• folk indie grubu...(bkz: devendra banhart) (bkz: vetiver)
  • fragman, detayli bilgi ve analiz icin link

    cannes'da elestirmenler haftasi buyuk odulunu kazanan drama filmi. daha once misir'in onemli yonetmenlerinin asiatanligini yapan omar el zohairy'nin daha onceki kisa filminden aldigi destekle cektigi film ilk uzun metraji. 41. ıstanbul film festivali'nin genc ustalar bolumunde izlenebilir.

    modernitenin getirdigi tum kapital duzenin tam ortasinda sikisan insanin konumu nedir? 21. yuzyilda bile patriyarkanin son surat hukum surdugu ortadogu topraklarinda olmak buna nasil bir katman ekler? duzene uyum saglamamayi secmek mumkun mudur?

    --- spoiler ---

    izole bir fabrika alani ile cevrili, mekanin ve dahilindeki her seyin kohnelesip curudugu son derece distopik bir misir kasabasindayiz. fabrika bacasinin neredeyse icinde oldugu ev de dokuluyor. patriyarkanin boyundurlugundaki kadini sadece gorev alanlarinda is basinda goruyoruz, cismi sureti sozu yok evin icinde. ta ki evin monoton duzenini ve rutinini bozacak olan dogum gunu kutlamasina kadar. ev bir gunlugune ucuz dekorasyonlarla renkleniyor, calgi ve sihirbaz ile monotonluktan bir nefes uzaklasiyor. ancak isler planlandigi gibi gitmeyip evin gecimini saglayan baba horoza donusene dek... evin geliri yok oldu, ustune artik besleyecek bir bogaz daha var. muhtemelen omru boyunca pasif kalip gorev alani disina hic cikmamis kadin ustlenmek zorunda kaldigi yeni rol dolayisiyla artik donusmek zorunda. calismasinin bile yasak oldugu bir toplumda bunu nasil yapacak? ustelik asiri burokratik engeller ve etrafindaki cikarci kesime ragmen? kosullar kanunlari degistiremese de kadina biraz alan acabilir mi? pek oyle olmuyor ve biz yenilen, pes etme luksu olmadan tekrar deneyen, ve yine yenilen ama mecburen yine deneyen bir kadin izliyoruz. kocasi horoza donustugunde bile hizmeti esirgemeyen, evdeki konumunu (!) zerre sarsmayan bir kadin... basina gelen her felakette hicbir tepki vermeden yuzunu yikayarak arinmaya calisan kadin, en sonunda donusumunu ellerindeki kani yikayarak tamamliyor, bu kadar pisligin icinde saf kalamamasi elbette ki kacinilmaz son.

    mesajini en guzel verdigi anlardan biri dogumgunu sekansinda kadini kadraja adamlarin arasinda sikismis bir vaziyette kucaginda cocukla konumlandirdigi andi.

    amerikan imgesi olarak fast food ve tvdeki ingilizce yayinlar uzerinden sahte cennet vurgusu mu yapiliyor? (babanin bir gun size boyle bir havuzlu ev vs alacagim hayalleri ile de birlestirirsek) yoksa "bu sistemi siz basimiza bela ettiniz, bak ne haldeyiz" mesaji mi? ben cozemedim.

    --- spoiler ---

    uzun suresine ragmen kliselere ve tekrarlara dusmeyen film, derdini anlatmak icin acele etmiyor, ki elestirdigi konularda o kadar malzeme var ki. yonetmenin dram icinde yarattigi mizah da neredeyse ortadogu harmanli bir roy andersson ruzgari estirmis desek abartmis olmayiz.

    ve cannes'da nespresso grand prize, fipresci gibi prestijli odullerle adini duyuran filmin (su an icin 16 odul, 12 adayligi mevcut) kendi ulkesinde gordugu muameleyi buraya alintilayalim:

