• 1977 yılında olimpiyatlara dahil edilmiş bulunan ezoterizm dalında bugüne dek kimlerin birinci olduğu kamuoyuna açıklanmamıştır.
  • araştırmayı, incelemeyi, ilgilenmeyi çok sevdiğim alanlardır ezoterik, okült konular; fakat muhtelif gözlemlerime dayanan bir eleştirim olacak, teoride egonun yönetilerek doğru biçimde ve yöntemlerle yönlendirilmesinin öğrenilmesi, kibrin ise böylelikle kendiliğinden eriyip yiterek kaybolması konunun temellerinden, esaslarından biri iken günümüz ezoterik oluşumlarında, hatta konuyla bireysel olarak ilgilenen bazı "yalnız yolcu"larda dahi inanılmaz bir kendini beğenmişlik, başkalarından üstün görme, her şeyi bildiğini ve daha da kötüsü her durumda en iyi kendisinin bildiğini sanma, bütün kişisel aşağılık komplekslerini herhangi bir oluşumun iç dinamiklerine ait hiyerarşilerle tatmin etmeye çalışma, fakat o kaf dağında burunlara rağmen (!) hala literalizm düz mantığı, ezberlenmiş kalıplar, formlar, normlar, şekilcilik vs. mevcut. henüz kendi içinde insan olmayı dahi beceremediği halde kariyer yapıp çalışıp çabalayarak toplum tarafından yüksek oranda kabul gören ama klişe ve yaratıcılıktan, deneysellikten uzak bir meslek sahibi olunca burunları birdenbire haksız yere kaf dağına çıkan genelgeçer zavallı güruhtan çok da farklı değiller, zihinlerinde bazı "kırılma noktaları"na erişememiş çoğu. halbuki yumurtanın kırılışı, tekamül içeriden başlar kuşkusuz, "en büyük (d)evrim ruhsal olandır". ah ah, o kadar uçurum aşacaksın, "dark night of the soul" geçeceksin ama o kibir hala sağlam, tam, bütün ve yerinde mi kalacak? hiç ama hiç inandırıcı değil. bence onların ezoterizmi "kağıt üstünde", maddi düzlemle sınırlı kalan birtakım nitelik ve niceliklerde, hepsi bu. gerçekten gören (g)özler amiyane tabirle artık bu türden imaj kaygılarını "yemiyor".
  • ezoterik öğretiler, kimi ortodoks bilim çevreleri var olduklarını kabul etmese de, atlantis ve öncesinde mu'ya kadar uzanır. ezoterik öğretiler genel olarak ve kabaca; insanın sayısız kere dünyaya geldiğine ve bu yolculuğu boyunca "kamil insan"a ulaşmaya çabaladığına inanır. bir kere "kamil insan"a diğer bir deyişle "tanrısallığının farkına varmış insan"a ulaşınca bir daha dünyaya gelmeye gerek kalmaz. tüm insanlar eşit ve kardeştir. fakat inisiye edilmiş yani ezoterik öğretiye kabul edilmiş kişiler tanrısallığa daha yakındır. ezoterik öğretilerle ilgili elimizdeki en eski bulgu 1883'te james churchward tarafından batı tibet'te bir manastırda bulunan naacal tabletleri'dir. atatürk'ün de mu konusuna ilgi duyduğu hatta konuyla ilgili araştırma yapması için güney amerika'ya tahsin mayatepek isimli bir şahsı gönderdiği bilinmektedir (mayatepek soyadını kendisine atatürk vermiştir). bu tabletlerin kaynağı günümüzde sular altında bulunan mu kıtasıdır. bu tabletlerde "tek tanrı" anlayışı dikkat çeker. çok tanrılı inanışlar, ezoterik öğretilerin halk içinde zamanla bozulmaya uğramasıyla oluşmuştur. mesela yunan tanrılar panteonundaki bir çok isim daha önceden yaşamış ezoterik rahipler'dir (bkz: hermes). mu öğretisi, ada sular altına gömülmeden bunun olacağını fark eden rahipler tarafından doğuda mısır'a tibet'e ve uygur'a, güney amerika'da maya'lara taşınmıştır. kullanılan bir çok sembol ve inisiye yani öğretiye kabul törenlerindeki benzerlik bunu kanıtlar niteliktedir. örnek olarak mayalar da piramitler inşa etmişlerdir. ezoterik öğretilerde semboller büyük önem taşır. rahipler sırlarını bu semboller sayesinde korumayı başarmışlardır. çok kadim bir sembol olan ve iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan davut yıldızı bu sembollerden biridir. musa ve isa'nın da aslında inisiye edilmiş rahipler oldukları ve öğretileri halk tabanında basitleştirerek, kadim sırları korumak şartıyla yaydıkları da iddia edilir. öğretiye kabul edilmek isteyen biri zorlu sınavlardan geçirilir ve özel ritüellerle gizlilik yemini ederdi. ayrıca (bkz: mason).

