• fakirlik, yoksulluk ile eş anlamlı bir kavram değil. burada tartışacağım olgular da yoksullar değil, fakir hissedenler olacak. çünkü varsıl bir insan da zihinsel olarak fakirlik yaşıyor olabilir. ve günümüz toplumunda birçok insan, içlerinde böyle bir fakirliği deneyimliyor.

    elinde bulundurduklarının insanı fakirlikten kurtarması için, ötekiyle ilişkisinin tasarımı bir önem taşır. diyelim bir arabanız var. bu iyi bir şey, değil mi? yani sizi bir yerden bir yere taşıyacak bir aracınızın olması faydalı. peki sizinle aynı üniversiteden mezun sınıf arkadaşınız ali bmw'ye biniyorsa ve sizin aracınız ford'sa? arabanız olmasının verdiği fayda değişmese de eğer ötekinin eline bulundurduğu şeyler sizin için önemliyse kendinizi olduğunuzdan daha fakir hissedebilirsiniz. bu örneği evlere, takılara, maaşlara, kıyafetlere hatta eşlere bile uygulayabilirsiniz. ötekinin elindeki odağınızda olursa elinizdeki aynı kalsa da azalıverir.

    varsıl hissetmek için sahip olmak istediğiniz şeylerin elinizde olması gerekir, ve ötekinin elindekini sürekli gözleyen ve kıyaslayan bir insan için daha fazlasına/farklısına sahip olma arzusunu dindirmek ve varsıl hissetmek çok güçtür.

    modern dünya süreğen olarak birilerinin dikizlendiği bir yere dönüştü. ötekinin ne deneyimlediği insanın özgün deneyiminin bir parçası haline geldi neredeyse. o ne giyiyor, ne yiyor, nasıl yaşıyor, ilişkisi nasıl... ve o dikiz penceresinden görülenler, insanların ellerinde tuttuklarıyla ilişkisini kıyas, beklenti ve kıskançlık üzerinden kirletir oldu.

    dışarıdan bakarak 'mükemmel' bir imaja sahip olduğu düşünülen kişilerin gerçekten mükemmel olup olmadığını tartışmak yerine, neden bu insanın hayatı beni ilgilendiriyor demediginiz sürece fakir kalmayı kabullenmişsiniz demektir. varsıl olmak için daha fazlasının peşine düşmekten önce, odağınızı ötekinden kendinize kaydırmanız gerekir.
  • bir baba için büyük bir acıdır...
  • parayla sahip olamayacağın tek şeydir.
  • insanın çocukluğunu, gençliğini tüketen, yok eden şeydir. çocukken arkadaşlarınızda gördüğünüz oyuncakları aileniz size asla alamamıştır, bunu bildiğiniz için arkadaş buluşmalarında o pahalı oyuncaklarla oynayıp doymaya çalışmışsınızdır. ergenlik zamanı ise her arkadaşınız gitar alıp bir ay sonra kenara atarken, spor kurslarına yazılıp üşenip gitmezken siz evde oturup "ben zaten beceremezdim" bahaneleriyle kendinizi rahatlatmaya çalışırsınız. aileniz bir şekilde giyim kuşamınızı temiz ve güzel tutsa, herkes sizi normal bir insan olarak görse de içiniz uktelerle dolu, boğazınız hep düğümlü, geceleri ağlayarak büyümüşsünüzdür.

    bu durumun tek pozitif yanı ise arkadaşlarınız dışarıda kurstu, gezmekti vakit geçirirken sizin evden çıkacak paranız olmadığı için oturup sıkıntıdan ders çalışmanızdır, bu sayede hepsinden daha başarılı olursunuz. eğer biri gelse ve başarı mı gençliğinizi yaşamak mı dese seve seve başarıdan vazgeçebilirsiniz, ama arkadaşlarınız bunu bilmezler ve sizi başarınızdan dolayı kıskanırlar, hatta bazıları saçmasapan tavırlara girer ve sizden uzaklaşırlar.

    mezun olup işe girince elinize maaşınız geçtiğinde ise ne yapacağınızı bilemezsiniz. ilk zamanlar harcamayı bilmezsiniz, amaçsızca saklarsınız. bir süre sonra aklınıza eski ukteler geldiğinde "asla çok geç değildir" mantığıyla o ilk istediğiniz gitarı alırsınız. orta yaşınızdan sonra ünlü bir gitarist olamayacaksınız, grup kurup albüm yapıp dünyayı dolaşamayacaksınız çünkü herşey için artık çok geçtir, masabaşı işi olan bir şirket çalışanısınızdır. çalışma saatleri belli, monoton bir hayat için yıllarınızı o şirkete para karşılığı satmışsınızdır artık. her akşam eve gidip akşam yemeğinizi yedikten sonra kenarda duran o gitara bakarsınız, elinize alıp çalmaya çalışırsınız, ama hem öğrenmek için artık çok geçtir hem de hayal kurmak için geçtir, çünkü gençlik elden gitmiştir artık.
  • insanı üzen ruh hali.