    "film, gösterimin yapıldığı gece, "mısır'daki yoksul mahallelerin yanlış ve zararlı tasvirini" protesto etmek için gösterimden ilk çekilen aktör şerif münir'in önderliğinde başlayan bir saldırıya maruz kaldı. cumhurbaşkanı'nın “insana yakışır bir yaşam” ve “dayanışma ve haysiyet” gibi girişimlerini görmezden gelmesini protesto ederek, “yeni cumhuriyet” altında mısırlılar için insana yakışır bir yaşam sağlayan yoksulluk ve gecekondularla mücadele konusunda endişeli olduğunu söyledi. amr adib, "al-hekaya" adlı tv programında. sanatçı, "sanatçının" saldırısını ender görülen bir sakinlikle karşılayıp ona teklifte bulunurken, meslektaşı ahmed moussa filme ve hatta son zamanlarda film yapımcılarını onurlandırdığı için kültür bakanı'na daha sert bir saldırı başlattı ve filmi "hakaret etmekle" suçladı".

    böylece, bir medya ve parlamenter sirk, sanatsal bir meseleyi kendi çerçeveleri dışında ve asgari standartlar olmadan tartışarak ölü zaman harcayarak değersiz bir tartışma başlattı. medyadaki beylerin hiçbiri filmi eleştirmenlerin ve suçlayanların söylediklerinin değerini ve uygunluğunu gözden geçirmedi ve hiçbiri filmin dramatik vizyonu, sanatsal seçimlerinin nedenleri veya tezinin doğruluğu hakkında eleştirel bir şekilde konuşmadı. sadece, eski savaşların içlerinden gelen saf vatansever ajitasyon, aşırılık ve sözlü patlamalar, geri dönüşü olmayan bir şekilde sona erdi. mısır'ı asıl rahatsız edenin, onları reddeden ve gücendirenlerin, neredeyse çeyrek asırdır “sanatsal” tarihlerinde hiçbir şey sunmayanların temsil ettiği kötü sanat olduğunu ve sadece onların sergilediği yüzler ve kötü sesler olduğunu hatırlamak gereksizdir. mısır ekranlarını gece gündüz yalanlarla, uydurmalarla, uydurmalarla ve safsatalarla doldurmak, ona kötü zararlar verecektir."

    fragman, detayli bilgi ve analiz icin link
  • 41. istanbul film festivali kapsamında geçtiğimiz hafta atlas 1948 sineması'nda izlediğim film. film seçimi yapmaya çalışırken, üstteki entry'den olumlu etkilenip almıştım biletimi. iyi ki de öyle yapmışım.

    pandemi nedeniyle yaklaşık 2 yıl aradan sonra girdiğim sinema salonu atmosferi bana çok etkileyici geldi; bunun bir nedeni özlem ise de, asıl nedeni atlas sineması tadilatının gerçekten de çok başarılı olması.. üstelik yıl boyunca artık sadece festival filmi gösterimleri yapılacağı bilgisini aldım ve çok mutlu oldum.

    esas konumuz olan filme gelince (bir önceki entrynin gölgesinde kalacağım ne yazsam, o nedenle acaba salonu övmeye mi devam etsem bilemiyorum *); konusu, dokusu, alt metinleri, atmosferi, oyuncu seçimleri ve performansları epey başarılıydı.

    başladığı ilk andan itibaren öyle yoğun bir kasvet sarıyor ki, bir ara nefesimin daraldığını hissettim (bunu görsel olarak destekleyici pek çok dumanlı sahne de içeriyor). çok trajikti çoğu sahnesi, ancak aralara öyle ilginç mizahi sahneler serpiştirilmiş ki, gerçekten sanatın ve mizahın gücünü yanınızda hissedip tekrar nefes almaya devam ediyorsunuz; tıpkı hayat gibi. filmde başarı olarak addettiğim; “dozu kaçan trajedi komediye dönüşür” klişesini aşarak, ustaca özel dokunuşlar yapılmış olmasıydı filmde.

    filmden çıktıktan sonra ortadoğu coğrafyası ve yaşam biçimleri, ülkemizin bu coğrafyadaki ayrıcalıklı yeri ve yaşam biçimimiz üzerine uzun uzun düşündüm. bizi o kaosa ısrarla yakınsamaya iten her bir kişiye lanet ettim; bizi o coğrafyadan her açıdan kurtarıp bambaşka bir medeniyet seviyesine çıkaran her bir kişiye tüm gün dua ettim...
  • leziz bir raymond carver öyküsü.
    ve güzel bir çözümlemesi;
    https://www.karnavalesk.com/…thers-oyku-incelemesi/
  • a perfect circle'ın eat the elephant albümünün en iyi parçalarından biri.

