• mahmut makal isimli biri var.
    bu adam kırkların sonunda köy enstitülerinden mezun olup anadolu'ya atanır.
    gittiği yerlerde hayal ettiklerini bulamaz. ünitelerde tasvir edilen renkli köy portrelerine, doğayla içiçe yaşayan mutlu anadolu halkına, al yanaklı gürbüz çocuklara rastlamaz.
    bunun üzerine "bizim köy" isimli bir yazı kaleme alır ve türkiye'yi "köy" gerçeğiyle yüzleştirir. devletin çizdiği köy portresini yerle yeksan eder.

    deniz niçin fırtınalıydı romanından uyarlama ev karadır belgeselinin de olayı bu. füruğ'un, cüzzamlıların yaşadığı tecrit edilmiş köy ile köy halkı üzerine çektiği rahatsız edici bu belgesele dönemin iran hükumeti tarafından bir süre yayın yasağı getirilir. çünkü aydınlık addedilen ev kara çıkmıştır.
    yetmez, yeni bir film sipariş edilir, ismi de ev aydınlıktır.
    (orijinal ismi hane ruşen est)
  • "senin adına övgüler dizeceğim ey ebedi olan! on telli ud ile senin adına övgüler dizeceğim. çünkü sen beni olağanüstü bir biçimde yarattın. kemiklerim biçimlenirken senin bilgin dahilindeydi. ben dünyanın derinliklerinde yaratıldım. bütün uzuvlarım senin kitabında yazılı. ve senin gözlerin allah'ım, beni bir ceninken bile görüyordu. bir daha baharı görmeyeceğim ama bu satırlar kalacak. beni buraya kadar getirdi. kalbim acıdan çatlıyor.
    ah! bir güvercin gibi kanatlarım olsaydı. uçar ve huzurlu olurdum. çünkü şiddeti ve kavgaları gördüm. bu dünyada çok acı çektim. bu dünya gebe ve haksızlık doğuruyor. allah'ım! senin gücün ve senin huzurun dışında nereden sığınak bulabilirim. eğer şafağın rüzgarların asılsam, ve denizin derinliklerinde yaşasam, yine de eşinin ağırlığını üzerimde hissederdim. beni kararsızlıkla sarhoş ettin. senin yolların ne kadar gizemli. yüreğimin acısını söylüyorum. ruhumun yakıcılığını söylüyorum. sessizliğimi korurken kemiklerim ufalıyor. çünkü eşinin ağırlığı üzerimde. hatırla, hayatım bir soluktan ibaret. çöldeki bir pelikan gibiyim. yıkıntıların arasındaki bir baykuş gibi. ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış. dökülmüş su gibiyim. ve ölüp gitmişler gibiyim. ve ölümün gölgesi gözkapaklarımı kaplıyor. beni bırak, beni bırak, günlerim sadece bir nefes. beni bırak, yolculuğuma başlamadan önce geri dönüşü olmayan yere, ebedi karanlıklar ülkesine. allah'ım! güvercininin ruhunu vahşi hayvanlara emanet etme. hatırla, hayatım bir soluktan ibaret. değirmenlerin gürültüsü.. ve o, acı dolu aylara bölünmüş. vr çevremi saran neşeli şarkılar ve canlı ışıklar yitip gitti. ne mutlu, bı zamanda hasat yapanlara ve elleriyle başakları toplayabilenlere. çölde şarkı söyleyen ruhları dinleyelim. ah edenleri ve ellerini gökyüzüne açanları şarkısı. diyor ki: 'eyvah! yaralarım ruhumu hissizleştirdi. zaman akıyor ve öğlenin gölgeler uzamaya başlıyor. ve kuşlarla doku bir kafes gibi, hayatımız da iniltiyle dolu. içimizde hiç kimse bilmiyor, ne kadar vaktim kaldığını. hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere ve bir kurtuluş bulamadık. güvercin ler gibi bağrışıyoruz adalet için. ama kimse duymuyor bizi. ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz. ey sen! sevginin gücüyle taşan nehir. bize doğru gel. bize doğru gel..."
    füruğ ferruhzad
    "ev karadır"

    bu şiiri filmde kendi sesinden duyarız.
    el emeği, oturdum yazdım.
  • - bana içinde ev kelimesi geçen bir cümle yaz, dedi öğretmen.

