aynı isimdeki diğer başlıklar:
478 entry daha
  • yavuz tuğrul sinemasını keşfetmek isimli kitapta yavuz tuğrul sinemasında mekanlar; pavyonlar bölümünde canan uluyağcıev için şunu yazmış; bachelard'a göre mutluluk mekanının en ayrıcılık bölümüdür, çünkü evimiz dünyadaki köşemizdir. sık sık yinelendiği gibi, bizim ilk evrenimizdir.
  • behçet necatigil'e soruluyor; evler, hep evler, neden evler, niçin evler?

    —ev, yani aile, hayatımızdır. bizi bir biçeme, bir kalıba sokan ev ve ailedir. ancak önce içine doğduğumuz bir mekân ve oradaki insanlar var. bu insan halkası zamanla genişler, ama merkezden kopamayız. ne kadar kopmak istesek de içimizde, beynimizde bir kıymık gibi sürer hatırası, acısı. merkezkaç bir kuvvet bizi uzaklara atsa bile, ince lastiğe takılı yoyo gibi dar çevremizin yönetimine bağlıyız. evler, eşler, çocuklar, yakın akrabalar. çok şey evlerde olur. insanı saran her hacim, her mekân her barınak bir evdir. evsizler ev peşindedir, evliler evi ayakta tutabilme çabasında. ‘’

    *behçet necatigil

    17 ağustos 1999’ da meydana gelen deprem ile yüz binlerce kişi behçet necatigil’ in sözünü ettiği merkezden koptu. evi ayakta tutabilme çabasındayken, bir anda evsiz, bundan uzunca bir süre sonra da ev peşinde oldular.

    biz, ben ve 2 ağabeyim, buna çok yakından şahit olduk. çünkü bu yüz binlerce insandan biri annemiz, biri komşumuz, biri arkadaşımız, bir diğeri tanıdığımızdı.
    deprem esnasında her birimiz bir başka şehirdeydik. depremden bir ay sonra evimize döndüğümüzde soğukkanlılıkla binanın etrafında dolaşıp çökme var mı diye baktık. binanın içine girip kolon, kiriş ve merdivenleri inceledik. hasar yoktu. bizi izleyen ve bahçede kendilerine kurdukları küçük çadır kente yerleşmiş olan tüm komşularımızın şaşkın bakışlarına şaşırarak evimize çıktık.

    eşyalar nasılda dağılmış. çoğu da parçalanmış. annem titriyor —anne iyi misin? sakin ol lütfen. yavaş yavaş alışmak gerek. bizim apartman iyi durumda. bir sorun olmayacak emin ol. bu depremden bile hasar almadan çıktı. artçı depremlere hayli hayli dayanır. endişe etme ne olur.
    baksanıza bu dolap yerde böyle durduğuna göre üç takla atmış olmalı. inanılır gibi değil! mutfakta yerle bir olmuş çok kötü kokuyor üstelik. buzdolabı uzunca bir süre çalışmadığından olacak. elektrikler ne zamandır var acaba? annem titriyor hala. evi ve mutfağı toparlarsak belki geçer heyecanı biraz. hadi su taşıyalım aşağıdan...

    neden titrediğini anlayamadık. bizim için kırık televizyonu tamir ettirdiğimizde, devrilmiş dolapları iyi ki üzerine düşmemiş diyerek kaldırdığımızda veya sular yeniden çeşmelerden akmaya başladığında burası yine ‘ evimiz’ olacaktı. neden titriyordu ki biz çok şanslıydık. evimiz yıkılmamıştı. bir şey yitirmemiştik.. öyle sanıyorduk… gece artık minareleri olmayan bu şehire baktığımızda hissettik biraz bunun böyle olmadığını. şehrin en tanıdık yüzü, gece ışıkları ve silueti bize artık bildiğimiz, tanıdığımız gibi olmadığını söylüyordu. çocukluğumuzdan beri baktığımız bu manzara sanki önemli parçaları kaybolmuş kırık dökük bir yapboza dönüşmüştü. sonra ya o evler, karanlıklar içindeki apartmanlar. elektrik vardı oysa. terkedilmiş evler, apartmanlar gecenin kucağında belli belirsiz ve ıssız kalmıştı. kederle baktık tüm bunlara, henüz kaybettiğimizi bile bilmediğimiz eşimiz dostumuzun haberlerinin fısıltısını bıraktı bu buruk siluet bize. annemin titremesini durduramadık. onun için tıpkı deprem anını evinde geçiren herkes gibi ‘ ev ’ in anlamı değişmişti. geçen yıllarınız, çocuklarınız eşiniz dostunuzla, her biri başka bir hatırayla satın alındığı bilinen eşyalarınız, duvarlara asılmış fotoğraflarınızla zaman içinde ruhunuzun bir uzvu gibi biçimlenen, dünya üzerinde en rahat ettiğiniz bu mekan, eviniz, onlar içini tanımını yitirmişti. güvenilmez bir yer olmuştu artık. güveni kaybedince tanıdıklık hissi de peşi sıra yok olup gitmişti. söz gelimi 12 ay taksitle çok beğenerek aldığınız o kitaplık artık her an üzerinize devriliverecek bir yüktü artık gözünüzde. tüm eşyalar, özenerek boyadığınız tüm duvarlar birer tehlikeden başka bir şey ifade etmiyordu depremi yaşayanlara. biz anlayamadık hiçbirini. herkes çadırlara yerleşmişti ve annem bizi terk etti. o da bahçede, komşuların çadırları arasında kendi küçük çadırını kurdu. böylece ‘ ev’ ilk çağlardaki anlamına döndü onlar için; barınak. sadece barınak.
    emirdağ’daki ilk çadır kenti gördüğümüzde bu dönüşümün izlerini taşıyan pek çok şey gördük; askerler çadırları yerleştirmek için tıpkı priene’ deki gibi yolların birbirini dik kestiği grid (ızgara) sistemi kullanmışlardı. bu sisteme tarihte ilk konut yerleşkelerinde rastlanır sıklıkla. herkese eşit hak ve koşullar sağlayan bu düzen yerleşimde süreklilik ve kararlılık getirir. konutun, evin ilk çağlardaki anlamına dönüştüğünün bir diğer izini çadırların biçiminde gözlemledik. çadırlar en az çevreyle en çok alan tanımlayan daire şeklindeydiler.

