettiği ideografik bir gösterge sistemi miydi; yoksa modern dillerdeki gibi, bir işaretin bir sesi belirttiği fonetik bir yazı türü müydü? alfabetik miydi, yoksa heceye mi dayalıydı?mısır metinleri grekçe metinden çok fazla işaret içeriyordu. champollion bu fazlalığın mısır gösterge sisteminin karmaşık (kompleks) yapısından; daha açık anlatımla piktografik, ideografik ve fonetik öğeleri birlikte içermesinden ve aynı metinde, tümcede ve sözcükte bu üç öğenin de kullanılmasından kaynaklandığını algıladı. bu bulgularının ışığında, önce mısır dilinde yazılmış kişi adlarını ve sonra sözcükleri okumayı başardı. hiyerogliflerin esrarını çözmüştü (1822). başarısının itici gücüyle eline geçen tüm mısır metinlerini çözdü. 1828 yılında mısır'a gitti, anıtlardaki yazıtların kopyasını çıkardı. mısır'dan döndükten sonra yazdığı monuments de l'égypte et de la nubie (mısır ve nübye anıtları) adlı kitabı ilgi uyandırdı (1835-45). ve yazmaya başladığı grammaire egyptienne kitabını da 1841'de yayımladı.
  • bir atasözünü kendime dustur edinmeye karar verdigim medeniyet:
    “kalemini asla baskalarina fenalik yapmak için kullanma.”
  • (bkz: #142844669) mısır tarihinin devamında gelen ve geçmişini aydınlatan en önemli belgeler şunlardır:
    1- abidos tableti: abidos'taki sethos tapınağında, bir galerinin duvarında bulunan tablet, menes'ten ı. sethos'a (mö 1306-1290) dek hüküm süren yetmiş altı kralın adlarını içermektedir.
    2- karnak tableti: paris'teki ulusal kitaplıkta bulunan tablette, menes ile ııı. tutmosis arasında yer alan kralların listesi verilmektedir.
    3- sakkara tableti: bir yazıcının mezarında bulunan bu tabletin bir yüzünde bereket ve yeraltı tanrısı osiris'le ilgili bir ilahi, öteki yüzünde ise iki kolondan oluşan ve ıı. ramses'ten önce gelen elli sekiz kralın adını kapsayan bir liste vardır. tablet, kahire'deki mısır müzesi'ndedir.
    4- torino papirüsü: hiyeratik yazıyla yazılmış metinde kralların adları, hüküm sürdükleri yıllar, aylar ve günler belirtilmiştir. ikinci ramses döneminde düzenlendiği belirlenen bu listenin abidos, karnak ve sakkara listelerinden farkı, menes'ten önceki dönemdeki kralları da kapsamasıdır. sardinya kralı tarafından torino'ya yollanan papirüs yolda hasara uğramış, yarısından fazlası sayısız parçalara ayrılmıştır. papirüsten geriye kalan parçalar şimdi torino'daki mısır müzesi'ndedir.
    5- palermo taşı: iki yüzü de yazılı olan bu siyah renkli bazalt levhanın 1877 yılında bulunan en büyük parçası palermo ulusal müzesi'nde korunmaktadır. görsel daha sonra bulunan üç küçük parçası kahire'deki mısır müzesi'nde ve çok küçük bir parçası da, ünlü arkeolog ve eski mısır uzmanı flinders petrie'nin londra üniversitesi'ndeki koleksiyonu arasında yer alır. özgün uzunluğu 2.23 m ve yüksekliği 0.61 m olan yazıtın tamamı bulunamamıştır. belgede, ilk beş hanedana ilişkin kralların adları kartuş içinde verilmiş ve yanlarında dönemleriyle ilgili olaylar kaydedilmiştir. ayrıca metinde nil'in her yıl ki taşma yükseklikleri de belirtilmişti.
    delta'nın ve vadi'nin sahra'dan göç edenler ve yerli halktan oluşan ilk sakinleri, zamanla kabilelere bölünmüşlerdi. kabilelerden her birinin, çoğu kez hayvan ya da insan gövdeli ve hayvan başlı bir totemle temsil edilen bir yerel tanrısı ya da tanrıçaları vardı. ve bunlar bir zaman sonra köylerin ve kasabaların birleşmesiyle oluşan kabile niteliğindeki yönetim birimlerinin, nome'lerin (eyaletlerin) temsilcileri oldu. örneğin upuaut (ya da wepwawet) asyut nome'sinin kurt-tanrısı; bast (ya da bastet), bubastis'in kedi başlı tanrıçasıydı. tarihsel zamanlarda mısır'da kırk iki nome vardı. bunların yirmi ikisi aşağı mısır'da, delta'da; yirmisi de yukarı mısır'da, vadi'deydi. milattan önce yaklaşık 3400 yılını izleyen yıllarda, gelişmiş neolitik kültüre ve kabile niteliğine sahip bu yönetim birimleri ya da eyaletler, nome'ler, kendi aralarında birleşerek fiziksel ve ekonomik nitelikleri farklı örgütlenmiş iki monarşiye dönüştü: yukarı mısır ve aşağı mısır krallıkları. krallık saraylarından yönetilen bu rakip krallıkların soyluları aynı ırktandı ve bunlar kendilerine gök tanrısı horusun izleyicileri, horusun havarileri adını vermişlerdi.
    bu krallıkların koruyucu tanrıları, yukarı mısır da kötülük ve yıkım tanrısı seth, aşağı mısır da horus'tu. yukarı mısır kralı, üzerine totemleri olan akbabanın başı eklenmiş beyaz bir taç takıyordu. aşağı mısır kralının tacı ise kırmızıydı, üzerinde totemleri olan kobranın başı bulunuyordu. iki krallık birleştikten sonra mısır kralları karma bir taç takmaya başladılar. taç, akbaba ve kobra başlarının yan yana yer aldığı, kırmızı ve beyaz taçlardan oluşuyordu. kahire'deki mısır müzesi'nde bulunan kireçtaşı üzerine işlenmiş alçak kabartmada da iki krallığın birleştirilmesi olgusu; yukarı mısır'ın zambağıyla aşağı mısır'ın papirüsünü törensel bir tavırla birbirine bağlayan seth ve horus ile betimlenmiştir.
    başlangıçta bu krallıkların başkentleri, aşağı mısır'da buto, yukarı mısır'da hierakonpolis'ti; daha sonra kuzeyde sais ve güneyde tinis ve onun dolayındaki abidos oldu. önce aşağı mısır, yukarı mısır'ın akrep simgesiyle temsil edilen hükümdarı "akrep kral" tarafından fethedildi. ama her iki ülkeyi asıl birleştiren onun ardılı narmer oldu (mö 3000). narmer'in ölümünden sonra yerine geçen oğlu horaha'yla "hanedanlar dönemi" başladı. bu dönemde firavunlar kendilerini horus'la özdeşleştirdiler ve kişisel adlarının yanı sıra üç ad taşımaya başladılar: 1. horus adı, 2. iki tacı taşıyan, 3. yukarı ve aşağı mısır'ın efendisi. horus adı; "büyük ev"i, sarayı, simgeleyen dikdörtgen bir çerçeve içine yazılıyordu. çerçevenin üstünde yer alan şahin horus'un simgesiydi. iki taç, akbaba ve kobrayla belirtiliyordu. akbaba, yukarı mısır'ın tanrıçası nekhebet'in; kobra, aşağı mısır'ın tanrıçası udjat'ın simgesiydi. bu nedenle ikinci ada (nebti adı) deniliyordu. kralın erkini belirten üçüncü ad ise iki simgeden oluşuyor; yukarı mısır bataklıkotu ile (carex) aşağı mısır arıyla betimleniyordu. örneğin 1. hanedan'ın ilk kralının horus adı "hor-aha"ydı. eski mısır dilinde hor şahin, aha savaşçı anlamına gelir. bu nedenle eski mısır uzmanları 1. hanedan'ın ilk kralı olarak gösterdikleri menes'in "hor-aha" olduğunu kabul etmektedir. söz konusu birleşmeyle ilgili belgeler, yukarı mısır'ın ilk dinsel başkenti hierakonpolis'te bulunmuştur. bunların en önemli olanı yeşil renkli kayrak taşından yapılmış ve tapınağa adak olarak verilmiş bir palettir. görsel
    alçak-kabartmalı paletin bir yüzünde, yukarı mısır'ın tacını takmış olan narmer, kuzey bataklıkları halklarından birini öldürürken görülmekte ve şahinle betimlenen horus'un üstünde durduğu altı lotus ise altı bin düşmanın tutsak alındığını belirtmektedir. paletin öteki yüzünde de aşağı mısır tacını takmış olan kral, krallık amblemlerini taşıyan askerler ve kafaları kesilmiş düşmanlar gösterilmiştir.