    konuyla ilgilenenlere, yurt yayınları'ndan çıkan cihangir gener'in "ezoterik-batıni doktrinler tarihi" kitabını öneririm.
  • gizli ogreticilik
    belli sayida muride anlatilan, az ve oz insanin bilmesi gereken ogretiler
  • sembolik dil...

    ezoterizm kavramını anlamanın en iyi yolu sembolizmi anlamaktır.

    misal gül sembolü... orjini bilinmeyen bu sembol bütün büyük dinlerce, gizli cemiyetlerce ve çeşitli örgütlerce kullanılmış, mimari ve sanatın merkezine oturmuştur. umberto eco'ya göre gül o kadar çok anlamlıdır ki, neredeyse anlamsızdır... çünkü her şeydir, o nedenle hiçbirşeydir... hz. muhammed'in gülle ilişkilendirilmesi, gül haç örgütü, ortaçağ kiliselerinde gül pencere kullanımı, hz. isa'nın kanının kırmızı gülle ilişkilendirilmesi... gül aslen lotus çiçeği gibidir. kat kat açılması da varoluşun katmanlarına göndermedir. ezoterizm işte bir güle tüm evreni sığdırmaktır. çünkü zihin aslen sembollerle çalışır. sayı ve harflerle değil. bazen tek bir sembol, sayfalarca yazıdan daha etkilidir. o sembolün anlamını bilmeseniz bile... o nedenle hitler tersine dönen swastika sembolünü kullanmıştır. o nedenle doğu ve batının ortasında köprü konumunda olan türkiyenin bayrağı "tesadüfe" bakın ki doğunun sembolü ay ile batının sembolü yıldızdır...
  • ezoterizm, asıl gerçeklerin yalnızca anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara bildirilebileceği görüşü üzerine temellenen bir öğreti sistemidir. genel olarak, arapça ve eski türkçe'de "batıniyye", fransızca'da "esotérisme" ve ingilizce'de "esoterism" ya da "esotericism" karşılığıdır. bu sözcüğün türkçe'de yeni kullanılan karşılığı "içrekçilik"tir.
  • ezoterizm sözcük olarak yunancadan eswterikov " içe ait , içrek , sadece müritlerin bildiği " (gizli ogreticilik olarak kullanılmıstır ) sozcugunden gelmektedir.
    anlam olarak ise ezoterizm “ sadece belli sayıda müritlere açıklanan halkın düzeyine inmeyen ya da inmemesi gereken doktrine “ denir . ezoterik doktrin “ müritlere sözlü olarak aktarılan tüm bilgi ve öğretilere “ denir.
    meydan larousse ansiklopedisi ise türkçe eşanlamlısı içrek başlığı altında daha geniş bilgi vermektedir : “yalnız vakıf olanlara öğretilen / vakıf olmayanlarca anlaşılmayan bilgi ve ya eserler için kullanılır/"

    ezoterizm hakkında dikkat edilmesi gereken bir husus da dinlerin ezoterik ve egzoterik yanları olmakla birlikte , ezoterizm sadece dinlerin ezoterik yanı demek degildir . bunu yanında ezoterizm sadece belli topluluklara ait bir din de değildir. kutsal olan sadece dinin tekelinde bulunmaz , daha farklı bir deyi$le kutsal ile ilgilenen her öğreti bir din olmak zorunda değildir . ezoterizm kutsal olana daha derin bir bakı$tır sadece
  • en büyük düşmanı rasim ozan kütahyalı olan gizleme ve gizlenme sanatı.
  • bu başlıkta yazdıklarımızı okuyanlar şimdi yazdıklarıma yabancı bakmazlar. en azından öyle düşünerek artık biraz daha ilerisine gitmek istedim. zati başlığa yeni şeyler yazmakta çok geciktim. tarih süresince bir hayli ekol ve kuruluş neden ekzoterik değil de ezoterik bir sistemi benimseyerek uygulamıştır?...

