• *
    küçük şeyleri özlersiniz aslında. zamanında önemsiz görünenleri. saçınızla oynamasını, tek kişilik yatakta yatmaya çalışmanızı, bakışlarını, aptal laflarını, dakikalarca zamanın nasıl geçtiğini bilmeden konuşmanızı, sarılmasını, telefon etmesini, ses tonunu, öpüşünü, göğsü üzerinde uyumaya çalışırken rahatsız eden kolunu, isminizi söylemesini, onunla beraber içmeyi, gülmesini, yemek yemesini, beraber film izlemeyi, mesajlarını, webcam açmasını, sarhoş olmasını ve bunun gibi birşeyler..

    çok sonra anlarsınız ki, siz aslında onu değil sevilecek birini özlemişsinizdir, sevilmeyi özlemişsinizdir. ...
  • çok geniş bir skalaya sahip obje, mekan ve duygular bütünü.
    aslında, en iyi hatırlatan şeyin ne olduğunu çok acıklı bir şekilde, mitolojideki kartaca kraliçesi dido anlatır bizlere, şöyle ki; sevgilisi aeneas, tanrılardan emir almıştır ve kendisini terk edecektir. "ben sensiz yaşayamam!" der dido ona, ama aeneas cevap vermez. bunun üzerine koskoca kraliçe kendisini yerlere, onun önüne atarak yalvarır: "fakat buradaki herşey bana seni hatırlatacak!" "o halde," der aeneas, "beni sana hatırlatacak herşeyi üst üste yığ ve ateşe ver. şimdi gitmem gerekiyor."*
    dido, onun dediğini yapar. yemek yedikleri masayı, sandalyeleri, seviştikleri yatağı, elbiselerine varıncaya kadar herşeyi büyük bir meydana yığarak yakar. alevler göklere yükseldiğinde, durur, eğilip kendisine bakar ve gözleri yaşlarla dolar, "bana seni en çok hatırlatacak şey, kendi vücudum!" diye haykırarak kendini ateşe atar.
  • bazen ve cogu zaman yeni sevgili
  • ılık bir bahar akşamında yapılan yürüyüş...