    emirdağ’daki bu çadır kent ve sanırım onunla beraber tüm çadırdan kentler, konutun yüzyıllarda geçirdiği gelişim sürecini yaşadılar bir yıl içinde; geçicilik hissi çadırdan kentlerde yaşayan bu insanları birlik içinde bir yaşamaya yöneltti önceleri. birbirini buraya gelene kadar hiç tanımamış, bilmemiş insanlar çadır kentlerde, bu yokluk, acı ve belirsizlikler diyarında birbirlerine kenetlendiler. birbirlerine tutunarak, hikâyelerini, acılarını, battaniyelerini paylaşarak yeniden başlamaya gayret ettiler. geçicilik, kalıcılığın gölgesi altında kalmaya başladığında ise beklentileri artmaya başladı. daha büyük ve dikdörtgen çadırlar geldi çadır kentlere bu beklentiye karşılık. guruplar halinde kuruldu bunlar, içlerine yerleşildi ve birazcık daha rahat edildi. annemse elektrik çektiğimiz çadırına televizyonu götürmekle yetindi. bir süre daha her şey yolunda gitti ancak havalar soğuyup kış bastırınca bir bez parçasının ne kadar geçirgen olabileceğini gördük hep beraber. bu sefer yalıtım malzemeleri geldi çadırdan kentlere. tahtadan ikinci odalar, kaçak sobalar eklemlenmeye başladı çadırlara. biz küçük çadırımızı muşambalarla kapladık ve aşağıya birkaç battaniye daha indirdik.

    artık bir evi olmayanlar da, olanlar da ne olacağını kestiremez bir haldeydi. soğuk dayanılır gibi değildi. ‘ev’ içinde kalması olanaksız görünen bir mekândı. herkes artık ne olacağını, ne yapacağını bilemez olmuşken 12 kasım düzce depremi ile yeni bir döngü başladı. belleğin arkalarına henüz yeni yeni atılmaya başlanmış korkular tekrar ön saflarda yerini aldılar. birinci katı çıkmayı başarmış ayaklar yeniden çadırlara döndüler pişmanlıkla. işte bu evrede sanırım gayret etmek zorunda olduklarını kabullediler. her an deprem olabilirdi, durum geçici değil tamamen kalıcıydı ve ‘ eve’ dönüşler başladı tüm korkulara rağmen. tabii ki fiziksel olarak bir evi olanlar için. diğerleri içinse prefabrikler yapıldı. yine ızgara sistemli, herkese eşit koşullar sağlama amaçlı, eski şehrin dışında yeni ve güvenli bir şehir olarak. ‘kalıcı konutlara geçene kadar’ lık yeni bir geçici dönem başladı onlar için.

    ama bazıları hiç sahip olamayacak o konutlara ve onlar bir deprem esnasında ilkellikle gelişmişlik, kalıcılıkla geçicilik, evi ayakta tutabilmekle ev peşinde olmak arasında bir eşiğe sıkışmış olarak, bu ülkede inşaat şektörünün çıkmazlarında kalacaklar ne yazık ki. mezarlarında bayram günlerini beklerken sonsuza kadar...
148 entry daha
hesabın var mı? giriş yap