    damage has defined our border
    all that matter forged in flame
    knowing little of your wounding
    share our mending all the same
    weight of words and wars we carried
    ı'm like you, just like you
    eyes of secret and storm and story
    but shared, and well, we'll make it through
    sadness like a pendulum
    pulls us round and to and fro
    onus fate and undo odium
    armor, anchor, lead and stone
    by the telling let them become
    will they all be feathers?
    eyes of secret storm and story
    show and tell, we'll make it through
    onus fate and undo odium
    armor, anchor, lead and stone
    by the telling
    may they become
    may they all be feathers
  • andrew weatherall'ın mükemmele yakın bir ritm yakaladığı şarkıymış.

    https://open.spotify.com/…ck/7jna9vtwc7wmd1ay9bct3r
  • sololara bitmeyen, daha çok riff seven insanların bayılacağı şarkı. hele bir de gizliden gizliye bas gitar sevgisi varsa bu şarkıyı dinlerken anlık dikkat kesilmeyle mest olurlar.
  • "knowing little of your wounding
    share our mending all the same."

    gibi bir sözü barındıran çok güzel bir a perfect circle şarkısı.
  • istanbul film festivali kapsamında geçen hafta izlediğim komedi-dram filmi
    film, mısırlı yönetmen omar el zohary'nin ilk uzun metrajlı filmi. bundan önce çektiği bir kısa metrajlı filmi "the aftermath of the ınauguration of the public toilet at kilometer 375" bulunmakta. film için bk
    evet, feathers için yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi demiştik. ve şunu diyebilirim ki ilk film için beklentilerimin kesinlikle üzerinde bir filmdi.
    evvela filmin konusu bana başta ilginç gelmişti.

    -buradan sonrasında filmin içeriğine dair bilgiler yer alır-

    film mısır'da, nispeten zor şartlarda yaşayan bir ailenin başından geçiyor. evin bir babası var. sabah karısına kilitli kumbarasından yemek yapması için para veren, ayakkabılarını sildiren, evinin süsüne "kıymet" veren bir baba. ve tabii filmin baş kahramanı diyebileceğimiz bir de anne var. çocuklarına bakan, çamaşırları yıkayan, kocasına yemek yapan bir kadın. hepsi bu. kadın ve erkeğin görev sorumlulukları keskin çizilmiş. ta ki doğum günü gecesine kadar. işte filmin beni cezbeden kısmı bu oldu. ve bolca da güldüren tabii.
    evin babası, oğlu için bir doğum günü partisi düzenler evinde. partide eğlence gırladır. herkes eğlenir, hediyeler havada uçar. ve bir anda sihirbaz çıkar ortaya. güzelce gösterir marifetlerini ve evin babasını bir sandığa koyar kaybetmek üzere. hesapta evin babasını sandığa koyacak, sandıktan bir tavuk çıkacak ve tavuğu tekrar sandığa koyduğundan sandık bir baba doğuracaktı. sandık baba doğurmadı arkadaşlar.

    filmin bu sahnesinden itibaren artık filmde gördüğüm ancak zihnime yerleşmeyen tozu, dumanı, isi ve kiri gördüm. yaşanan bu elim olaydan önce evine süs havuzu alacak kadar hayatından memnun olan bir baba vardı evde. bu yüzden o tozu, dumanı, isi ve kiri görmezden gelebiliyordum.
    sihirbazın babayı kaybetmesiyle org sustu. sihirbaz sustu. konuklar sustu...
    filmin bu sahnesi çok iyiydi. yüzlerdeki o şaşkınlık o kadar gerçekti ki... belki çok iyi bir oyuncuyu oraya koyup oynatsanız o hissi alamazdınız.