    evden çıktım. yürümeye başladım. en büyük kavgalarımızdan birini ettiğimiz, hatta ilk kavgamızı ettiğimiz gün, beni durdurup sarıldığın köşeyi geçtim. beni hiç bırakmayacağını söylediğin köşeyi...
    yürümeye devam ettim. elele yürüyüş yaptığımız yola saptım. 'evimizin çiçekleri aynı böyle olsun' diyerek baktığımız mor çiçekli, bembeyaz boyalı evin önünden geçtim.. hayallerimizin evinin önünden.. ana sokağa çıktım. yürüdüm.. pizzacımızın önünden geçtim. son gidişimizde oturduğumuz cam kenarındaki masada oturan mutlu çifte baktım. devam ettim yürümeye..
    bana ilk kez yalan söylediğin o gün ağlaya ağlaya yürüdüğüm sokağa çıktım. o gün yanımdan geçen, yüzüme hüzünle bakan o insanlara aldırmadan hıçkıra hıçkıra ağlayarak yürüdüğüm o sokağı geçip yürüyüşe çıktığımız gecelerin birinde beni etrafta kimsenin olup olmadığını kontrol edip uzun uzun öptüğün o yokuşun sonuna geldim.
    biraz daha yürüdükten sonra sana limonlu-çilekli cornette bulabildiğimiz o bakkalın önüne çıktım. sırf sana çilekli-limonlu cornette bulabildiğim için bana sımsıkı sarıldığın köşeyi geçtim. çiçekli elbisemi ilk giydiğim gün, yağmur altında yürüdüğümüz caddeye çıktım. karşıya geçtim...
    magnum gold'u keşfettiğimiz gün oturduğumuz parkın içinden geçtim. oturduğumuz banka baktım. boştu. yürümeye devam ettim.. son kavgalarımızdan birini ettiğimiz gün arabayı parkettiğin yeri geçtim. buluşacak yer bulamadığımızda gittiğimiz o alışveriş merkezine girdim.
    birbirimizi görmeden geçirdiğimiz haftalar sonra buluştuğumuz gün oturduğumuz bankın yanından geçtim.. beni sevmekten vazgeçtiğini anladığım ilk gün oturduğumuz bankın önünden.. yürüdüm.
    seni ilk kez gördüğüm, buluştuğumuz, birbirimizi ilk kez gördüğümüz, o yemyeşil gözlerine ilk kez baktığım köşenin önünden geçtim. alışveriş merkezinden çıktım. beni okul dönüşleri aldığın ışıklardan karşıya geçtim...
    spider-man'in yeni sayısının çıkmadığını bilsen de çıkıp çıkmadığını kontrol etmek için her önünden geçişimizde ısrarla girdiğin dost'un önünden geçtim. kendimi tutamadım, içeri girdim, ben de kontrol ettim. çıkmamış yeni sayısı. dost'tan çıktım... dost'un hemen yanında, ilk buluştuğumuz gün oturduğumuz cafe'nin önüne geldim.. her ne kadar o cafe kapanmış ve yerine bambaşka bir yer de açılmış olsa, oturduğumuz masanın bulunduğu noktaya baktım. tırnaklarıma bakma bahanesiyle ellerimi ilk kez tuttuğun o masanın bulunduğu noktaya... yürümeye devam ettim..
    bavulunu evden sürükleye sürükleye götürdüğümüz, beraber dolmuş beklediğimiz durağı geçtim.. yürümeye devam ettim. her kırmızı ışığa yakalanışımızda önümüzdeki 60 saniyeyi boşa geçirmemek için seni doya doya öptüğüm ışıkları geçtim. yürüdüm... gidişinin ilk günlerinde, kendimi ilk kez yapayalnız hissettiğim, yapayalnız kaldığımı ilk kez farkettiğim o yolu yine yapayalnız yürüdüm. yürüdüm.. yürüdüm.. beni eve bırakacağın zamanlar, sırf benimle geçirdiğin zamanı uzatmak için yavaşladığın(!) o yolu yürüdüm. o yoldaki güvenlik görevlisini hatırlıyor musun? biliyorum hatırladığını. onun önünden geçtim. yüzümde aptal bir gülümseme ile. yürüdüm.. her seferinde yanlış yerden döndüğün göbekten karşıya geçtim. yürüdüm.. karşıya geçtim.
    beni sevdiğini gözlerinde ilk kez gördüğüm o yer.. o kaldırım.. durmadım.. yürüdüm. seni gerçekten ne kadar çok sevdiğimi farkettiğim gün de yürüdüğüm.. senden 1 dakika önce de ayrılmış olsam özlediğimi farkettiğim.. beni oraya bıraktığın son gün, ağlayarak yürüdüğüm yoldan...
    beni her gün bıraktığın, her gün aldığın, beni gördüğün an gözlerinin içinin güldüğünü gördüğüm, hala her gün önünden geçtiğim, her önünden geçişimde kalbimin ezildiğini hissettiğim o bahçe kapısının önündeydim artık. durdum. geçemedim önünden. bir bank var orda hala. oturdum oraya. tüm gün telefonunu sırf bana kızdığın o aptalca şey yüzünden açmadığın bir gün vardı. hatırlıyor musun? o banka en son o gün, seninle telefonda konuşurken oturduğumu hatırladım. senin için ne kadar değerli olduğumu söylüyordun bana. beni ne kadar özlediğini söylüyordun. beni hiç kaybetmek istemediğini söylüyordun..
    düşündüm.. orada kaç dakika oturduğumu bilmiyorum. sadece seni düşündüm. geçirdiğimiz bir buçuk seneyi düşündüm. oradan kalktığımda bugün verdiğin kararın ne kadar doğru olduğunun bilincindeydim. kararının gerçekten doğru olduğunun.. gerçekten olması gerekenin bu olduğunun...
    eve girdiğimde her gün önünden geçtiğim, her önünden geçişimde kalbimin ezildiği o bahçe kapısının önünden yarın geçtiğimde kalbimin ezilmeyeceğini biliyordum.
  • bok!
    her bi bok!
    yok ki harici...
    dibimize kadar, içimize kadar sokmuşuz hatunu, her şey onu hatırlatıyor, temeline tükürdüğüm her şey...
    rakı bile lan, şu kendim doldurup kendim içtiğim rakı bile...
  • bizzat kendisi. bir rahat bırakmıyor ki lanet!
  • - abi hatırlar mısın senin eski bi hatun vardı aysu muydu figen miydi neydi ?
    - sus hacım sus
    - neydi lan ismi
    - abi hatırlamak istemiyorum
    - ahahaha siktir git lan hiç sevgilin oldu mu bakam senin. yem attım ortaya ne dicen diye
    - hatırlamak istemiyorum dedim !!
    - ahahah olm kız ayarlıyalım lan sana
    - aysu da olur figen de.
  • sol framede hergün eski sevgiliyle ilgili başlık görmek.
  • ilklerin yaşandığı o yerler. ilk buluştuğumuz yer, ali sami yen stadı, üstündeki kıyafetler, saçı, fenerbahçe saati, kirli sakalı, conversleri, elde taşıdığı nike çantası saniye saniye hepsi. ilk öpüştüğümüz o cafe. sürekli önünden geçtiğim. görüp de duygulanmamak için hep başımı çevirdiğim o otantik yer. ilk fotoğrafımızı çektiğimiz rastgele girdiğimiz ciks mekan.
    sarılıp dakikalarca ağladığımız boğaz kenarı. gelen geçenin bize baktığı ama onlara aldırmadan içimizi dökmemiz. saçlarımızın gözyaşlarımızın sümüklerimizin birbirine karışması.
    kavga ettiğimiz suratına sigara fırlattığım ve orda bırakıp gittiğim üsküdar. bindiğim vapurun arkasından bana el sallaması.
    bir çılgınlık yapıp sabahlamaya karar verdiğimiz yer, kadıköy. hem de kış günü. teknelerin birine sığınacakken balon cafeye girmemiz. tavlada onu yenmeme izin vermesi. sabah olunca şaftımızın kaymış olması. ayrılık vaktinin gelmiş olması. metrobüse binince kendimi tutamam dönerim diye son kez bakamamam. istanbul'un her köşesi kısaca.