    üstelik bu ekol ve kuruluşların arasında emelleri ferdi olmaktan çok öte, topluma ve insanlığa yönelik amaçlar besleyenleri de olduğuna göre; hiç olmazsa bunların ezoterizmi benimsemeleri emelleri ile ikilem yaratmaz mı?

    toplumun ve insanlığın faydanına ve evrimine olan bir bilgi, gerçek, ezoterik bir kuruluşun muhtevanında gizli tutulunca, evrimsel gelişme gecikmeye uğratılmış olmaz mı?

    ezoterizmin temel özelliklerini incelemeye geçmeden önce bu suallere cevap getirmeye çalışmamız gerek…

    hele konuyu masonluğa, mason kuruluşlarına, masonlara getirecek olursak, bu mesele daha da ciddi bir boyut kazanır. zira bu sualler her masonun ara ara bir haricî ile masonluk üzerine yapabileceği sohbetinde karşısındakinin bilgi düzeyinin yetersizliği hasebiyle karşılaşabileceği suallerdir.

    son zamanlarda bir mason bu tür suallerin cevaplarını verebilmeli, bilmediğini söyleyemeyeceğine göre kaçamaklara yönelmemelidir. ancak ne yazık ki öyle olmadığını görüyoruz. (hay allah!... masonlara taş mı atmış oldum acaba?)

    rastgele bir kuruluş veyahut topluluğun çalışma sisteminin ezoterik oluşu, ille de emelinden ileri gelmez. emel saklı ise, ezoterik çalışma sistemi de natüreldir. hata böyle bir vaziyette alakalı kuruluş ezoterik olmaktan daha ileri gider ve bir gizli örgüt kimliğine bürünür.

    ancak bu noktada bir gizli örgüt ile ezoterik örgütün farkını da çok iyi bir şekilde ortaya koymak gerekir. (haydi bakalım, masonlara bir taş daha… acaba masonlar bu farkı ne ölçüde biliyor? bunu masonluğun bir gizli örgüt olduğunu ileri sürerek saldırıda bulunanlara bir yanıt olarak veriyorlar mı?)

    ezoterik örgütün kesinlikle kendine has bir öğretisi, bu öğretinin verilmesinde uygulanan bir sistemi vardır. gizli bir örgütün ise bir öğretisi olabilir fakat olmayabilir de. üstelik bir gizli örgütün ezoterizmin yoluna uygun bir tarzda çalışması da gerekmez. ezoterik bir örgüt, varlığı ve diğer bir hayli nitelikleri kamuoyunda bilinen bir örgüttür. bir saklı örgüt ise varlığını dahi gizlemeye önem verir.

    öğretiye dönelim…

    şayet mevzubahis öğreti toplumları oluşturan halk tabakalarının, bir başka söylemle çoğunluğun kanıları ile çatışmıyorsa, inançlarına ters düşmüyorsa, dünya görüşleriyle aynı paraleldeyse, hayat düzenleri ve anlayışlarıyla çelişmiyorsa, özetle rastgele bir yenilik ya da değişim önermiyor ve getirmiyorsa başka bir deyişle sıradan bir adam bu öğretiyi yadırgamıyorsa; ezoterizmin gereği yoktur.

    ne var ki ekseriyetle ortam bunun tam tersine bir görüntü sergiler. bilhassa din ile, bilim ile, sanat ile, töre konusunda konularda bu böyle olagelmiştir. sıradan bir adam, bütün bu konularda yanılgılarını gidermek ve yanlışlıklarını düzeltmek şöyle dursun, kendi doğru bildiklerini sallayacak rastgele bir şeye karşı hoşgörü dahi gösteremez.

