• direkt albümü konuşmayacağım, ilk önce bunu belirteyim. ben olayın bütününe bakıyorum.

    dün bu albümün lansmanı, youtube üzerinden ürdün'de yapıldı. şanslıydım, iş yerimde canlı canlı izleme fırsatı yakaladım iş güç arasında. şu anda da girip albüm lansmanını izleyebilirsiniz. şunu söylemek istiyorum, bu sunulan prodüksiyon işin artık bambaşka boyutlara geldiğinin en güzel göstergelerinden, temaşalarından biri. düşünsenize bir albüm yapıyorsunuz (ki günümüzde albüm yapmak bile başlı başına bir duruştur) ve bu albümü bir konsept içinde milyonlarca izleyiciye sunabiliyorsunuz. tamam coldplay bu prodüksiyon olayını mylo xyloto'dan bugüne sonuna kadar hakkını vererek, üstelik her albümde bambaşka bir konseptte yapıyor ama bilhassa everyday life'ın prodüksiyonu harika olmuş.

    başta da belirttiğim gibi, albümü seversiniz sevmezsiniz, ben işin orasında değilim. zaten ben de en hit olan şarkılara takıldım ilk dinlemelerimde. sonra açılır elbette ama arabesque, church ve troble in town öne çıkıyor. bilhassa arabesque tam bir hit. hatta bir de -çıkıntılık yapmayayım ama- japanese edition'da flags diye bir bonus şarkı var. o da çok iyi.

    ama hepsinin toplamında diyorum ki, bu albümü ilk çıktığı günlerde dinledim. meh deyip bir köşeye çekildim. fakat dünkü lansmanı izlerken dedim ki, 'bu adamlar gerçekten bu işe kafa patlatmış'. zaten böyle böyle coldplay oluyorsun. bu olmasa olmaz mıydı? olurdu, ama bunu da yapsa yapsa coldplay yapardı, yapabilirdi. zaten bir grup bunu söyletiyorsa dinleyenine, amacına ulaşmış demektir.

    bilhassa 2007-2012 arası coldplay'i o kadar çok dinledim ki, zaten bugün baktığımda bile last.fm'imde en çok dinlediğim 8 grup arasında onlar var. elimde son iki albüm hariç, live kayıtları dahil tüm orijinal cd'leri mevcut. demem o ki, son yıllarda sık sık dinlemesem de coldplay, hep bende olan, benim olan bir gruptu. şu 'yaşam koçluğu', 'sevgi kelebeği' hallerini sevmesem de, mazimizin ve 10 üzerinden 10'luk olan lansmanının vefası adına ben everyday life'ı sevdim diyorum. en azından a head full of dreams'ten çok daha iyi, ama ghost stories'in iki adım gerisinde.

    dünya dönüyorsa bu tarz işleri yapanların yüzü suyu hürmetine dönüyor. ve lütfen, -oryantalist zırvaları bir zaman da olsa bir kenara bırakıp, yani çok takılmamaya çalışıp- ürdün'deki lansman konserini bir şekilde izleyin. o şova biraz vakit ayırın. o zaman demek istediklerim akıllarda daha bir oturacak.
  • coldplay artık dünya mirası gibi bir şey oldu. albüm -ne yalan söyleyeyim- beni pek yakalayamadı. güzel melodiler var, konsept fena değil ama çok da özel duyulmuyor.

    ilerleyen zamanlarda bir şekilde sevdirebilir kendini. yine de alkışladığım bir şey var, müziklerini hala ilginç ve taze tutuyorlar. örneğin oasis, 90'ların bir sembol grubu olarak kaldı belki ama bu adamlar başka bir yolu yürüyorlar ve yetenekliler.

    diğer konu da şarkı süreleri çok kısalmış. tekrar tekrar dinleme isteği uyandırıyor mu peki, işte burada problem. 50 dakikalık albüm ikiye bölünmüş. tabii sektör değişiyor, artık her şey daha hızlı.