    ve otobüs terminalleri. uzun yolculuklar. aşti. ankara. ne varsa. yolculuk deyince o gelir aklıma. yolculuğu bana sevdiren oydu. onu göreceğim diye çıktığım o saatler süren yolculukların 1 saniyesinde bile sıkılmamışımdır. yol boyunca heyecanım bir an bile azalmamıştır. her yolculuğum ona çıkardı çünkü.
  • nevresim takımındaki sevgilinin kokusu.

    ulen... ulenle başladım ya, gerisi de aynı minvalde gelecek sanmayın. varsayın ki rakı sofrasındayız, ben bi otuzbeşlik gümletmişim, üstüne son bi cila yapıyorum. geçin şöyle karşıma, oturun, anlatacam:

    kimbilir kaç kez yıkanmış mavi nevresimler. ayrılalı da çok olduydu zaten. bak arkadaşım, yeni başlıyosan üniversiteye, yapma bu dediklerimi. hemen birini bulma. bulursan da, uzun sürmesin, hayatını yaşa. ben yapmadım, ağzımı kıriiim. şu rakı bardağını tutan ellerim de kırılsın anasını satiim. üç sene sonra ayrıldık işte, bu olay dördüncü sene oluyor. peeeeeeeeeey. dile kolay kocca bi sene...

    neyse, bi sabaha karşı sızmışım. ağlamadım çok, valla bak. ağlayamadım zaten. ağlayabilen bi tip değilim, bilirsin beni. neyse... uykuyla uyanıklık arasında, nevresimi de çekmişim burnuma kadar, anaaam bi koku! rüyamda o var zaten, burnumda kokusu. insan ayıkamıyor * hemen, "lan! yoksa?" dedim. hemen açmadım ama gözlerimi, elimle yokladım yastığı, orda mı acaba? diye... bittabi bulamadım, kimbilir kimlerle, hoffff, açtım işte gözlerimi, kokusu nasıl buram buram burnumda... ağladım lan! o sefer ağladım işte, hıçkıra hıçkıra, böğüre böğüre ağladım. okula gitmeye vardı daha, servise bininceye kadar ağladım.

    sonra eve dönünce, nevresimleri makineye attım, yıkansınlar diye.

    hadi arkadaşlar, dibi görelim bu sefer!

    bi daha da olmadı zaten.

    not: makime değil tabi, makine. agirroman sağolsun, hemmen uyardı. esasen ben de fark ettim ama edit olmasın diye şeetmediydim. mutlu musun aybalam?
hesabın var mı? giriş yap