    hele konu “akıl” yoluyla kavranması şart olan bir öğretiyse, bunun çoğunluğun inançları veyahut benimseyişleriyle çatışması hiç de sürpriz değildir.

    bu olguda suçlanması şart olan direk doğruya toplum mu?

    hayır. asıl suçlanması şart olan, toplumu oluşturan insanları bu istikamete iten birtakım egemen ve çıkarcı güçlerdir.

    bu egemen ve çıkarcı güçler, kendi egemenlikleri ve çıkarlarının daimiliği toplumları oluşturan geniş halk kitlerinin bilgisizliğine, tutuculuğuna hem de bağnazlığına bağlı olduğu için, bu vaziyetin böyle sürmesi için ellerinden geleni yaparlar. dolayısıyla bu olgunun sorumlusu da onlardır.

    ilmi ve akılcı bilgi ya da belirtilerini toplumlarına ve insanlığa mal etmekte çabuk olanların hiçbirinin sonu iyi gelmemiştir. böyle kişiler, ilk olarak kendilerini savunabilmek için ihtiyaç duyulan tedbirleri almayarak iyi niyetli ama heyecanlı atılımlarından dolayı yaşamlarını tabii müddetinden çok önce yitirmişlerdir. yaşasalar bile esir edilmiş, eziyet altında kalmışlardır. böylelikle toplumlarına ve insanlığa asıl verebilecek olduklarından pek azını verebilmişlerdir. bu insanlar, gerçek değerlerini, yaşadıkları çağdan çok sonraki bir çağda kazanmışlardır. birer dahî, yiğit, kahraman ya da lider mevkisine yükseltilmişlerdir ama ne yazık ki çok geç!...

    dolayısıyla ilmi ve akılcı bilgi, ortam elverişli olmadığı sürece saklı tutulmayı gerektirir. hatta bu kadarı bile yetmez; bu konuda çalışan kişilerin birbirleriyle olan ilişki ve iletişimlerinin de örtülü tutulmasını zaruri kılar.

    elverişli ortam oluştuğunda ise, söz konusu bilimsel ve akılcı bilginin saklı tutulmasının sürdürülmesine gerek kalmaması bir yana dursun, o spontane açılır, topluma ve insanlığa mal olur. hiçbir ezoterik kuruluşun gücü bu olguyu engellemeye yetmez.

    bu konuda şeyh bedrettin şöyle demiş: «gerçek halka söylenemez; zira onu anlayamayacak olanlar ya yollarını sapıtır ya da o gerçeği söyleyeni suçlarlar.»

    ezoterik sistemin uygulanmasında en başarılı örneklerden birini vermiş olan hermetizmde şöyle bir ilke vardır:

    «gerçek, ona yaraşır olandan başka hiç kimsenin eline geçmemelidir. onu öğrenmek isteyenlerin akıl ve buyrultularının yeterince kuvvetli olduğu üzerine garanti sağlanmalıdır. akıl ve buyrultusu güçsüz olanlar, ya yolun dönülebilecek olan bir mertebesinden geri döner ya da yüz yüze geldikleri gerçeğin karşısında delirmekten kendilerini alıkoyamazlar. her iki vaziyette da vakit ve enerji boşa harcanmış olur. bu yolun sonuna varabilmek için her türlü tehlikeye göğüs germek, zorluklara katlanmak, ölümsüzlüğe hazırlanmak gereklidir. diğer taraftan gerçeği ele geçirenler kötü niyetli ise, ele geçirdikleri gerçeği de kötüye kullanırlar. şu halde gerçeği gizlemekten başka çıkar yol yoktur. bulmak, bilmek ve susmak gerek.»

    ancak hermetizmin işaret ettiği bu gereklilik çok katı bir şekilde uygulanacak olursa, ezoterik sistemde çalışan bir kuruluşun kendi içinde dahi bilgiye erişmeyi sanki olanaksızlaştırıır,0 en azından güçleştirir, dolayısıyla evrimi engeller gibi bir görünüme bürünür.

    ahilerin fütüvvetnamelerinden biri bu konuya çok güzel ve pozitif bir özdeyişle izah getirmiş:

    «bilgiyi ehil olana vermemek, ehil olmayana vermek kadar yanlıştır.»

    bu özdeyiş, ezoterizmin işleyişine de pek uygun… bilgi ancak asgari düzeyde yeterli anlayış ve kabiliyetteki kişilere, gelişme bu yolunda ilerleyebilme özelliği gösterenlere verilecek, başkalarına verilmesinden sakınılacaktır; zira yanlış değerlendirilmesi hem de reaksiyonla karşılanması mevzubahis olabilir. ama bu sistemde çalışmakta olan bir kuruluşa inisiye olan bir kişi de öğretinin tümüne erişemeyebilir. bir başka söylemle, her ezoterik kuruluşun ortak özelliklerinden biri olan “dereceler sistemi” kendi kendine oluşur.

    bütün bunlardan sonra sanırım ezoterizmin nedensel gereğini şöyle özetleyebilirim:

    özgürlüğün savunması ve bu suretle evrimsel doğrultuda ilerleme.
  • (#74537206) (#75178770) (#75179403)

    bir başlangıç noktası olarak aldığım antik mısır muasırlığı, m.ö 5000’li senelerden hemen hemen günümüze kadar uzanmış bir yapılanmadır. kayıtlı tarihi ise m.ö. 3. asırda mısırlı tarihçi manetho tarafından geriye dönük olarak sülalelerin kabaca hesaplanması biçiminde yapılmış, ancak m.ö. 3500 senelerine kadar uzandırılabilmiştir. ondan öncesi faraziye.

    eldeki tarihsel bilgiler şunu gösteriyor: m.ö. 5000 senelerinde başlayan antik mısır muasırlığının çeşitli yerlerindeki yapılanma, m.ö. 3500’lü senelere gelindiğinde akrep kral menes tarafından tek bir kültür içinde bütünleştirilmiş.

    hermetik ilkeler, m.ö. 3500’lü senelerden başlayarak antik mısır kültürü ile etrafındaki tüm coğrafyaya dağılmış vaziyetteydi. kuzey afrika’dan arap yarımadası’na, oradan orta doğu’ya uzanmıştı. antik mısır dünyasının tüm inançları, bu tarihsel akış içinde kuzey afrika, anadolu, suriye, ürdün, ırak diye bilinen levanten bölgeyi ve yemen ile beraber tüm arap yarımadası’nı kapsıyordu.

    bulunduğu her bir noktada, sistemin inanç biçimini vurgularcasına, “mukaddes nokta”, “kutsal kaya”, “kutsal sütun” ve “kutsal dağ” kavramlarını da içermekteydi. buna rağmen, mısır’da osiris isimli mitolojik efsaneden gelen bir anlatıma dayanarak bulunan 12 çok özel tapınak, bu sistemin ana lokomotifi görevini üstlenmişlerdi.

    araştırmacıların üzerinde tam bir uzlaşmaya varamadığı nokta, insan soyunun ilk muasır yerleşim düzenine geçişi ile birlikte sistemli inançların ilk defa hangi coğrafyada başladığı hususundadır. kimileri bunu antik pers orijinine dayandırır; kimileri antik mısır ile bu arada ortaya çıkan antik hint kültürünü gösterir. önce antik mısır ortaya çıkmış gibidir. m.ö. 2800’lü senelere yakın bir dönemde de, doğuda indus vadisi’nde antik hint kültürü yeşermiştir. her ne kadar hindu inançları ve uygulamalarında hermetik ilkelerin detayları son zamanlarda dahi yürürlükte olup büyük kitlelere hitap etmekte ise de, aslında bunun oralara sonradan gelen ve hindistan’dan levant bölgesi ile beraber tüm orta doğu’ya dağılan bir etkileşimin neticesi olduğu anlaşılıyor.

    hermetik ilkeler dizini binlerce sene oralarda kaldı. vakit içinde değişime uğradı. kuzeye ve batıya, dolayısıyla avrupa’ya yönelmesi çok daha sonra oldu. [daha sonra bir ara hermetizm’in antik mısır ile etraf coğrafyalarda onlarca sene süresince geçirmiş olduğu safhalara değineceğim.]

