• geçtiğimiz hafta, fatih erkoç konseri var, gidelim mi diyen arkadaşıma gidelim de ben şarkılarını pek bilmiyorum dedim. dün küçükçiftlik konserindeydim. meğer ben bir fatih erkoç fanıymışım. 36 yaşıma kadar fark etmemişim. hadi oynatmaya az kaldı, ellerim bomboş tamam ama, ben sana aşık oldum gibi gibi, tatlısın şamatacı seni gidi gidi şarkısını hangi ara öğrendim acaba.

    adam trombon çaldı, yan flüt çaldı, gitar çaldı, yetmedi klavyeyi tersten çaldı. yüzlerce konsere gitmişimdir, en eğlendiğim konserlerden biriydi ki bence kendisi de sahnede epey eğleniyor. hissediyorsunuz. ne varsa 90'larda var valla.

    ileride bu konseri hatırlayıp o an amma mutluydum derim elbet; ama mutlu olduğumu mutluyken fark ettiğim ender anlardandı.

    senden kalan tek anı bu aaaa aaaa aaaaaa.

    https://youtu.be/zvhmalkahbo
  • kimi insan vardır yorumcudur, kimi enstrümanisttir, kimi bestecidir, güftecidir. fatih erkoç türkiye’de yaşayan en iyi yorumculardan biridir; ama en kötü bestecilerden biridir de aynı zamanda. bilmem kaç yıla yaklaşan sanat hayatında akılda kalan üç beş şarkısı olması bunun göstergesidir. yani bu kadar zamanda üç beş şarkı da olsun artık. enstrüman yeteneğine gelince, evet birçok enstrüman çalmaktadır ama virtüözitesinin olduğu bir enstrümanı henüz bizlerle tanıştırmamıştır. yine de en neticesinde farz olduğu üzere fatih erkoç’u şu parantezde toplayabiliriz: “müthiş yetenekli.“

    “ellerim bomboş” şarkısı sıradan bir şarkıdır ama emmoğlu yorumu bu ülkenin standardının çok üzerindedir. bir sanat müziği eserini seslendirirken mest etse de, gucibik pop şarkıları ile sabrımızı zorlayıp durur.

    son tahlilde fatih erkoç’la ilgili bir ayarsızlık olduğu kesin… belki de bu ayarsızlık kendi tercihidir. yani zaten yeteneklerini dorukta sergileyebildiği pozisyonları canlı çalışmalarında tatbik edip doygunluğa ulaşırken, albüm yaptığında deneysel müzikler yapacak kadar ‘rahat’tır belki de. sanatçı egosunu sahnelerde doyurmakta, gündelik hayatında ‘yorumcu hissiyatsızlığı’ hastalığından mustarip olduğundan müziğine-sözüne hissi katamamaktadır. bilemeyiz… burada benim gördüğüm tek şey fatih erkoç’un müzikle kendinden geçebildiği ki bu da onu özel yapan şeylerin başında geliyor.

    70'li yıllarda ‘yabancı müzik’ dediğimiz müzik türleri ülkemizde şöyle bir salındıysa da, 80 darbesi sonrası dünyadaki konjonktürün de etkisiyle öze dönüş ve türkçe’nin/türk’lüğün öne çıkması sanatçıları evrensel eserler vermekten biraz geri tuttu. bu dönemde albüm yapma/müzik duyurma fırsatı bulan birçok müzisyende fatih erkoç’unkine benzer bir durum görebiliriz. fatih erkoç’un kendini duyurmaya başladığı zamanlarda bir caz albümünün türkiye’de satılma şansı düşüktü; hele bir de ingilizce olacaksa. fatih erkoç’un yapacağı ingilizce bir caz albümünün muhtemelen 100 tane basılıp bir kenara atılan şiir kitaplarıyla aynı kaderi paylaşması kaçınılmazdı.

    belki daha sonraki bir dönemin insanı, karakterini de sevmezsin ama burak kut da benzer bir kaderi paylaşmıştır mesela. karakterini ben de pek sevmezdim burak kut’un -nereden tanıyorsam (bi kaç kere barda burda görmüştüm)- ama adamın sesi enteresan bir ses. hani o genç zamanlarında, “bebeğim” değil de müzikal söyletsen, kolatur soprano bir yorumunda muhtemelen adamın sesine hasta olurdun. ama kayboldu gitti. bir ihtimal de kendi yeteneğinin farkındalığı ve bunu değerlendiremeyişi yaşla olgunlaştıkça onu vurmuştur.