    bence coldplay için orta seviye bir iş olmuş. çok daha güzel albümleri var.
  • chris martin kendine yeni bir grup bulmuş gibi bir albüm. cold play'den bağımsız dinleyince etkileyici, cold play ile kıyaslayınca tatsız. marul gibi bir albüm.
  • henüz albümü hakkında bir şeyler yazabilecek kadar çok dinleyemedim. çünkü ilk şarkısı beni esir aldı. sunrise'ı gerçekten çok çok beğendim. çok mistik, çok huzur verici geldi.
    petra'yı, ürdün'ü görmek istediğim şu zamanlarda üzerine lansman videosunu da izleyince keşke orada olsaydım dedirtti.
  • mor ve ötesi'nin yapacağı albümü coldplay yapmış gibi duran güzel albüm.
  • yarın sabah işe giderken heyecan duymamı sağlayacak albüm. şarkıları listeme aldım. yarın sabah sendrom filan kalmaz.
  • tanım: coldplay'in deneysel son albümü.

    taze taze dinleyip geldim sazı elime aldım gencolar. öncelikle iyi kötü vb demeden önce müzik seçiminin tamamen kişisel zevke dayandığını bir hatırlayalım.
    buraya yazmadan coldplay başlığını da okudum geldim, bir arkadaş senelerdir beklediğim albüm demiş, başka bir arkadaş vasat demiş vb vb.
    şahsi beklentim ise a rush of blood to the head albümüne benzer şarkılar bulmaktı.
    albümde iki tane enstrümantal parça var sanıyorum, iki tanesi de kilise korosu ile söylenmiş gibi. geri kalan şarkılar da birbirinin aynı.
    yağmurlu günde cam kenarında oturup ne bok yiyorum lan ben bu hayatta nereye gidiyorum diye dışarı bakarken dinlenecek şarkılar.
    indie house ile country karışımı birbirine benzeyen transa geçiren bir havası var albümün.
    dikkatimi çeken bir başka konu da fazlasıyla dış sesler kullanılmış, parçaların çoğunda kuş sesi, oynayan çocuk sesleri, sokaktan korna sesleri falan var. birden çok parçada duyunca trt radyo tiyatrosu gibime geldi.

    müzikoloji mezunu falan değilim ama şimdilik yorumlarım bunlar. birkaç kez daha dinleyeceğim. bu entry kendini imha da edebilir, albümü sonradan göklere de çıkarabiliriz.
  • coldplay 'in en farklı, en özgün ve en temiz albümü olmuş.
  • coldplayın gayet başarılı son albümü. kapakta yer alan sefarad grubu tarzında fotoğraftan da görüleceği üzere, albümün güzel bir doğu-batı hikayesini anlatacağını fark ediyorsunuz. parçalar arası geçişler çok iyi, enstrümanlar çok doğal ve sound çok gerçek. yani albümü herhangi bir yerde dinlediğinizde salt dinlemiyorsunuz; onu yaşıyorsunuz da! favori parçam, beniadem (bkz: children of adam) olsa da, diğer şarkıları ayırt etmekte zorlandım. kısaca grubun ürdün seyahati albüm konseptini olumlu yönde etkilemiş ve batı insanının doğuyu görüp etkilenmesi klişesinden (bkz: orientalism) öte bir iş çıkarmışlar. chris martin de biraz dalgalanmadan sonra özüne dönmüş. iyi ki dönmüş!
  • coldplay resmi kliplerini yayınlamış bu şarkı için. bir iki afrikalı, arada sarılan lezbiyenler filan gösterince her şey "hayat işte" demişler. bir de 'ubuntu' öğretisi var klipte, klasik, her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde iyi vardır muhabbeti. bunu da kliplerinde şöyle ifade etmişler "kirli el olmasaydı, temiz olan nasıl temiz olduğunu bilmezdi." bu öğreti ubuntuymuş. ben ubuntu'yu işletim sistemi olarak biliyordum, kökünü öğrenmiş oldum. he şarkı güzel, dinlenir.

    o değil de, lübnan'a filan gidip, tarihi kapılarda, sahillerde müzik aletleri çalarak orayı hissetmiyorsunuz sevgili coldplay (buraya yazıyorum çünkü burayı okuyorlardır biliyorum.) artistlik yapmayın olm, bir iki orta doğulu ile kanki oldunuz diye tüm dünyaya bunu everyday life diye yediremezsiniz. (bkz: sanatçıya artistlik yapmayın demek)

    neyse güzel, klipli şarkı.
hesabın var mı? giriş yap