    m.ö. 7. asır başlarında, nil deltasında helen asıllı muhacirlerin kurduğu ikamet alanlarında antik mısır kültürü helen kültürü ile iç içe geçmeye başladı. helenlerin burada bulunuşu, hem mısırlılar için bir tampon bölge oluşturmakta hem ticaretten askerliğe kadar bir hayli alanda helenler gibi mısırlılar da o kültürün içinde bulunmaktaydı.

    m.ö. 525-332 seneleri arasında mısır, perslerin egemenliği altına girdi. m.ö. 343’de son firavun nectanebo ıı saklıca etiyopya’ya kaçınca, persler o tarihe kadar eşi görülmedik bir yok etme, soy kırım teşebbüsüne başladı ve erişilebildikleri tüm tarihi eserler ile kayıtları ortadan kaldırdılar. ancak bu tarihe kadarki gelişmede antik mısır mitolojisindeki tüm kahramanlar zati helen mitlerindeki kahramanlar ile benzer özelliklere sahip olmuş hem de isimleri da helenleştirilerek helen tanrısal ligi açılımını oluşturmuşlardı.

    m.s. 1. yüzyılda iskenderiyeli philon, tevrat’ta yer alan vahiyi helen felsefesiyle uzlaştırmaya çabalamıştı. ancak musevi düşünürler onu görmezden geldiği için, tesiri sadece hıristiyan babalar ile hudutlu kaldı. yahudiler, bu bağlamdaki helen düşüncesini ve inancı akılla doğrulama istikametindeki “islâmi kelâm” ilmini ancak 9. ve 10. yüzyıllarda arapçadan yapılan tercümeler sayesinde keşfedilebildi.

    mısır’ı coğrafi bakımdan çevreleyen bölgelerin kültürleri, antik mısır kültürü ile daimi ve bire bir ilişki içindeydi. bundan dolayı antik mısır kültürü ve hermetizmin detayları konusunda ipuçlarının büyük bir bölümü, onu çevreleyen diğer kültürlerde kalan verilerde bulunmuştur. bir diğer söylemle, perslerin istilâsı esnasındaki felaketler somut olanı ortadan kaldırmış fakat soyut olan varlığını sürdürmüştü.

    antik mısır ile irtibatlı bu oluşumların sahnesindeki bir diğer tarihi olay ise, -çok önceden- mısır’daki yerleşik düzende bulunmuş olan musevîlerin bu ülkeyi ayrılarak kendilerine yeni bir ülke aramak için yola çıkmaları, sonra da bunun çevresinde gelişen mit üzerinedir. daha sonra bu mit düzenli bir dine dönüşecek, tüm evvelki uygulama ve ritüeller sanki uluslaştırılacak, mısır ile irtibatlı tüm öğeler titizlikle seçilip ayıklanacaktır. bundan böyle musevîlik, -artık ona yahudilik diyebiliriz- sonra da hıristiyanlık, kendi içlerinde aslında antik mısır inançları ile irtibatlı olan detayları kendi dogmalarına göre ayrı ayrı tertip edeceklerdir.

    ancak ya heretik (sapkın) kıvılcımlar veyahut hiçbir şeye uymayan yaklaşımlar ile her sistemin ilâhiyata açılımında, hepsinden değişik ve büyük ve asal bir ilkenin, bir ananenin varlığı, ister istemez dikkat çekecektir.

    aynı tempo, belli bir oranda bu iki büyük dinin benimsemiş olduğu sistemlerin devamı olacak, ancak bu kadarla kalmayıp sonradan doğacak olan üçüncü büyük din sistemini başka bir deyişle islâmiyet’i de etkileyecektir. hermetik ilkeler, hepsinde oluşan heretik yapılanmalar ve sistemin geneline ters olarak su yüzüne çıkan motifler ile her yerde kendisini gösterecektir. gerçi onlar antik mısır dininin çok tanrılı görünümü sebebiyle bunu yadsıyacaktır ama bu davranış güneşi balçık ile sıvamaya çalışmaktan başka bir şey olmaz.
hesabın var mı? giriş yap