    eski mısır'ın tarihsel dönemlerinin, olayların akışına ve özelliklerine göre zaman dilimlerine ayrılmasına geldiğimizde geç hanedanlık öncesi dönem mö 3000, narmer), erken hanedanlık dönemi (mö 2920-2575.1.-3. hanedanlar), eski krallık dönemi (mö 2575-2134. 4.-8. hanedanlar), birinci ara dönem (mö 2134-2040. 9. ve 10. hanedanlar herakleopolis'te ; 11. hanedan teb'de, thebes), orta krallık dönemi (mö 2040-1640. 11.-14. hanedanlar; 11. hanedan tüm mısır'da), ikinci ara dönem (hiksos istilası; mö 1640-1532. 15.-17. hanedanlar), yeni krallık dönemi (mö 1550- 1070.18.-20. hanedanlar), üçüncü ara dönem (mö 1070-712. 21.-25. hanedanlar; 25. hanedan nübye ve teb bölgesinde), geç dönem (mö 712- 332. 25.-30. hanedanlar; 25. hanedan nübye ve tüm mısır'da). mısır, mö 525' te perslerin istilasına uğramış, bir pers eyaleti olmuştur. 27. hanedanın (mö 525-404) tüm kralları perslidir. geç dönem içinde bir "ikinci pers dönemi" (mö 343-332) daha gerçekleşmiştir. milattan önce 332 yılında mısır, büyük iskender tarafından fethedilmiş; mö 304'te ptolemaios hanedanı'nın ve mö 30'dan sonra da roma imparatorluğu'nun egemenliği altına girmiştir. grek-roma dönemi mö 332'den ms 395'e dek sürmüştür. kısaca mısır tarihi boyunca toplam otuz hanedan gelip geçmiştir. link
  • günümüz nil nehrinin kıyılarıdır. nil nehri çevresinde 100'ün üzerinde piramit vardır. bir gün buraları gezmeyi çok istiyorum. inşallah gezerim.

    gün batımında kefren ve sfensk:
    görsel

    muhteşem görünüyor.
  • illuminatiye ilham kaynağı olduğu rivayet edilen medeniyet. dünyanın en eski ve en karmaşık medeniyetlerinden birini illuminati muhabettine kurban etmek çok yazık.
  • yaşamak istediğim zaman ve mekan.
    aşmış insanların yaşadığı aşmış dönem.
hesabın var mı? giriş yap