• babaannemin annesinden kalma porselen kül tablası.

    birincisini yakar, eklem romatizması nedeniyle sağa sola bükülmüş parmaklarının arasındaki sigarasını sallaya sallaya küfrederdi hayatına. erken yaşta ölen dedeme, sanki onun seçimiymiş gibi ölmek, kızardı. kül tablasına sigarasını koyup kedisini, hayvanın gözlerinin beyazları görünecek kadar bastırarak okşardı. sonra işlerini bi yoluna koysun beni kreşten alacak kendi bakacaktı, lisedeydim oysa.

    deli değildi. sanmıyorum.

    "sigarayı bırakmazsan ölürsün teyze" diyen doktor, 93 yıllık ömrü boyunca gördüğü dördüncü doktordu. "hassiktir ordan" dedi. hepimiz çok güldük.

    babaannemin kül tablasını dökmek benim işimdi. yarım santim kalana kadar sömürülmüş filtresiz birinciler...

    dördüncü doktoru dinledi babannem. bir daha hiç sigara içmedi. bir daha hiç konuşmadı, hiç televizyon izlemedi, hiç kahve içmedi. kedisini bile sevmedi.

    babaannem öldü.

    parmakları düzelmişti sanki, soğumadan yetiştim ben, öptüm sıcacık..

    küllüğü aldım çantama attım, kulağım patlıyordu "kurtuldu" lardan... " takdiri ilahi" lerden. bahçeye çıktım, babama baktım. karşımda ağlayan babam değil, küçük, annesi az önce ölmüş bi erkek çocuğuydu, kızamazdı bana. olduğum yere çöktüm, küllüğü çıkardım, bir sigara yaktım. ortalıkta şaşkın şaşkın gezinen kediyi çağırdım, bastıra bastıra okşadım. babaannemdin ben. sigara bitince babama sarıldım.

    sonrası bilinen seramoni.

    şu antikayı kaldır dediğinde eşim ondan döner gözüm. bazen bir kül tablası sadece bir kül tablası değildir sözlük. bir hayattır, babaannedir belki...
  • kuran'dır aga.

    okunup sen de canlı kuran olasın, okuduğunun okunuru olup okunurlarını oluşturasın diye varken, ya duvara asılır ya en üst rafta tozlandırılır.

    sonra da herkes kafasına uydurduğu bir islam'ın müslümanı ya da münkiri. ne güzelmiş o öyle!
  • (bkz: kumanda)

    sürekli basıyorlar. arada sırada fırlatılıyor falan. ortalık orospusu.
  • (bkz: gardrop) vefatından bu yana, adettendir diye bir çift pabucunu kapının önüne koymak dışında, hiç bir kıyafetine dokunamadım. hepsi ütülü, son giydiği bazılarında yves saint laurent'in kouros kokusu saklı. kimisi özel günler için, kimisi bayramlık, kimisi işe ya da doktora giderken giydiği. hepsi bir arada, dile gelseler kim bilir neler neler anlatırlar; sessiz sedasız bekleşiyorlar yalnızca. bazen de göz göze geliyoruz. gömlek kollarına dokunduğumda sanki elini uzatıp tutacakmış gibi elimi sımsıkı..yaka düğmeleri dışında diğer düğmeler ilikli hep. ve kravatlar takılmayı bekliyormuşçasına hazırolda hepsinin üzerinde. kapıyı çalsa, bir gelse ve açsa gardrobunu yeniden? hiç korkmam, nereden çıktı, nasıl geldi demeden onu seyrederim doya doya. içli.
  • ütü bezidir.

    annem geçtiğimiz sene aniden vafat etti. aniden diyorum çünkü bir hastalığı yoktu. canım annem öyle küt diye gitti. neresinden baksan bir varmış bir yokmuş misali kötü bir masal.

    tabi babam, ben ve kardeşim için büyük şok oldu. detaylarına girmeyeceğim ama tahmin edeceğiniz gibi zorlu bir süreçti.

    insan çok sevdiği birini kaybedince onun dokunduğu, kokusunun sindiği her şey bir servet değerinde oluyor. akıllı bile olmayan telefonun sikimsonik kamerasıyla çekilip, iphone alınınca unutulan görüntü kalitesi yerlerde sürünen fotograflar bile paha biçilmez bir anı oluyor. hepsini saklamak istiyorsun. hepsini muhafaza etmek. çünkü hepsi biraz "anne" oluyor o saatten sonra.

    bu duygusallıkla eşyalarını toparlıyorsun. sanki çeyiz hazırlar gibi hepsini katlıyorsun özenle. bir kutuya yerleştiriyorsun. kimse dokunmasın artık onlara. kimsenin olmasın o eşyalar. hepsi benim, hepsi benim olsun istiyorsun.

    sonra bir gün işe gidecekken bakıyorsun ki gömleğin ütüsüz. geç de kalmışsın. aceleyle ütü masasına koşuyorsun. ve görüyorsun ki o paha biçemediğin her şeyden biri olan annenin pembe fuları ütü bezi olmuş.

    ütü yaparken insan ağlar mı? ağlarmış, onu görüyorsun, onu deneyimliyorsun.

    babaya da söyleyemiyorsun üzülmesin diye. çünkü o da bilmeden, muhtemelen senin eşyan diye almış ütü bezi yapmış o fuları. her sabah babayı ütü masası başında o fularla görüyorsun ama bir şey demiyorsun. çok üzülür çünkü, biliyorsun.

    hani kadınlar derler ya ütü yapmaktan nefret ediyoruz diye, onlara katılmaya başlıyorsun. hak veriyorsun. sen de ütü yapmaktan nefret ediyorsun artık. çünkü, ütü evin en hüzünlü eşyası ütü bezini içeriyor ve ne zaman ütü yapsan seni hüzünlerden hüzünlere gark ediyor.
  • (bkz: tuvalet fırçası) daha ne olabilir?
  • (bkz: fotoğraf albümü)
    bir arada ve mutlu olunan zamanların izlerini taşıyan fotoğraflar...
  • müebbetlik mahkumun el işi şatafatlı maket bir gemidir.

    okyanuslar hayal edip duvarlara toslayan bir adamın hayalkırıklığıdır masada duran
  • bir beşiktaş atkısı, çerçevesini alıp, duvara asamadigi diploması, paketleyip evime getiremediği tablosu, arabasının anahtarı, çekmemesinden çıkan notlari...

    ama en cok da hastaneden ele tutturulan torbadaki cüzdanından cikan uc fotoğraf, anneme, ablama ve bana ait olan...

    9 gündür evin her kosesinden sessizce cikan anilar, esyalar babamdan geriye kalan...
  • annemin üçgen biçimli, tığ işi, siyah yün şalı. efsanevî boyun ağrılarımın başkası olmaz sarmaşığı.
    bir de son giydiği ev ve kapı önü terlikleri. kapı önü terliği, on iki yıldan sonra halen kapının önünde.
hesabın var mı? giriş yap