    fatih erkoç’a dönecek olursak, şu durumda fatih erkoç’un kaderini biraz “açık radyo daimi küçümseyici düz-muhalifliği”yle “türkiye’de doğmuş olmak” kadersizliğine bağlamak isterim. böylesine berrak, etkileyici bir sese sahip, sesiyle virtüözlüğün doruklarında dolaşan, ayrıca çeşit çeşit enstrüman çalabilen, doğaçlama yeteneği şahika, böylesine mest olan ve mest eden bir insan başka bir ülkede ne durumda olurdu? muhtemelen çok çok daha iyi olabilirdi. ama tabii yine bu nerede doğacağına bağlı. mesela finlandiya’da doğsa bundan fazlası olamayabilirdi, harlem’de doğsa, zaten onun gibi bir sürü insan olacaktı. belki de doğduğu yer başka olduğunda bu mücadeleyi vermeyecek, belki albüm bile yapamayacaktı. ama diğer ‘belki’si de kaçınılmaz… yani türkiye’deki gibi bir yoldan geçse, dünya çapında hayranları olan bir evrensel müzisyen olması (ki öyle zaten de bunu sadece biz biliyoruz) kaçınılmazdı.

    fatih erkoç’un yaşlandığını gördükçe onun bu ülkede verdiği mücadeleye, böylesine bir yeteneğe doyamamış olmamıza üzülüyorum. tabii ki bu tamamen benim onu, bizzat onu görmek istediğim pozisyona göre konumlandırışım. belki de adamın evrensel müzik yapmak gibi bir derdi yoktur. kendisini bilmiştir, tanımıştır ve kaderini kabullenmiştir. bu yüzden ben de, bu ülkeden dışarıya taşma ihtimalinin yorucu mücadelesinin çizdiği ütopik portreye bakıp, her türk genci gibi, “aslında biz bundan çok daha iyisiyiz, dünyanın bizi bu derece sklememesini hazmedemiyoruz” hissiyatıyla, ‘bizden bi cacık olmaz ama adam tescilli yetenekli, o niye türkiye’den aşmıyor?” diye hayıflanıyorum. şu da bir gerçek ki biz “o” dünya, o ülke, o medeniyet, o bilinç değiliz. şu bir gerçek ki türkiye’nin belli bir ortalaması var. ve şu bir gerçek ki fatih erkoç, yanında sayılabilecek bazı insanlar gibi, türkiye’ye fazla, türkiye’nin ötesinde, türkiye’nin bulunduğu boyutun dışında bir adam. mustafa topaloğlu da öyle belki ama onun sesi çok kötü. seda sayan değil mesela.

    kendisine kalan ömründe başarılar, bolca, lois armstrong türküleri, sanat müziği albümleri diliyorum. eğer cover’cılık yapacaksa, bildiğimiz bir parçayı bize çeşit çeşit, farklı farklı gösterecek, yorumlayacaksa onu da yerim. yeter ki bize bu ülkede olduğuna ve bu ülkede kaldığına değecek bir şeyler göstersin. desin ki, “bu şarkı böyle de söylenebilirdi, böyle de çalınabilirdi, böyle de yorumlanabilirdi“; desin ki, “şahane sanat müziği şarkıları var ama berrak berrak, gönüle gönüle söyleyen yok” ve desin ki, “yeteneğini herkesin kullandığı şekilde kullanmak zorunda değilsin… “

    bunu sana, bana, ötekine; kaderi kazayla ölümlere kurban gitmekten, geleneğin, törenin öngördüğü hayatı yaşayıp sonunda cartayı çekmekten ibaret olan, başka bir yaşama formatı bilmediği için hep denenmiş hayatları yaşayan ve yeteneklerini hep aynı şekillerde harcayan herkes için, bizim için söylesin…

    fatih hoca sorumluluğu ağır verdik kusura bakma.
  • yıl 2002. üniveristedeki ilk yıl. orada okuyan arkadaşımızın daveti üzerine kar gök yuzunde tipi, yerde dizlerimizde iken 5-6 vesait değişerek koç üniversitesine gittik. konser de caz konseri. caz festivali kapsamında yapılan ve fatih erkoç'un solist olarak çıktığı bir konser.

    en niyahetinde malatya'da lise okumuş insalarız. caz felan dinlemişliğimiz yok tabi. lisede ellerim bomboş, sensiz olamam, elveda tatlım dinleyip içlenen bebeleriz gecen seneye kadar.

    caz mevzusu yüzünden çekine çekine gittik. gittik ki ne gidelim! konser saati geldi koca salonda toplasan 30-40 kişiyiz ve 5i zaten biziz. rumelifeneri'nin yeri ve hava şartları birleşince sonuç o olmuş anladık. sevinsek mi, üzülsek mi, konser iptal olur mu diye düşünürken sahnede 5 metre onumde belirdi. boş salonu görünce gülerek o muthiş kibarlığıyla kendisi için de değişik bir konser olacağını, hava şartları yüzünden hiç bir ensturumanın gelemediğini sadece sahnedeki piyanonun olduğunu söyledi.

