• böyle bir çocuk davranışı gerçekten de var. dayak azaldığında öğrenci kalitesinin düştüğüne dair bir başlık okudum bugün biraz. okuduklarım utanç vericiydi o ayrı. ama oradan aklıma geldi bu eski bilgi ve biraz bahsetmek istedim. açıklamaya çalışayım.

    çocuk doğduğunda dünyayı anne - babası üzerinden algılıyor. anne - babasının davranışlarını genelleyip dünya hakkında fikirler ediniyor. anne - babanın birbirleriyle, kendisiyle ve çevreyle olan ilişkilerini dikkatle izleyip kendisi ve dünya hakkında bazı kararlar alıyor. diyelim ki sadece iyi beslensin diye ona sevmediği patlıcanı çaktırmadan yedirip sonra "o böreğin içinde patlıcan vardı kiii" dediniz ve genel olarak çocuğunuzla ilişkinizde böyle davranışlarınız oldukça fazla. çocuk da haliyle diyor ki: insanlar seni kandırabilir, yalan söyleyebilir, dikkatli ol. evde huzursuz, her an gerginlik ve kavga çıkabilen bir ortam mı var. huzursuz, güvensiz bir çocuk ortaya çıkıyor.

    çocuk yetiştirirken en kritik durum şurası bence. çocuk, anne - babasının kendisine karşı olan davranışlarını kendisine mâl ediyor. örneğin anne - baba kavga etti ve baba evi terk etti. bu süreç iyi yönetilemezse çocuk, babanın kendisini de terk ettiğine dair bir hissiyat geliştirebiliyor. diyelim ki kronik depresif bir yapımız var ve tamamen kendi içimizdeki sorunlardan çocuğumuza da yeterli sevgiyi gösteremiyoruz, ona yeteri kadar gülümseyemiyoruz. çocuk bize bakıp "ne sorunlu insan bu da yaa" demiyor tabi ki. ben sevilmeye değer bir varlık değilim sanırım diyor. bu düşünce kalıbı onu biraz üzgün, belki biraz huysuz, belki biraz öfkeli yapıyor. bu çocuk çevreyle ilişkilerinde de huysuz ve öfkeli davrandığı için bir süre sonra gerçekten dışarıda sevilmemeye, dışlanmaya başlıyor.

    bir çocuğu, olumsuz davranışları sebebiyle ya da tamamen sabrımızın taşması sebebiyle, dövdüğümüz zaman çocukta bir sürü mekanizmayı harekete geçiriyoruz. bir aie düşünün 10 tane çocuğu var. o çocuklardan birisi de ahmet. o ailenin ahmet'e vakit ayırması, onunla ilgilenmesi, tüm dikkatini ona yöneltmesi mümkün mü? değil tabi ki. peki ahmet ne zaman tüm dikkatin ve ilginin kendi üzerinde toplandığını, özel olarak ilgilenilmye edeğer olduğunu hissediyor? güzel ve uzun bir dayak yediği zaman. bu dayak ahmet'in çok canını acıtıyor, ama olumlu tarafları da var. ahmet bunu bilinçli yamıyor tabi ama farkında olmadığı ikincil kazancı ilgilenildiğini hissetmesi. harley harlow'un deneyini hatırlayın. orada maymun bebek açlıktan değil, sevgisizlikten ölmüştü. sonra ahmet okula başlıyor; ama onun sevgiyi alma biçimi de, sevdiğini gösterme biçimi de vurmak, can acıtmak ya da canının acıtılması olmuş. çok çocuklu ailede büyüyen yetişkinlere dikkat ederseniz karşıdakinin canını acıta acıta, biraz sert severler.

    başka bir ailede büyüyen ve yine dayağa maruz kalan ali'yi düşünelim. siz dışarıda aliyle tatlı tatlı konuştuğunuz, onu sözlü olarak uyardığınız zaman ali bunu zayıflık olarak algılıyor. çünkü ali dayak ve korkuya alışmış.

    dayak arsızı olmak diye bir tabir var ya. o dayak arsızı çocuk sevilmeye değer olmadığını hissedip yediği dayakları hak ettiğini düşünüyor olabilir; sevgiyi alma biçimi dayak olabilir; dayak atmayanı zayıf görüyor olabilir. bu yüzden evde dövülen çocuk gerçekten de okulda da dövülmek için elinden geleni yapar.
  • öğretmenler bu tür durumlarla çok sık karşılaşır. çocuk dayak yemeyi, ben buradayım, beni görün, varlığımı hissedin manasında kodlamışsa kafasında, öğretmene düşen çocuğun bu dayak açlığını gidermek değildir.
    çocuklarımıza "koşulsuz sevgiyi" öğretelim. öğrencilerimizi tembel, çalışkan diye ayırmadan hepsini sevelim. biz okulda kast sistemiyle okuduk, sınıfımız çalışkan, orta ve tembeller sırası olarak üçe aytılmıştı. öğretmen sadece çalışkan sırasıyla ilgilenir, tembelleri aşağlardı. sevgisiz ve ilgisiz öğrenciler varlığını hissettirmek için yaramazlık yapar ve dayak yerdi. dayak yiyince insan mutlu olur mu? olurlardı.
    okullarda dayak tamamen kalkmalı, batıl orta çağ zihniyetini bırakıp. öğremcilerimizi, kendilerini değerli hissedecek şekilde yetiştirmeliyiz. bunun yolu da koşulsuz sevgidir.
  • eşimin anlattığı gerçek. kendi iş arkadaşının başına gelmiş. adam kavga eden iki velet görmüş, gözüyle olaya şahitlik etmiş ve sınıfa girince “o kavga edenler el kaldırsın hemen, bir de benden dayak yiyecekler” diye seslenmiş. sınıfta azılı 6 kişinin parmağı kalkmış “o bendim” diye. diğer 4 kişiye “olm niye parmak kaldırıyorsunuz, siz orada değildiniz ki” deyince “biz de dayak yemek istiyoruz” diye yanıt almış adam.

    çünkü evde sevgi(!) dayakla ifade edildiğinden okulda da bunu bekliyor çocuklar.

    demiyorum ki şiddet ile eğitim gerekli. asla. olay psikolojik destek verilmesi o çocuklara hatta ailesinin elinden alınması. ama devletten böyle bir hizmet gelmez.
  • genelleme yapmamak gereken saptama.

    sezgin kaymaz'ın kün adlı romanında konyalı küçük ömer tam tersini yapar. tabii bu kadar değil, ötesi de var. konya il halk kütüphanesi'nden yetişmiş olan hüdai nabit; ömer'i doğru yola sevketmeseydi neler gelirdi zavallıcığın başına.

    diyeceksiniz, peki şimdi ne oldu; haklısınız, ama hiç olmazsa kün'ü okumaya değer.

    hüdai nabit'i sınıflamak için:
    (bkz: halk kütüphanelerinden yetişenler/@invulnerable).

    kün hakkında fikir edinmek için:
    (bkz: kün/@invulnerable).
  • artık öğretmenlerin en büyük derdinin eskisi gibi rahat rahat çocuk dövememek olduğunu düşünmeye başladım.

    bu ne lan her gün, yok evde dayak yiyen çocuk okulda yoksunluk çekiyor, yok dayak bitti eğitim kalitesi sıfırın altına indi, yok zamanında günde üç posta sopa yemeseydim depodaki nobellerin yarısını kazanamazdım...

    ruh hastası dingillere bak ya.
hesabın var mı? giriş yap