    - ev karadır.

    bir adı da "kara veba" olarak bilinen cüzzam belgeseli tarzında bu film için çok hoş bir final cümlesi olmuş.
    furuğ ferruhzad şiirlerinin başarısı ortada ama bu filme bakarak öyle görünüyor ki bugün yaşasaydı en iyi sanat filmlerine imza atacaktı.
    ne yazık ki dünya onu çok gençken kaybetti.
  • 20 dakika süren bir belgesel film. füruğ ferruhzad, ibrahim gülistan'a ait olan gülistan film stüdyosunda çalışırken resmi makamlardan tebriz'deki cüzzamlılar eviyle ilgili kısa bir film teklifi gelmiş. kabul ettikten hemen sonra küçük bir ekiple ve kurgusuz bir şekilde çekilmesine rağmen kısa sürede de tamamlanmış.
    görüntüler “bu dünyada çirkinlik kıtlığı yok. eğer insanlar ona gözlerini kapatırsa daha da çoğalır ama insan sorun çözücüdür. bu ekranda çirkinliğin resmini, acı çekmenin tasvirini göreceksiniz ki önemsememek insafsızlık olur. insanlığa olan hürmetimizden bu acıyı hafifletmek için bu çirkinliğe karşı savaşmalıyız. bu filme esin kaynağı olan bu umuttur.” diyerek başlıyor. film sırasında dış ses olarak füruğ ferruhzad'ı da dinliyoruz, görüntülerdeyse insanların görmekten pek de hoşlanmayacağı, başını çevirmek isteyeceği şeylere özellikle odaklanmış füruğ. açıkçası ben izlerken ara ara dişlerimi sıktığımı fark etmiştim. son olarak da füruğ evden ayrılmadan önce orada karşılaştığı çocuklardan hüseyin mansur'u evlat edinmiş.
    “içimizde hiç kimse bilmiyor ne kadar vakti kaldığını
    hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere
    ve bir kurtuluş bulamadık.
    güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için
    ama kimse duymuyor bizi
    ve karanlıkta ışığı bekliyoruz”
  • furuğ ferruhzad'ın "cüzzamlılara yardım derneği" nin isteği ile çektiği, "baba bağı cüzzamlılar evi" nin öyküsünü anlattığı belgesel niteliğinde bir kısa film.
  • filmi izledikten sonra, daha birçok eser üretebilecek iken 32 yaşında vefat eden füruğ ferruhzad için kahrettim, zaten iyiler erken ölür...
    (bkz: füruğ ferruhzad)
  • furug ferruhzad tarafından çekilmiş filmin adıdır. film sadık çubek'in (bkz: deniz niçin fırtınalıydı)romanının sinemaya uyarlamasıdır. film, batı almanya film festivali'nde en iyi film ödülü almıştır. furug ödül için " bu ödül bizim için önemli değildi. ben zaten alacağım lezzeti almıştım. olabilir, bana bir oyuncak hediye ettiler. oyuncağın ne anlamı olabilir ki? ödül de bir oyuncaktır." demiştir.
  • füruğ ferruhzad tarafından çekilen, cüzzam hastalarını gösteren 20 dakikalık kısa belgesel. belgeselde okunan şiir kendisine ait, seslendiren de kendisi.