    öteden beri tüm sorunlarımın maddi kaynaklı şeylerden olduğunu ve aslında hemen hepsinin sadece birazcık para ile çözülebileceğine gönülden inandığım için kendimi dertli bir insan olarak görmedim. sadece bir zaman meselesi, bir süreç diyerek kafama takmadım hiçbir şeyi ve yaşamın tadını çıkartmaya devam ettim. üzülen, kendine dert edinen arkadaşlarımla dalga geçtim, kendimi örnek gösterdim.

    işe girdim, çalıştım, biriktiremedim. birikir elbet diye kendi kendimi telkin ettim. birikmeyi bırak aradan geçen dört yılın ardından henüz herhangi bir ay sonunu görebilmiş değilim. yani görmekten kastım cebimde 30 tl olsa yeter. ona görmek derim ben. ama 0/48 arkadaş elimi sikeyim.

    sıkılıyor insan, ben sıkılıyorum en azından. hava çok güzel bugün be sözlük, fakir olmak için fazla güzel.
  • immanuel kant'a göre fakirlik insanların özgürlüğünü etkiler, onların gurur ve benzeri değerlerini zedeler.
  • tespit edebildiğim kadarıyla ingilizce'de dört ayrı sözcükle ifade edilen kavram:
    poverty,
    indigence,
    penury
    ve
    pauperism

    imdi,, ben ilki ve sonuncusuna kısaca değinmek istiyorum:
    öncelikle belirtilmesi gereken şudur ki, "poverty"nin kökü "poor" değil; "pauper"dır. gerçi bu "poor"un da kökü "pauper"dır. ancak arada şöyle bir fark var: "poor", soyluların dışındaki herkestir. ya da veblen'in terimcesiyle konuşacak olursak, "aylak sınıf" mensubu olmayan herkes fakirdir; şaşaalı tüketemez* fakat tüketiminin ardındaki saik parasal özentidir.*
    bu konuda mufassal malumat'çün lütfen (bkz: thorstein veblen/@zifir)

    bu, "pauper" denilen adam ise, çok daha kötü durumdadır,, köprü altında yatan, geçimliğini çöp karıştırarak temin eden vs. insanlar için kullanılır. buradan hareketle poor için "fakir, yoksul"; pauper için "düşkün" denmesini önerilebilir.
    ayrıca, "poor"a dünyanın her yerinde, "pauper"a ise -ancak- çok gelişmiş yahut başka bir ifadeyle "merkez"* ülkelerde tesadüf edebileceğimize dikkat çekmek isterim.

    gelelim işin ilgi çekici yanına--
    uzun zaman boyunca siyasîler ve iktisatçılar bu fakir adamların nereden gelmiş olduğuna kafa yormuşlar.*
    mutabık olunan fikir, ilerleme* ve düşkünlüğün* birbirinden ayrı düşünülemeyeceği.

    son üç yüz yılda, her defasında önerilen çözümler (son iki yüz yılda bilhassa sosyalist düşüncede) ise neredeyse ayrıklıksız bir ve hayli dikkat çekici:
    bu adamları yani "fakir" olanları biraraya getirmek ve sıkı bir gözetim ve denetim altında çalıştırmak (farkındaysanız, burada "fakir"ler söz konusu; "düşkün"ler değil zira bu düşkünlerden herkes umudunu kesmiş durumda):

    bakınız efendim, kim, ne önermiş:

    robert owen: (bkz: villages of union)
    françois fourier: (bkz: phalanstéres)
    proudhon: (bkz: banks of exchange)
    louis blanc: (bkz: ateliers nationaux)
    ferdinand lasalle: (bkz: nationale werkstatten)
    stalin: beş yıllık kalkınma planları

    ayrıca en meşhurlarından biri için,,
    jeremy bentham: (bkz: panoptikon)

    fakat bu tasarıların hiçbiri işe yaramamıştır. açıkçası, bunun iktisadî açıdan gizemli bir yanı da yoktur,, ve hatta robinson crusoe'nin yazarının, daniel defoe'nin daha 1704'te, benzer görüşler öne süren bellers ve locke amcalara cevaben yazdığı makalede de belirttiği gibi, çok basit bir nedeni vardır "fakir"leri biraraya getirip işbirliği/kooperasyon yöntemiyle çalıştırmakla "fakir"liğin önüne geçilmesinin nâmümkün olmasının:

    eğer fakirleri kamusal kurumlarda biraraya getirip istihdam eder/çalıştırırsanız bu sefer de özel imalathanelerde işsizlik başgösterecektir. evet: dışlama etkisi'nde bahsediyoruz; ta kendisi! (bkz: crowding-out effect)

    hâsıl-ı kelâm, zordur efendim, "fakirlik"le başa çıkmak; meseledir!
  • hiç bir çocuğun maruz kalmaması gereken şey

    bunu çocukken yaşarsan bir daha asla ama asla iflah olmazsın. ay playstationım olmadı, bi tane barbie bebeğim vardı tipi fakirlikten söz etmiyorum burada. yazılanlara baktım da arkadaşların gitarı filan demiş insanlar.