    haliyle caz değil de size fatih erkoç şarkıları söyleyeceğim dedi. bendeki mutluluk tarif edilemez tabi. o piyano önünde , o kış gecesi tek başına sahnede, sadece piyanoyla bizleri mestetti. disarida kis vakti kar yagarken, iceride temmuzlarda karlar yagdi yuregimize.

    tüm bunları niye mi anlattım?

    10 aylık oğlum arabada kendisinin çocuk albumdeki şarkıları ile uyuyor ne zamandır. ben de ne zamandır bu çocuk albumu ile ilgili entry giresim var ancak bu anım esas konu oldu.

    babası sensiz olamamla, oğlu şapşal ayı, arkadaşım hasta olmuş ile uyuyor. umarım o da büyüyünce senin diğer albumlerindeki şarkılarınla sevinir, hüzünlenir, aşık olur.

    babadan da, oğuldan da

    saygıyla..
  • muzikten para kazanmaya calisiyor, halk dusmani midir nedir.

    allahim ne gunlere kaldik, adam muzikten para kazanmaya calisiyor lan? muzikten ? para ? napican ki hem olm sen parayi? hayret bisi.
  • 1991 ya da 92 gibi çıkardığı ellerim bomboş albümünde kasetin üstünde sponsoru petrol ofisi'nin adı yazdığı için o dönem kendisini petrol ofisi'nin sahibi sandığım sanatçı. 5-6 yıl sonra babamın kuzeni muzaffer amca'nın torpiliyle petrol ofisi minik futbol takımına girmiştim, o dönem de kurum el değiştirmiş muzaffer amca satın almış diye düşünmeye başlamıştım. çocukluk zor geçti benim için genşler.
  • bir sanatçıyı para kazanıyor diye eleştirebilmek için tam bir öküz olmak lazım. saba tümer'in katıldığı programının tekrarında, tam da ağzından ekşi sözlük lafı çıktığı anda, söz konusu ortamda hakkında "para kazanıp ayıp ettiği", "türkü söylemeye kadar düştüğü(!)" ithamı yapılması da ayrı bir ironi doğrusu.
  • turkiyenin en muhtesem sesidir kendisi. ustune tanimam. ben cok kucukken, eurovision elemelerine katidiginda bile deli olurdum her seferinde elenmesine. ama o zamanlar sesinin ne derce buyuleyici oldugunu bilmezdim. simdi biliyorum ki esi benzeri yok bu memlekette.
  • vefanın ne olduğunu bilen adamdır. tiyatroya yıllarını vermiş, hayatının büyük kısmını yarı aç yarı tok geçirmiş, özel televizyonların artması ile rahata kavuşabilmiş insanların unutulmamasını sağlamak için daha önce* kimsenin yapmadığı bir şey yapıp, en harika parçalarından biri olan senden kalan tek ani bunun son çekilen klibinde onlara yer vermiştir, ha kendi seçimidir veya prodüksiyon şirketinin seçimidir, önemli değildir, onun onayı ile yapılmıştır sonuçta ve harika olmuştur, onların o mahmur, o yorgun yüzlerini, bakışlarını, hüzün ve sevinçlerini, yılların yaşanmışlıklarını gayet güzel bir şekilde aktarmayı başarmışlardır, ellerine sağlıktır, teşekkürlerdir.
  • --- spoiler ---
    90'lı yılların başında patlayan pop furyasıyla beraber oynatmaya az kaldı gibi ucuz şarkılara imza atarak, kaliteli müzikten çok ticari düşünmüştür.
    --- spoiler ---

    90'larda bir dönem yaptığı müziğin, "ticari düşünmekten" ziyade "hayatta kalmak, zorunlu ihtiyaçlarını gidermek" gibi bir amacı vardır. türkiye'ye hoşgeldiniz. kısa bir ülke tüyosu babında hatırlatayım; misal ülkeye böyle üstünkörü göz gezdirirken haluk bilginer'in tv'deki işlerine rastlarsanız, onları da bu kadar sığ bir anlayışla etiketlemek için acele etmeyin. zira onlar da bilginer'in tiyatrosuna gelir için oynadığı yapımlardır.

    keza emre kınay, melis sökmen vs.
  • "moralimi bozmuyorum, kanseri konserlerle yeneceğim" sözünün sahibi
hesabın var mı? giriş yap