    öğretmen, cüzzam hastası öğrecideni, içinde ev kelimesi geçen bir cümle yazmasını istemesi üzerine öğrencinin "ev karadır." yazması da oldukça acı ve manidar.
  • en yakın zamanda izlemeyi istediğim film. üstteki entry’e laflar hazırladım (debe’ye de girmişti hatırladığım kadarıyla):

    köyün, köylülerin şeytanlaştırılmasını ezikçe buluyorum. entry’de bahsi geçen mahmut makal köy enstitüsü mezunu olduğuna göre, şehirli olamaz (en fazla kasabalıdır). köye gidip de “şok” olması gerçek dışı. çalıkuşu feride, istanbul’dan fransız kolejinden anadolu’nun köyüne geldiğinde şok olur ama köy enstitülü biri olamaz (köy enstitülü insanlar tanıyorum, dediğim gibi en fazla kasabalı, çoğu köylü fakir ve yetim çocuklar). ki, çalıkuşu’nda köylüler eleştirilirken, şehirliler sütten çıkmış ak kaşık olarak gösterilmez.

    rahatsız olduğum şey, köylüler çok boktanmış iddiasında bulunup, şehir sanki mükemmelmiş gibi düşünmek. cevap şakir’in öz babasını öldürmesini “romantik” bulanların, köylünün birinin cinayet işlemesine “çomarlık” demesi mide bulandırıcı. tomris uyar edebiyat dünyasını katar yaptığında “normal”ken, kezban kocasını aldattığında “oynak” olmuyor (kezban, kocasıyla evlenirken seçememiş ya da fazla düşünmemiş olabilir, maddi ve manevi olarak boşanma seçeneğine sahip eğitimli birinin, tercih ederek evlendiği eşini aldatması çok daha ucuz). palu ailesi “şok” iken, garipoğlu ailesi evla değil (7 göbek istanbullu perihan mağden, cem garipoğlu’nun ardından katliama övgü ağıt yakmıştı).

    en komiği de, köylülere en çok saydıranlar, tıpkı bu mahmut makal gibi sonradan görme şehirliler (doğunun, karadeniz’in ya da iç anadolu’nun bok püsur yerlerinden gelmiş, babaları esnaf, ailenin ilk “okumuş” ibişleri). benim babam da köy kökenli, ege’nin çağdaş görüşlü bir çerkez köyünden (babam ve köyden başka bir kaç arkadaşı 60ların sonunda üniversite için ankara’ya gelmiş, köyde doğmuş çocukların üniversite mezuniyet oranı çok yüksek). küçükken çok isterdim o köyde de bir evimiz olmasını, geç saatlere kadar mekan sınırı olmadan çocuklarla oynamayı (dedem ve babaannem çocukları için izmir’e yerleşmişler).

    annesi eski istanbullu (dedesi fabrikatörmüş), babası amerikalı bir arkadaşım, üniversiteyi new york’ta okudu. bir süre çalışıp silicon valley’deki süper işinden istifa etti, senelerce dünyayı dolaştı ve şimdi marmara’da bir köyde yaşıyor, köy ilkokulunun hademesi olarak çalışıyor.

    şehir iyidir güzeldir, insanlar toplu şekilde yaşamak için daha “medeni”’davranmak zorunda kalır, ama aşiret ya da tarikat vb yoksa, köyler de gayet güzel olabilir (ki, aşiret ve tarikatların hükmü altındaki şehirler de gayet bok püsurdur). kökenleri olan köyü beğenmeyen insanlar kendilerine iyi baksınlar, armut dalından uzağa düşmüyor (makyajınız değişse de, aynı b.ksunuz).
  • böyle çarpıcı anlatımlar insanı ilk önce sarsıyor, düşündürüyor peşinden de galiba nispeten iyi bir zamanda dünyaya gelmişim şükrüne götürüyor. üstelik dünyanın pislik ve çirkinliklerle dolu olduğunu bilmeme rağmen. itiraf edeyim bu histe biraz bencillik var. şöyle ki karnım doyuyor, ilaç bulabiliyorum, kadınlığımı yaşarken onlara göre rahatım vs. furuğ, bir kadın şair ve insan olarak kısacık ömrüne çok şey sığdırırken bundan da fazlası acıyla geçmiş. hepsinin üstesinden sanatla gelmiş galiba diyor insan. bu kısa belgesel de kendisinin çekimiymiş, şairane bir anlatım, cüzzam hastalığının sebep olduğu kötü ve gerçek görüntüler, çocuklar, kadınlar ve erkekler baslı başına iç acıtıcı ve hayatı sorgulatıcıydı.

    ev karadır
hesabın var mı? giriş yap