    ulan o kadar fakirdik ki arkadaşımız olmadı lan. öyle rezil bir sefalet amk. ortaokulda filan zaten kimse seninle konuşmuyor. feci vicdansız çocuklar ve ergenler. seninle sadece senin kadar sefil durumda olanlar konuşuyor. onların da çoğunlukla senin gibi utançtan kafalarını kaldırıp kimseyle arkadaşlık edecek halleri yok. azıcık kafan filan da çalışıyor burstu, sınav kazanmaydı senden üst sınıf ebeveynlerin çoru çocuğu ile takılmak zorundaysan ki genel olarak herkes senden üst sınıf iyice siki tuttun.

    annenin eve bakkaldan ne alınırsa alınsın sevmem dediği tip bir fakirlikten söz ediyorum. lan insan nasıl bisküvi, çikolata sevmez derdim. ki bir paket bisküviyi bi sürü çocuk paylaşıyorsun zaten. sen de, o da ayda yılda bir tadına bakabiliyorsun. meğerse kadın biz yiyelim diye öyle diyormuş. ben büyüyüp orta üst sınıfın o ikiyüzlü amcık ağızlı bireylerinden biri olduğum bir gün telefon edip kızım markete gidersen bana biskrem ve ruffles alsana dedi. lan sen sevmezsin ki dedim. çok seviyorum ben dedi. içime bi oturdu. ki kendisini zerre kadar sevmem.

    anne, ben çocukluktan üniversiteden mezun oluncaya dek aynı kabanı giydi. böyle demodelik, çirkinlik, paçavralık yok lan.
    bir gün de okula gidecem baktım baba aşşağıda bizim ödevden artan mukavvayı kesip ayakkabısının içine sokuyor. akşam adam eve gelince gizli gizli baktım ayakkabısının altında kocaman delik var lan. böyle küçük bir bozuk para kadar.
    hayatım bu vicdan azapları ile heba oldu. ikisi de şiddet yanlısı saykolar olmalarına rağmen okuyalım diye bok gibi hayat sürmüşler. doğurmasalardı amk da diyemiyorsun. bildikleri tek yol oymuş. ahır gibi evde çor çocuk iç içe yat. gece çişe kalksan onun bunun üstünden atlıyon vs. hep ben olmasam o ayakkabıyı giymek zorunda olmazdı, o iğrenç lanet kabana maruz kalmazdı derdiyle yaşadım amk.

    ekmek almak dönüşü para üstü kaybettiğin için öyle bir dayak yiyorsun ki bir daha götün yiyorsa hata yap. hayatın boyunca hata yapmaktan korkarak yaşa.

    ayda yılda bir komşuya gidersin. annen evde tembihler. sakın tabağı bitirmeyin. oysa bir dilim kek bir de poğaça var tabakta. lan biri tuzlu biri tatlı. çocuğum amk. evde zaten yok bunlar. bırak yiyeyim işte.

    her yıl okul başlarken içimizde o tatsız heyecan. ingilizce eğitim veren okula gidiyoruz. o kitaplar allahım nasıl pahalı. tanıdık ara, üst sınıflardan birini bul, yalvar yakar satın al ikinci elini. birisi lütfeder bedava verirse yıllarca diyetini ödemek zorunda kal. testlerin hepsi yapılmış. fill in the blanks demişler, doldurulmuş. günlerce sil onları. temizle.

    sürekli öğretmene maddi durumumuz müsait değil demek zorunda olmak.

    beden eğitimi eşofmanını alamadığın için ve param yok amk diye bağıramadığın için her ders, ya dersten atılman ya fırça yemen.

    allahım üniversite kazanılır kayda gidilecek bilet parası bulunmaz. anatomi atlası lazım olur ev parası. erlen al, beher al. yok ulan param. siktiğimin beyaz önlüğünün yedeğini al. her çocuk üniversiteyi kazandığında aynı stres yaşanır. büyükşehir soğuktur mont alamazsın. karda giymeye ayakkabı gerekir alamazsın. ayağına iki çorap giyersin. pantolonunun altına pijamas giyersin. görünecek diye ödün kopar. soğuktan ağlaya ağlaya yurttan okula gittiğim gün sayısını bilmiyorum amk. ankara ayazını sikeyim.

    ay içim şişti.

    neyse konu şu.

    dünya üzerinde tek şeyi yok etmek hakkım olsa kendim olurdum. çünkü bencil ötesi bir piçim.

    iki şeyi yok etmek hakkım olsa ilki kendim ikincisi de çocukların fakir olması olurdu.

    ve başkalarının da bunları yaşamış olması içimi hiç hafifletmiyor lan. daha çok ciğerim yanıyor.

    ps/ benim hemen üzerimde (bkz: serifhuseyin) isimli bir yazar yazmış tam göndere basmadan okudum. içim cız etti. bütün fakir çocuklar şimdi yarım insanlar. ve asla tamamlanamayacaklar.
  • tok karna içilmesi gereken ilacı içememektir. çekirdek yiyom aq kaç saattir.

    (bkz: öğrenci evi)
  • genetiktir. babanız fakirse siz de fakir olursunuz. genlerle geçer. zengin olucam diye boşuna kasmayın.
hesabın var mı? giriş yap