    evet, evin babası da kaybolduğuna ve evin hanımı bir tavuk ve üç çocukla baş başa kaldığına göre hayata başlamalıydı.
    bir süre kocasından yani tavuktan medet umdu ki bu sahneler çok dramatikti zira elindeki tavuğun büyülerle tekrar kocası olabileceğine inancı vardı.
    inanç... tavuğu deliğinden mi çıkartır!?

    bir süre biz kadının bu çırpınışını seyrettik. ha, burada kadın hala kocasına sadık olduğu için (biz bunu onu lokantaya götüren adamın verdiği yemekleri yememesinden görüyoruz çünkü kadın kocasının derdinde hala, hala bocalama hissini taşıyor) inancı yerinde. ama bir süre sonra tavuğun kocası olamayacağına kani oluyor ve işler değişiyor artık. evin ufak çocuğu işe başlıyor, kadın çalışmaya başlıyor. borçlarını ödüyor peyderpey. ona sarkıntılık eden adama kafa tutuyor. çocuklarına tıpkı eski günlerdeki gibi, kocasının başlarında olduğu günlerdeki gibi tatlı alabiliyor. belki başında bir erkek olmuyor ama kendisi erkek oluyor. kan akıtma sahnesinde bunu çok net görüyoruz aslında.
    ve sonra bir anda kocasını buluyor. (bu raddeye gelene kadar kadının geçirdiği değişim inanılmaz bir boyutta) ama kocası artık bir erkek değil onun için. aciz, bakıma muhtaç hatta ona kocaman bir yük. ve kadın kocasını öldürüyor. evet, çok basitçe söyledim galiba bunu ama sokaklarda kaldığı için hastalanan kocası ona yük geldiği için onu öldürüyor.
    halbuki aynı hastalığı "tüyler" de geçirmişti. ilaçlarla beslendi, veterinerlere götürüldü... ve nihayet iyileştirildi.
    galiba filmin olayı da burada yani tüylerde. tüyleri kopan iki canlı var ortada ve siz "artık" erkeğin tüyüne inanmıyorsunuz, erkeğin iyileşmesi ya da bulunması gerektiğine inanmıyorsunuz. yine bu sahneden önce biz bunu kadının daha önce bahsi geçen o lokantaya ona sarkıntılık eden adamla tekrar gittiğinde yemek yeyip gerdan kıran adamları gülerek seyretmesinden çok net anlıyoruz.
    yani kısaca kadın bu filmde kendisine inanmayı tercih etti. bu çok büyük bir başarıydı bu kadın için. ve özellikle beni mutlu eden sahneler kadının çocuklarıyla birlikte eğlenebildiğini gördüğüm sahneler oldu.
    aslında film üzerine konuşulacak, yazılacak daha bir sürü konu var ancak hepsine yetemem. haliyle burada bırakacağım yazıyı.
    ha, bir de film müziklerini beğendiğimi söylemeden edemeyeceğim.
    evet, ne diyorduk: tüy uçar inanç kalır!
  • kus tuyu yastik uykularina cok yakisan marissa nadler sarkisi. flora, flora diye sayiklarken bir de bakmissiniz uyumussunuz bile.

    feathered failures on my knees
    i broke my back from missing thee
    i turned to brittle barren worlds
    i hear you’re living with the girl

    sara sara eyes of blue
    sara sara in love you
    she knows you had a woman fine
    with eyes as deep as brandy wine

    flora flora, flora flora , flora flora
    flora flora, flora flora, flora
    flora, flora, la da dum
    flora flora you knew her then
    you plucked her from her fields of men
    and all at once it came to me
    under my favorite lonesome tree

    sara sara eyes of blue
    sara sara in love with you
    she knows you had a woman fine
    with eyes as deep as brandy wine
    flora flora, flora flora , flora flora,
    flora flora, flora flora, flora
    flora, flora, la da dum

    feathered failures on my knees
    i broke my back from missing thee
    i turned to brittle barren worlds
    i hear you’re living with girl
    sara sara eyes so blue
    sara sara in love with you
    she knows i was your woman fine
    with eyes as deep as brandy wine
hesabın var mı? giriş yap